Mülteciler Günü ve Erdoğan: Hem patronlara hediye hem de elindeki koz...

Bugün Dünya Mülteciler Günü. Türkiye’de sayıları 6 milyona yaklaşan sığınmacılar, patronlar için ucuz iş gücü olurken, Erdoğan iktidarı için ise ‘masadaki koz’ anlamına geliyor. Bu yüzden de sığınmacılar bir gün ‘misafirimiz’ oluyor, ertesi gün ‘doldurup otobüse göndereceği’ sığıntılar…

Haber Merkezi

Birleşmiş Milletler’e bağlı Ekonomik ve Sosyal İşler Organizasyonu’nun geçtiğimiz yıl açıkladığı verilere göre, Türkiye’deki sığınmacı sayısı 6 milyona yaklaşmış durumda.

2000 yılında 1 milyon 281 bin olan, 2010 yılında ise 1 milyon 360 bin olan Türkiye’deki sığınmacı sayısı, 2019’a gelindiğinde ise tam 5 milyon 678 bine yükseldi.

Peki, nasıl oldu da sığınmacı sayısı bu kadar kısa süre içinde böyle katlandı?

Suriye’ye saldırı ve sığınmacı akını…

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, önceki gün yaptığı bir açıklamada, ABD Başkanı Trump ile Erdoğan’ın görüşmesini hatırlatıp, Libya’da ABD ile ortak çalışma talimatı aldıklarını söyledi.

Benzer bir talimatı yıllar öncesinde Suriye konusunda da alan AKP, Türkiye'yi komşu ülkeye yönelik emperyalist ve cihatçı saldırının merkez üslerinden biri haline getirdi.

Türkiye sınırından ellerini kollarını sallayıp geçen cihatçılar burada birçok katliama imza attılar, Suriyelilerin ülkelerinden kaçmalarının en önemli nedenlerinden biri oldular.

Saldırganlık bununla sınırlı kalmadı, Suriye’ye yönelik saldırganlık “iki füze atarız” denilen toplantılara konu oldu, ÖSO adlı cihatçı çete bizzat AKP himayesinde eğitilip, donatıldı. Bu tablo birlikte çalışılan ABD’nin saldırganlığıyla birleşince Suriye’deki büyük yıkım meydana geldi.

Bu yıkımın arasında kalan milyonlar çareyi önce Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya kaçmakta buldu. Ancak burada da kirli bir pazarlık gündeme geldi.

Parayı verelim, mülteciler sizde kalsın

Türkiye'de sayıları giderek artan ve Avrupa’ya gitmek için “umut yolculuğuna” çıkan binlerce sığınmacı, insan kaçakçılarının kâr hırsının kurbanı oldu, binlercesi mavi sularda kayboldu...

Sularda yitmeyen sığınmacılar ise AKP ile AB ülkeleri arasındaki pazarlığın konusu haline geldi.

Pazarlık sonrasında varılan anlaşmaya göre AB, Türkiye’ye 6 milyar avro ödeyecek, Türkiye de sığınmacıların Avrupa’ya gidişini engelleyerek ülkede tutacaktı.

Bu anlaşma, sığınmacıların sayısı arttıkça Türkiye ile AB arasında yeni pazarlıklara konu oldu, Erdoğan yeni taleplerde bulundu, gönderilen paraların azlığından şikayet etti.

Pazarlık basına sızdı...

Yıl 2016’ya geldiğinde, bu pazarlıklara ilişkin tutanaklar basına sızacak, Erdoğan’ın açıklamaları ortaya çıkacaktı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker arasındaki "mülteci pazarlığı”nda Erdoğan, Türkiye’ye 3 milyar avro mu, 6 milyar avro mu verileceğini sorarken, Juncker "3 milyar" cevabını verince sinirlenecekti.

"Ne olursa olsun Türkiye'nin AB'nin parasına ihtiyacı yok" diyen Erdoğan, kozunu açıklayarak, "Bulgaristan ve Yunanistan sınırını istediğimiz zaman açar, mültecileri otobüslere doldururuz" diyecekti.

O dönem kapalı kapılar ardından yapılan pazarlıklar, artık açıkça basın önünde dile getirilir oldu.

Erdoğan açık açık “Biz 4 milyon mülteciye ev sahipliği yaparken, kimsenin doğru düzgün desteği olmazken bizim harcadığımız raam 35 milyar dolardır. AB'nin desteği 6 milyar avro destekten verdikleri rakam 1 milyar avrodur. Ülkemizdeki 4 milyon mülteciyi de acaba bir yerden destek gelir mi diye beklemeyeceğiz. Elimizde bir tas çorbamız varsa, o bir tas çorbayı mülteci kardeşlerimizle paylaşarak yolumuza devam edeceğiz” derken, bu “misafirperver” açıklama “otobüslere doldurur göndeririz” sözleriyle devam ediyordu.

