Moskova Önlerinde – Volokolamsk Şosesi: Moskova Savunulurken

'Moskova Önlerinde - Volokolamsk Şosesi' destansı direnişi anlatan romanlardan biri. Savaş muhabiri Aleksandr Bek tarafından 1943-1944 yıllarında yazılan roman, Kazak Teğmen Baurdcan Momiş-Uli ile yapılan röportajlara dayanmaktadır.

Erdem Demirel

Aleksandr A.Bek, Moskova Önlerinde – Volokolamsk Şosesi, Türkçesi: Naime Yılmazer, Yordam Edebiyat

2.Dünya Savaşı’nda faşizm yenileli 75 yıl oldu. Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği savaş çok büyük bir yıkım bırakırken Nazilerin yenilgisiyle sonuçlandı. Fransa, Polonya, Danimarka ve Norveç’i ele geçiren Naziler asıl hedeflerine ilerleyerek Sovyetler Birliği’ne saldırdılar. 1941 Haziranı’nda Barbarossa Harekatı’yla Sovyetler Birliği’ne saldıran Naziler çok hızlı bir şekilde ilerleyerek ilk yenilgilerini alacakları Moskova kapılarına dayandılar. Moskova’da ve sonrasında Stalingrad’da tahmin etmedikleri bir direnişle karşılaştılar. Doğu cephesinde Nazi Ordusu’na karşı çok büyük fedakarlıklarla direnen Kızıl Ordu, Nazi Ordusu’nu kendi topraklarından püskürterek Berlin’e kadar kovaladı, teslim olmasını sağladı. Sovyetler Birliği’nin Avrupa’dan faşizmi söküp atması yaklaşık 27 milyon insanını kaybetmesine neden oldu.

“Moskova Önlerinde - Volokolamsk Şosesi” bu destansı direnişi anlatan romanlardan biri. Savaş muhabiri Aleksandr Bek tarafından 1943-1944 yıllarında yazılan roman, Kazak Teğmen Baurdcan Momiş-Uli ile yapılan röportajlara dayanmaktadır. General Panfilov’a bağlı 316. Piyade Tümeni’nde tabur komutanı olarak görev yapan Momiş-Uli Moskova Savunması’nda  birçok savaşa katılmıştır. Aleksandr Bek’in uzun uğraşları sonucunda anılarını anlatmaya ikna ettiği Momiş-Uli, yalnızca gerçekleri yazmaya söz vermesi koşuluyla anılarını anlatmayı kabul etmiştir.

316. Piyade Tümeni’nin Moskova Savunması’ndaki kahramanlıklarını anlatan roman, askerlerin psikolojisinden, Kızıl Ordu’nun savunma taktiklerine kadar savaşın birçok yönüne değinirken, bir gerçeği de ortaya çıkartıyor, Naziler sadece ‘’General Kış’’a yenilmediler.

Kızıl Ordu’nun savaş deneyimi yoktu, Naziler Sovyetler’e saldırdığında savaş deneyimi kazanmış, kendisine güvenen askerlere sahipti. Momiş-Uli, General Panfilov’un şu sözlerini aktarıyor:

‘‘Alman ordusu savaşa tam hazırlıkla ve gereçleri tam olarak başlamıştı. Avrupa’daki savaşlarda da kendine güven ve büyük bir deney kazanmıştı. Tank ve hava gücü bizden üstündü.’’(s.409)

Nazi ordusu daha önce kazandığı savaşların da etkisiyle kendisine aşırı güveniyor; ciddi bir direniş beklemiyorlardı.

‘’1941 yılının Kasım'ında Moskova önlerinde Almanlar keşfe, nöbetçiler çıkartmaya, yan korunma almaya gerek görmüyorlardı. Karşılarına çıkacak Rusları kovalayacaklarını düşünüyorlardı.’’(s.131)

Romanda da görüleceği gibi savaşın en önemli yanlarından biri de düşmanın moralini bozup, psikolojik savaşta üstün gelmek.

Nazi ordusu Moskova’ya ilerlerken Alman radyolarından “Kızıl Ordu yok edildi, Moskova yolu açıldı” propagandası yapılıyor.

