Mustafa Kemal Samsun'a inerken... Padişahlar ve hainlerin işleri

Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Anadolu içlerine ilerleyip işgale karşı direnişi örgütlemek için Samsun limanında emektar gemiden inerken, İstanbul emperyalist işgal güçlerine yaranmak için birbirleriyle yarışanlardan, çıkarları için ihanet içinde olanlardan geçilmiyordu. Vahdettin bu tiplerin önde gelenlerinden biriydi sadece.

Haber Merkezi

19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Anadolu içlerine ilerleyip direnişi örgütlemek için Samsun limanında emektar gemiden inerken İstanbul’da emperyalist işgal güçlerine yaranmak için birbirleriyle yarışanlar vardı.

Bunlardan biri İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucusu Sait Molla’ydı. Molla, bu derneği İngilizlerin de teşvikiyle Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarmaya karar verdiği sırada kurmuştu. Ülke işgal altındaydı ve yaranmaya çalıştığı İngilizler de işgalciler arasındaydı. İşgale karşı Büyük Sultanahmet Mitingi'nin yapıldığı gün belediye reislerine telgraf çekip, kurduğu cemiyeti yeni mahalli şubeler açmak suretiyle desteklemelerini istedi. 1921’de Kurtuluş Savaşı yeni bir ülkenin tohumlarını atarken o hala İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kongrelerini yapmakla meşguldü.

Sait Molla bütün bunları Padişah Mehmed Vahdettin adına yapıyordu. Yeni İstanbul gazetesini ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ni Sultan'ın inayetiyle kurmuştu. Vahdettin’in İngilizleri dostluğuna ikna etmek için kullandığı sıradan bir şarlatandı yani. Said Molla’nın çabalarının bu işe yetmeyeceğini anlayınca yeni bir proje hazırladı. Damat Ferit projeyi Padişah adına 30 Mart 1919 tarihinde İngiliz Yüksek Komiseri'ne sundu. Projeye göre İngiltere lüzum gördüğü yerleri 15 yıl süreyle işgal edebilecekti. Osmanlı Bakanlıkları'na ve hatta Valiliklere İngiliz müsteşarlar atanacaktı. Seçimler İngiltere’nin denetiminde yapılacak, maliyeyi İngilizler denetleyecekti. Fakat nasıl olacaksa Sultan İmparatorluk'un dış politikasını yönetmekte özgür olacaktı.
Vatana ihanet tek başına olur mu? “Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl” lakırdısının atasözü sayıldığı zamanlardı, herkes tek kurtuluş yolunun İngiliz Mandası olduğuna inanmaktaydı. Vahdettin bu tiplerin önde gelenlerinden biriydi sadece. Başka nasıl olabilir ki, ucunda tahtı vardı nihayetinde?

Vahdettin'in fetvacısı hin Şeyhülislam 

Bu tiplerden biri de Kurtuluş Savaşında Vahdettin’in direnişçilerin öldürülmesi emrini bir fetvayla onaylayarak suça ortak olan Şeyhülislam Fakir Dürrizade Esseyid Abdullah’tır.

İlginç bir tarihi var Dürrizade’nin.1908’de velinimeti Hamid devrilince Dürrizade için de karanlık günler başlamış. Önce kızağa çekmişler, sonra, 1909’da Anadolu Kazaskerliği'ne atanmış. Ancak İttihatçılar peşini bırakmayınca, 1912’de istifa etmiş. İttihatçılar çekilince Padişah emriyle Şeyhülislam olarak atanmış. Damat Ferit hükumetinin önemli ayaklarından biridir.

Damat Ferit Hükümeti yeni Şeyhülislam Dürrizade’den Anadolu direniş hareketine karşı bir fetva istemiş. Yazdığı fetva Yunan uçakları ve İngiliz gemileri ile Anadolu’ya taşınmış, dağıtılmış.