Sınırlar açıldı, arada 'insanlık' kaldı

AKP’nin İdlib’e yönelik operasyonu sırasında “mülteci” başlığı yeniden hareketlenirken, 36 askerin hayatını kaybettiği saldırı sonrası Erdoğan elindeki kozu oynayarak sınırları açtığını, gidenleri engellemeyeceklerini söylemişti.

Bu talimatın ardından bizzat AKP’nin otobüs organizasyonları yaparak Suriyeli sığınmacıları Yunanistan sınırına bıraktığı ortaya çıkmıştı. Sınıra binlerce sığınmacının yığılması, Yunanistan tarafının da sınırı geçmek isteyen sığınmacılara saldırması, hem AB’nin hem de AKP’nin sığınmacılara nasıl baktığının özeti olmuştu.

Sınırın bu tarafında polisin kovaladığı, diğer tarafından da Yunan güvenliklerinin kovaladığı mülteciler, iki sınır arasında büyük bir kriz yaşamıştı.

Bu krizi özetleyen sözler ise bir insan kaçakçısından gelmiş, "işler" açıldığı için Erdoğan'a teşekkür etmişti: 7–8 yıldır bu işle ilgileniyorum. Edirne'de yaşıyorum. Cumhurbaşkanımızın talimatını duyunca buraya geldim. Yunanistan göçmenlerin girişine izin vermediği için buradan göndermeye çalışıyoruz. Biz bot ve motor alıyoruz. Bot karşıya geçtiği zaman geri gelmiyor. 7-8 bin Euro bize maliyeti oluyor. 2-3 bin Euro bize kalıyor. 45 kişilik bota 30-35 kişi bindiriyoruz. Buradan 25 dakika içinde Yunanistan'da olurlar

Patronlar mutlu, Erdoğan da…

Erdoğan’ın bir dönem “misafirlerimiz”, “bir tas çorbamızı paylaşırız” dediği Suriyeli sığınmacılar, aslında hiçbir dönem söylendiği gibi korunup, kollanmadı.

Milyonlarca Suriyeli, Erdoğan’ın patronlara ucuz iş gücü hediyesi oldu.

Salgın günlerinde neler yaşadıklarını soL’a anlatan Suriyeli sığınmacılar, ülkeye geldikten bu yana nasıl bir sömürünün altında hayat mücadelesi verdiklerini, Erdoğan’ın sözlerinin hepsinin yalan olduğunu dile getirmişti.

Kısacası Erdoğan hem patronlara büyük bir ucuz iş gücü ordusu hediye etmiş, bir de sığınmacıları AB pazarlığında “koz” olarak görerek “para kaynağı” olarak değerlendirmişti.

Salgının görünmeyen yüzleri, sığınmacı işçiler anlatıyor

Bir mobilya imalatı atölyesinde çalışan Ahmet (50), “Ben ve iki genç Suriyeli işçi sigortasız olarak çalıştırılıyorduk. Zaten Suriyelilere sigorta yapmak suç gibi… Yasak olan sigortasız çalıştırmak değil sigortalı çalıştırmak gibi davranıyorlar” diyor, çalıştığı iş yerinde tüm sorumluluğun verildiği oğlunun da sigortasının yapılmadığını aktarıyor.

Zaten tansiyon hastası olduğunu, salgın yeni başladığı sırada iş yerinde şiddetli baş ağrısı yaşadığını ve kustuğunu aktaran Ahmet, iş yerinin buna hiç de şaşırtıcı olmayan tepkisini şöyle aktarıyor: Korona olduğumdan şüphelendiler. Bana ‘eve git dinlen, biz seni ararız’ dediler. Birkaç kişiyi daha iş yerinden eve gönderdiler o gün.  Daha sonra aradılar, gidip 3 gün daha çalıştım. İyiydim ama 3 gün sonra alacağımı verip işten çıkardılar beni. ‘İhtiyacımız yok’ dediler.

'HİÇBİR ŞEYDEN KORKMUYORLAR, İSTERSENİZ DAVA AÇIN DİYORLAR'

Salgın günlerinde işsiz kaldığını vurgulayan Ahmet, “İşsizlik maaşı da alamıyoruz çünkü zaten sigortamız yok. Hiçbir hakkımız yok. Çok fazla Suriyelinin hakkını yediler, çalıştırdılar sonra tanımıyormuş gibi yaptılar ve “isterseniz dava açın” dediler. Hiçbir şeyden korkmuyorlar” diyor.

Salgın günlerinde en temel ihtiyaçlarını karşılamakta da zorlandıklarını aktaran Ahmet, “Sadece temizlik maddesi değil her türlü ihtiyacımızı karşılamakta zorluk çekiyoruz. Evden çıkmak bile pahalı, yol parasını bile hesaplıyoruz. Eldivenimiz maskemiz zaten yok. Sadece çok önemli ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyoruz” ifadesini kullanıyor.