“Almanların, Polonya’da, Hollanda’da, Belçika’da ve Fransa’da uyguladığı yıldırım savaşının taktiği şöyledir: Cepheyi ayrı noktalardan yararak ilerlerler. Arkalarında yenilmiş, kopmuş ve moral olarak bozulmuş düşman birlikleri bırakırlar. Moskova önlerinde bunu uygulayamadılar.” (s.248)

Nazilerin psikolojik üstünlüğüne ve aşırı özgüvenine karşı Kızıl Ordu askerlerini her türlü savaş şartlarına hazırlamaktaydı. Hava şartları, açlık, psikolojik savaş. Düşmanı durdurmak için tüm bunlara hazırlık olmak gerekliydi. Kızıl Ordu’nun başarısını hafife almak için, Nazi Ordusu’nun yenilgisi “General Kış”a bağlanır. Hava şartları da bir etken olmakla birlikte, Sovyetler uzun bir süre savaşa hazırlanmıştı. Kazak Teğmen Momiş-Uli de askerlerini her şarta hazırlıyor, onları zorlu eğitimlerden geçiriyor. Eğitimde askerlerin dinlenme zamanında yanlarında yemek yapacak aşçıları da vardır, ancak Momiş-Uli her askere yemek yapabilecek malzemeyi verir. Çoğu yemek yapmayı bilmez, ancak savaş koşullarında her zaman yanlarında aşçılar olmayacak.


“‘Çok konuşmayın. Söylenen yapılacak. Her er kendi yemeğini kendi hazırlasın!’

Ve o zaman Kazakistan bozkırının İli Nehri kıyısında birçok ateşin dumanı yükseldi. Erlerin bazıları o kadar yorgundu ki, her şeyi bir yana bırakıp aç karnına yattılar. Bir kısmının bulamacı yandı, bir kısmınınki ise taştı. Çoğunluğunki ise bir şeye benzemiyordu. Bu onların ilk aşçılık dersiydi.” (s.79)

Romanda Momiş-Uli, General Panfilov’la yaptığı görüşmelerden sıkça söz eder. Yapıtın en ilgi çekici kahramanının General Panfilov olduğunu söyleyebilirim. Topçu olan Momiş-Uli nerede görev almak istediğini soran General Panfilov’dan bir batarya yerine bir piyade taburu ister. Fakat piyade stratejisiyle ilgili yeterince bilgisi yoktur. General Panfilov taburu yönetmenin kolay olmayacağını söyler. Momiş-Uli, Panfilov’dan ilk dersini almak üzeredir.

“Olabilir diyebildim. Ama şerefimle ölmeyi becerebilirim Yoldaş General’’

‘’Taburla birlikte mi?’’

‘’Taburla birlikte.’’

‘’Böyle bir komutana teşekkür ederim. Hayır Yoldaş Momiş-Uli, taburunuzla ölmeyi değil, on tane, yirmi tane savaşa girmeyi ve taburunuzu korumayı becerin.’’

‘’Ben kendim de askerim Yoldaş Momiş-Uli. Asker ölmek istemez. O, savaşa ölmek için değil yaşamak için gidiyor. Komutanı da öyle olmalı. Siz ise koylayca öleceğim diyorsunuz. Taburda yüzlerce insan var, Yoldaş Momiş-Uli, yüzlerce insan. Onları size nasıl bırakayım?’’(s.62-63)

Kitap boyunca General Panfilov Teğmen Momiş-Uli’ye birçok şey öğretir. Momiş-Uli ne zaman sıkışsa General Panfilov’un sözlerini anımsamaya çalışır. Panfilov’un söyledikleri ona her zaman yol göstermiştir. Yoldaş General Panfilov askerlerine her zaman yoldaşça yaklaşmakta, rütbe fark etmeksizin onları uzun uzun dinlemekte, hatta önerilerini bile almaktadır. Batı her zaman Sovyet askerlerini soğuk, hiç gülmeyen, suratı asık karakterler olarak resmetmiştir. General Panfilov bu çarpıtmayı yerle bir edecek özel bir karaktere sahip. Panfilov çayını kendi demler, kendisinden rütbece çok düşük askerlerin yanında burası çok soğuk üşürsünüz diyerek odunları kırıp sobayı yakar, karşısında konuşan askerlerin sözünü asla kesmez, insancıl yanı çok yüksek bir General’dir.

Çatışmada ölen Donskih konusuna değindi.

‘’Evine, yakınlarına mektup yazdınız mı?’’

‘’Hayır, Yoldaş General’’

‘’Bak bu olmadı. Güzel değil bu. Askerce de değil, insanca da Yoldaş Momuş-Uli. Rica ediyorum yazın.’’(s.265)

Momiş-Uli General Panfilov’a saygı duymanın ötesinde ona karşı derin bir sevgi de beslemekte. Panfilov savaşın ortasında bile her olayı en ince ayrıntısına kadar dinler. Hem savaşın bütünlüğünü görmek ister, hem de ona yanlışlarını da göstermektedir. Ancak yeri geldiği zaman kendi yanlışlarını da söylemekten çekinmez. Bir general için kendinden rütbece düşük birinin yanında her şeyi bütün çıplaklığıyla konuşmak zordur, ama Panfilov için değil.