Damat Ferit Paşa Paris’e gittiğinden vekâleten başbakan koltuğuna o oturmuştu. 1920’de, Anadolu İhtilali'nin en kanlı zamanında Vahdettin’in emriyle Saltanat Şurası düzenledi, hükümet temsilcisi olarak Şura'ya katıldı. Orada eski Şeyhülislam Mustafa Sabri ile birlikte Sevr’in kabulü yönünde görüş belirtti. Millî Mücadele'nin zaferini görünce 1922’de Rodos’a kaçtı, oradan İtalya’ya geçti. 1923’te Cumhuriyet ilan edilirken o hac için Mekke yolundaydı. Orada öldü. 1923 bütün Şeyhülislamlar'ın ortak ölüm tarihidir.

Bastonu için daha fazla telaşlandı 

1918’de, ülke 10 yıllık uzun iç-dış savaştan paramparça çıkarken büyük umutlarla tahta oturtulmuştu. Duyduğunda “Ben bu makam için hazırlanmadım” diye mırıldandı. Kendisine biat edilmek için yola koyulduğunda bastonunu unuttuğunu fark etti, “Bu bir felaket” diye dövünmeye başladı. Bütün saltanatı felaketlerle geçti ama gözleri önünde bir ülkenin yitip gitmesine bastonunu unuttuğu anki kadar tepki vermedi. Bastonları ülkesinden daha değerliydi.

Fakat işler umduğu gibi gitmedi. Kemalistler Anadolu içlerinde denetimi sağlamak üzereydi. Üzerine bir de Damat Ferit kabinesinin düşüşü gelince paniğe kapıldı. Son bir hamleyle İngilizlerden güvenliğinin sağlanmasını, tahtından düşürülmesine engel olunmasını “rica” etti. Gotthard Jaeschke’nin “Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri” adlı çalışmasında Yıldız’da titreye titreye oturduğunu not ediyor. Sonrası malum, bir İngiliz gemisiyle Malta Adası’na doğru yola çıktı. Çabaları ancak bu kadarına yetmişti. Vapur limandan ayrıldığında İngiliz uşağı Vahdettin de tarihten silinmişti.

İngiliz belgelerinin gösterdiği gibi son padişah açıkça İngiliz uşağıdır. Hatta çıkarı olan herkese uşaklık yapmaya teşne bir hali vardır.

Vatanı yoktu ki, hain olabilsin

Şimdi AKP’ye danışman olan Tarihçi İlber Ortaylı, Vahdettin’e “İngiliz uşağı” dememek gerektiği yönünde bir çıkış yaptı yakın zamanda. Abdülhamit’e yaslanan, hatta İstanbul’daki GATA’nın adını değiştirip “Sultan Abdülhamit Hastanesi” yapan iktidar Vahdetttin’in de suçlarını unutturmak için hamleler yapıyor. Halbuki ikisi de pek çok defosu olan sıradan gericilerdir. Hamit sıradan bir borsa simsarıdır gerçekte, çöken bir imparatorluğun en tuhaf tiplerinden biridir. Fakat bugüne bakınca bu ithamlar pek masum görünmektedir. Hamit, düştükten sonra bir zavallıya dönüşmüştü. İngiliz gemisiyle sıvışmış olmasına rağmen Ortaylı’nın dediği gibi Vahdettin Cumhuriyet aleyhine beyanda bulunmamış, akıbetini sessiz sedasız kabul etmişti.

Ama bunlara karşı, Kadir Mısırlıoğlu adlı İslamcı bir yazar 10 Kasım nedeniyle paylaştığı bir mesajda “10 Kasım’da saat 09.05’te kenefe gidin” diye yazabilmiştir. Sonra nevzuhur sarayda ağırlanmış, hürmet görmüştür. Ardından Vahdettin’e rahmet okuturcasına, Kurtuluş Savaşı’nı kastederek “Keşke Yunan galip gelseydi" diyebilmiştir.

Bir bakıma Vahdettin vatan haini değildi, çünkü bir “vatanı” yoktu. Bizim vatan bildiğimiz yeri o mülk edinmişti. Kaçtı, mülkünü kaybetti. Onu kovaladığımız için bir vatanımız var.