'ÇOK KÖTÜ KOŞULLARDA OLANLAR VAR'

Ankara’da bir fabrikada çalıştığını aktaran Suriyeli işçi Abdullah ise, salgın başlamadan hemen önce işe başladığını, sigortasının da yapılmadığını aktarırken, salgın günlerinde işten çıkarıldığını dile getiriyor.

Çalışma izni için yaptığı başvuruya yanıt gelmediğini, dosyalarının işleme konulmasının salgın gündemi nedeniyle tamamen askıya alındığını aktaran Abdullah, Suriyeli işçilerin neler yaşadığını şöyle aktarıyor:

Çok kötü koşullarda olanlar var. Çöp toplayarak geçinenlere polis “çalışma, 2 bin 300 lira cezası var” dedi. Evlerinde oturuyorlar, ne yesinler, ne içsinler?

'KAĞIT TOPLAYARAK GEÇİNİYORUM, 2 BİN 300 LİRA CEZA YAZDILAR'

Söz konusu cezayı aldığını belirten kağıt toplayıcısı Muhammed ise, “Evet ben bu cezayı aldım. Kağıt toplayıcılığı ile geçiniyorum. 2.300 lira ceza yazdılar. ‘Bir daha yaparsan 3 bin lira ceza yazarız’ dediler. Nasıl geçineceğiz, ne yapacağız bilmiyorum…” diyor.

Bir inşaatta çalışan Suriyeli işçi Abdülvahap ise, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

İnşaat işçileri zaten kışın çalışmaz. Birkaç ay çalıştırmak için kimse çalışma izni çıkarmaz, sigorta yapmaz. Bizim tam işimizin başladığı aylarda salgın çıktı. Yeni işe başladım, bir hafta sonra işten çıkardılar salgın nedeniyle. Çalışma iznimiz yok, hukuki yol da kullanamayız.

'BİZ KİMSEDEN MAAŞ FALAN ALMIYORUZ, BU CANIMIZI SIKIYOR'

“Suriyelilerin sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlandığı, devletten maaş aldığı” söylentilerine de yanıt veriyor Ahmet:

Evet, biz Türkiyeliler gibi hastaneye gidebiliyoruz ve eczaneden ilaç alabiliyoruz. Bunun için Türkiyeliler gibi bir fark ödüyoruz. Ama maaş meselesi bizim canımızı yakıyor. Biz hiç kimseden maaş falan almıyoruz. Alan aileler var. Ama bunun koşulları çok ağır; küçük bebeklerin olacak, çalışamayacak hastalığın olacak… Ev kiramızı ödediklerini de söylüyorlar, yok öyle bir şey herkes kendi emeğiyle yaşıyor.

'ZATEN KÖTÜYDÜ, DAHA KÖTÜ OLDU...'

AKP’nin ve MHP’nin sürekli destek verdiğini öne sürdüğü Iraklı Türkmen işçiler de salgın koşullarında büyük zorluklar çekiyor.

Yaşadıkları zorlukları soL’a anlatan İbrahim, “Salgın yüzünden birçok arkadaşım işten çıkarıldı. Hepimiz de sigortasız olarak çalıştırılıyoruz. Beni de önce iki hafta ücretsiz çıkardılar, sonra yeniden başladım. Durumu çok daha kötü olan arkadaşlarım var. Kalabalık yaşayan aileleriz, salgın öncesi zaten kötüydü işler, daha kötü oldu her şey” diyor.

'KİRA İÇİN EV SAHİBİYLE KONUŞTUM, 'BENİM SORUNUM DEĞİL' DEDİ'

Salgın nedeniyle birçok göçmen işçinin işsiz kaldığını aktaran Eşref ise yaşadıklarını şöyle anlattı:

Bizi hemen para vermeden işten çıkarıyorlar. Çok büyük sıkıntı çeken aileler var bu nedenle. Ben yine de işime devam edebildim ama işten çıkarılan çok sayıda arkadaşım oldu. Bizim evde de işsiz kalanlar oldu. Kira için ev sahibimle konuştum ama “benim sorunum değil” dedi.

'PARANIZ YOKSA HİÇBİR ŞEYDEN KORUNAMAZSINIZ'

Salgın öncesi bir ahşap atölyesinde çalışan Rami de salgından hemen sonra işsiz kalanlardan. Asgari ücretten daha düşük bir maaş alan ve sigortasız çalıştırılan Rami, iş yerinde Suriyelilere çok kötü davranıldığını, ırkçılığa maruz kaldıklarını belirtirken, şu an yaşadığı durumu ise şöyle anlatıyor:

Salgın gündemi başlayınca işten çıkarıldım. Çok fazla Suriyeli işten çıkarıldı. Sadece maaşımızı aldık tazminat falan yok. İşsizlik maaşına başvuramayız. Bizi kimse savunmaz hukuki yol falan yok bizim için. Zaten isterseniz dava açın diyorlar.

Benim iki çocuğum var, evde işsiz oturuyorum. Salgından nasıl korunalım? Paranız yoksa hiçbir şeyden korunamazsınız.