Bana karşı dürüst ve açık davranıyordu. Kendini hep doğru düşünen, hatasız bir insan gibi göstermiyordu. (s.296)

Kazak bölgesinde yetişen Momiş-Uli savaşın ortasında neden savaştığını sorgular. Kendi topraklarından çok uzakta Moskova için savaşmaktadır. Peki ama niçin?

Neden yaşıyorum? Neden savaşıyorum? Moskova kapılarında bu ıslak, yağmurdan kabarmış sonra da sertleşmiş topraklar üstüne ne işim var? Uzak steplerin oğlu olan ben, Asyalı Kazakların oğlu, niçin Moskova için çarpışıyorum? Babamın, dedemin ayak bile basmadığı bu toprakları neden savunuyorum? Niçin ben de hiçbir sevgilinin uyandırmadığı bir aşkla bu toprakları seviyorum. Niçin bu ihtirası duyuyorum?

Sovyet ülkesi benim için öz vatan, onun her yerinde ben mutluluk, eşitlik ve özgürlük duyuyordum.

Ben stepteki milletimin efsaneleri, türküleri ve tarihiyle gururlanan Kazak, şimdi gururla Kızıl Ordu üniforması taşıyordum.

Sovyet askerlerini -Rus, Ukraynalı, Kazaklardan kurulmuş-, taburu yönetiyordum.

Karşı koymasız tüm buyruklarıma uymak zorunda olan askerlerim benimle eşit insanlardı. Ben, onların patronu değildim. Çocuklarım onların çocuklarıyla aynı okula gidiyor, babalarımız yan yana yaşıyorlardı.

Hepimiz aynı acı ve yoklukları paylaşıyorduk.

Bizde beyler, ağalar yoktu. Biri ne kadar güzel giyinse, ne kadar güzel arabalarla dolaşsa da benim eşitlik duygularımı yok edemezdi. Ve ben kimseye ‘’Beyefendi’’ demeyecektim.

İşte ben, bunun için babamın, dedemin ayak basmadığı yerlerde çarpışıyorum. (s.334)

Momiş-Uli’nin taburunun savaştaki ilk dönüm noktası “General Korku”nun yenilmesi olacaktır. Deneyimsiz taburun karşısında bir tümen bulunmakta ve Kızıl Ordu askerleri korkmaktadır. Komutan Momiş-Uli de askerlerinin sıradan insanlar olduğunun farkında.

Neden savaşan kişilerin doğaüstü insanlar olduğunu düşünüyorsunuz? Neden askerlerin insani duygulardan yoksun olduğunu düşünüyorsunuz.(s.21)

Teğmen Momiş-Uli askerlerinin korktuğunu biliyor. Karşılarında psikolojik üstünlüğü olan bir Nazi Ordusu var. Askerler korkuyorlar, çünkü Nazi ordusu bugüne kadar yenilgi yüzü görmedi. Momiş-Uli bunu biliyor, bir kere Alman askerleriyle karşılaşsalar, onlarında sıradan insanlar olduklarını anlayacaklar ve hiçbir korkuları kalmayacak, “General Korku”yu yenecekler. Ve askerlerini geceleyin Alman askerlerini gözetlemeye gönderir, sadece görecekler ve ateş etmeden geri gelecekler. Alman askerlerini gördükleri zaman onların sıradan insan olduklarını anlayacaklar böylece korkularını yeneceklerdir. General Panfilov da taburdaki eksikliği farkındadır.

“Biliyor musun Yoldaş Momiş-Uli taburun neyi eksik? Bir kez Almanları dövmeleri…

‘’Eğer bu olursa Yoldaş Momiş-Uli, bu tabur değil Bulat olacaktır. Bulatın ne olduğunu bilir misiniz? Bu gravürlü çeliktir. Öyle resimli bir çelik ki dünyada hiçbir şey onu silemez.’’ (s.90)
Momiş-Uli disiplin konusundan asla taviz vermemeye kararlıdır. Düşmandan korkulmamalı, cepheden kaçılmamalıdır. Cepheden kaçanlara karşı tavrı hep sert olmuştur. Askerleri anlamak için Panfilov’un sözleri ise hep aklındadır. Panfilov askerlerin içgüdülerini anlatmak ister.

‘’Asker savaşa ölmek için değiş, yaşamak için gider’’

‘’Yaşama içgüdüsü, yaşamayı koruma çabası, doğanın ilk davranışıdır. Sadece kaçmakla doğmaz bu içgüdü, başka türlü de belirebilir. Vahşi bir güç haline gelebilir. Canlı yaratık saldırıya uğradığı zaman savaşır, dövüşür, tırmalar ve kendi varlığını savunmak için saldırır.’’

General Panfilov Kızıl Ordu’nun Moskova önündeki başarasının stratejisinde yeni bir şey keşfediyor. Sovyet askerlerinin inisiyatif alabilme yeteneği, Almanların bütün planlarını bozmaktadır. Kızıl Ordu askerlerinin kişisel gelişkinlikleri, sorumluluk alabilme yetenekleri, zor zamanlarda iş bitirici olmaları askeri anlamda hesaplanmayan ve beklenmeyen şeydi. Askerler parti eğitiminden geçmişlerdi… General Panfilov bunu fark ediyor ve bundan sonraki stratejisini bunun üzerinden kuruyor.

Onları başka türlü düşünmeye zorluyoruz. Almanlar ne düşünmüştü: Sovyetler halkı irade ve isteklerine karşın, zorunlukla kıstırılmıştır ve buyruklara, zorlanmalarla boyun eğmektedir. Savaş neyi gösterdi?

Savaş neyi gösterdi? Almanlar hatlarımızı yarıyordu ve bu pek çok kez yaptılar. Bu sırada birliklerimiz ayrı ayrı bölükler, hatta takımlar halinde bağımsız olarak kaldı. Bazıları tutsak oldu ama kalanlar direndi ve çarpışmayı sürdürdüler. Bu şekilde yönetimsiz direnme düşmana o kadar çok kayıp verdirdi ki bunun hesaplanması olanaksızdır. Komuta kademesinden kopartılmış kişi -parti eğitimi gördüğü için- kendi kendine kararlar alıyor, kendi gücü ve içgüdüsü ile harekete geçebiliyordu.(s.411)

General Panfilov, Teğmen Momiş-Uli’ye güvenmekte, savunma savaşını bütünüyle anlamasını istemekte ve kritik anlarda bu bütünün ihtiyaçlarını sezinleyerek hareket etmesini istemekte. Savaşın gidişatında en kritik yerlerden birinde Ordu Komutan Yardımcısı General Zvagin, Teğmen Momiş-Uli’ye elindeki bölgeyi asla bırakmamasını söyler. Ancak askerlerinin sıkıştığını gören Momiş-Uli askerlerine ilk defa çekilme talimatı verir. Kendisine General tarafından verilen emri çiğnemiştir, sonuçlarına katlanmaya hazırdır. İnisiyatif alır geri çekilir; amacı kaçıyor görüntüsü verip, düşmanın rahatlamasını sağlamak, düşman gevşeyince geri saldırılacaktır. Ve inisiyatif alıp geliştirdiği strateji sayesinde düşmana büyük kayıplar verdirir.

Panfilov ‘’Akılla savaşmak gerekli’’ derdi.’’ Öyle davranacaksınız ki, düşman yarma yaptığı her yerde, yollarda karşısında bizim askeri bulsun’’.

Panfilov, değişen ortamda savaşın sarsıntı ve patlamaları anında aklımla harekete geçmemi istiyordu. Savaşın yöneticisi benden ne istiyor; onu anlayıp sezinlememi istiyordu.

Bu mistik bir çağrı olmalıydı. Bu şeytani bir etki, kendi kendine telkin olmalıydı.(s.199)

Bunun yanında ordunun içerisinde siyasal komiserler bulunmakta. Siyasal komiserler en kritik anlarda soğukkanlılığını koruyarak askerlere öncülük etmekte. Volokolamsk önlerinde Almanlar cepheyi yarmış yandan ve arkadan saldırmakta tabur disiplinini kaybetmiş ve dağılmış geriye doğru çekiliyor, Kıdemli Siyasi Komiser Tolstunov ve Parti Organizatörü Bukaev buyruklarıyla kaçışan askerleri toparlamaya çalışıyor.

Momiş-Uli;

‘’Ben şimdi sıtmaya tutulmuş bu insanları toplayıp tuttuklarını birleştirdiklerini görüyordum.

Hemen o sırada aklıma gelmedi. Ama başka zamanlardaki başka koşullar altında ben bu birleştirici şeyin varlığını duydum. O “Parti” idi(s.179).

 Buyruk verme anını bekliyorum. Ama başaramadım. Sıranın üzerinden Tolstunov’un kuvvetli erkek sesi yankılandı:

‘’Komünarlar!’’
Bu haykırış sadece komünistlere değil herkese sesleniyordu. Birden Tolstunov’un makineliyi göğsüne dayamış koştuğunu gördük. Hem ateş ediyor, hem de bağırıyordu. Üçüncü olarak o kuvvetli ve vahşi haykırış düzlüğe yayıldı:

‘’Vatan için! Hurraaa!’’ (s.188)

Moskova muharebesinin kızışmaya başladığı günlerde 316. Piyade Tümeni’nin bir görevi var. Yedek birlikler gelinceye kadar düşmanı durdurmak. Az güçle düşmanı durdurmak zorundalar, başarıp başaramayacaklarını tartışmıyorlar bile, dayanmak zorundalar çünkü arkaları Moskova. 16 Kasım’da Moskova’nın hemen önünde direniş başlıyor. General Panfilov’un Momiş-Uli’den isteği nettir. 20 Kasım’da yedek birlikler gelinceye kadar dayanmak. Momiş-Uli günleri sayıyor çünkü zamana karşı da savaşıyorlar.

“Bir bilmece var biliyor musunuz: Dünyada en uzun ve en kısa olan, en hızlı giden ve en yavaş olan kimdir; onu umursamaz, sonra da üzülürler.’’

Düşman Moskova önlerinde durduruluyor. Nazilere ilk defa yenilgiyi tattırıyorlar. Savaş esnasında General Panfilov’un yanında bir havan topu patlıyor, hayatını kaybediyor. Zaferi göremiyor. Ancak zafer hakkında da Momiş-Uli’ye bir uyarısı var.

Ya işte Yoldaş Momiş-Uli, zafer kazandığın halde yenilmiş olabilirsin

Nasıl Yoldaş General?

Bedel…Zafer ödediğin bedel. (s.267)

General Panfilov’un birlikleri Moskova önünde destansı bir direniş veriyorlar. “Moskova Önlerinde – Volokolamsk” bir direnişin belgesel romanıdır. Kızıl Ordu birlikleri kahramanca Moskova’yı savunuyor. Bu kahramanlıkların en bilineni ise 28 askerin 20 Alman tankını imha etmesidir. Yine bilinmeyen bir yedek güç çıkmış, inisiyatif almıştı.

Kalemiyle yine haritayı işaretliyordu.

‘’İşte burada biri, kim olduğu bilinmeyen biri çıkmış dağılan taburundan kalanla ve elindeki hafif silahlarla her yandan saldıran düşmanın karşısına dikilmiş, düşmana uzun ve felaket saatler geçirtmeye başlamış.’’

‘’Gencecik bir çocuk. Ama askerleri ile yirmi tankı durdurdu ve öldü. Evet, fedakârdı ama akıllıca öldü’’. (s.558)
Daha sonra 8. Muhafız Tümeni olarak anılacak tümenin askerleri Panfilov’un askerleri ismiyle anılır. Türkçeye Panfilov’un 28 Adamı olarak çevrilen 2016 yapımı bir film de mevcuttur. Film savaşın bütünlüğünden kopuk olarak anlatılırken, izlemek için kötü bir çeviriye katlanmak gerekiyor. “Yaşamak için savaşmak” anlayışını görebileceğiniz filmde, savaşın destansı boyutuna dair sahneler yer almaktadır.

Volokolamsk direnişini en iyi anlatanlar biri ise yoldaşımız Nâzım. Memleketimden İnsan Manzaraları adlı eserinde Panfilov’un 28 askerini anlatan uzunca bir bölüm bulunmaktadır.

…1941 yılı Kasım ayının on altısı.

Volokolamsk şosesinde karın üstünde

20 tane.

Simsiyah.

Koskocaman.

Alaman tanklarının karaltısı.

Herbiri kör bir gergedan gibi yürüyor

öyle acıklı ve korkunç.

Ve aptal bir pehlivan gibi çirkin.

Ve hiç benzemedikleri halde akrebe benziyorlar.

Petelino-garda, siperde 28 insan gördü gelenleri.

Ve yorgun baktılar birbirlerinin yüzüne.

Saatlerce dövüşmüş

ve az önce bitirmişlerdi işini bir düşman bölüğünün.

Ve yan yana, üst üste kadavra doluydu siperin önü.

Tanklar yaklaşıyordu homurdanarak.

Siperde, kıstı kara üzüm gözlerini Mustafa Sungurbay

<<- Vay anam,>> dedi, <<vay,

20 tane be.>> …(s.451)