MİT davasında karar

Gülen Cemaati’nin MİT’e yönelik kumpas düzenlediği iddiasına ilişkin 10'u tutuklu 18 sanığın yargılandığı davada, 9 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi.

Haber Merkezi

Gülen Cemaati'nin 7 Şubat 2012'de Milli İstihbarat Teşkilatı'na (MİT) "kumpas" düzenlediği iddiasına ilişkin 10'u tutuklu 18 sanığın yargılandığı davada karar çıktı. 

Mahkeme, "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme" suçundan 9 sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verdi.

7 Şubat'ta ne olmuştu?

Tarihler 7 Şubat 2012'yi gösterdiğinde, Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya, üç kritik ismi ifade vermek üzere Savcılığa çağırdı. Çağrılan isimler Oslo'da PKK ile masaya oturan ve Erdoğan'ın özel yetkili temsilcisi sıfatıyla orada bulunduğunu belirten MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş'di.

Davetin konusu ise Oslo görüşmeleri ve PKK-MİT ilişkileriydi. Bu çağrı basının gündemine girer girmez ülkede büyük bir tartışma ve kriz de başlamış oldu.

AKP medyasına göre, Fidan bu "şok" telefon sonrası ilk olarak Erdoğan'ı aradı ama ulaşamadı. Ardından dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü aradı. Tam da burada ilginç bir iddia gündeme geliyor. Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen birçok yazar, Gül'ün Fidan'a ifade vermeye gitmesi gerektiğini söylediğini ileri sürüyor. Bu çerçevede Türkiye gazetesi tarafından manşetten yayımlanan "Korkunç Narkoz Planı Tutmadı" başlıklı haberde, "Gül, bence ifadenizi verin, bir problem çıkacağını sanmıyorum" dedi. Bu telefonun hemen ardından Başbakan Erdoğan, Hakan Fidan'a cevaben döndü. Fidan, savcının talebinden Başbakan'a da söz etti. Erdoğan ise, Fidan'dan kesinlikle ifade vermeye gitmemesini istedi" iddiası dile getirildi.

Bu haberin hemen ardından Abdullah Gül'ün Danışmanı Ahmet Sever tarafından Gül adına yapılan açıklamada, Gül'ün kesin bir dille Fidan'a ifadeye gitmemesi gerektiğini söylediği belirtildi. Daha sonra Gül'ün tavrına ilişkin daha detaylı iddialar da gündeme geldi. Gül'ün ifade çağrısının hemen ardından Fidan'ı polis ekiplerinin almaması için Çankaya Köşkü'nde bir süre sakladığı iddiası bile gündeme geldi. 

Sonuç olarak Fidan korumaya alınmıştı. Tam o sırada Cemaatçi polislerin MİT'in İstanbul binasına geldiği, burada karşılıklı silahların çekildiği iddiası ise birçok kaynak tarafından farklı şekillerde dile getirildi. Sonuç olarak çekilen silahlar yerlerine konulmuştu...

Hakan Fidan ortadan kaybolmuştu. Savcı bir büyük hamle daha yapıp, bu kez Fidan ve diğer MİT'çiler hakkında gözaltı ve yakalama kararı çıkardı. Üstelik iki eski MİT'çinin evinde polis ekipleri arama yaptı. 

Hakan Fidan nelerle suçlandı?

Operasyon büyük yankı uyandırmıştı, herkesin aklındaki ortak soru, düzenin iki ortağı olarak görülen AKP ve Cemaat arasında neden bu kavganın yaşandığıydı.

Fidan hakkında servis edilen iddialar şöyleydi:

-MİT, örgütün yönetilmesine aracılık etti.
-KCK MİT'in gözetiminde kuruluşunu tamamladı.
-MİT elde ettiği saldırı ihbarlarını önlemek bir yana gerçekleşmesi için kolaylıklar sağladı.
-PKK'ye karşı operasyonları engelledi.

AKP hamlesi

İktidarı boyunca karşılaşmadığı bir krizle karşı karşıyaydı AKP. İlk olarak Fidan'ı mutlak biçimde koruma kararı aldılar.

7 Şubat'tan sadece bir hafta sonra MİT Kanunu'nda yapılan değişiklikle Hakan Fidan hakkında soruşturma açabilme izni Erdoğan'ın onayına bağlandı. Erdoğan, Fidan'ı yedirmemeye kararlıydı. Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, tarihler 16 Şubat 2012'yi gösterdiğinde Fidan'ı belki de tutuklamak için hamle yapan Savcı Sadrettin Sarıkaya hakkında inceleme başlattıklarını açıkladı.

AKP'nin alelacele attığı bu adımların nedeni, Erdoğan'ın Fidan'ı vermemek için neden hamle üstüne hamle yaptığı şu sözlerinde saklı:

"MİT olayındaki gelişmelerde sessiz kalmak mümkün değil. Niye. Benim malum nekahat dönemime rastlayan süreçti. Benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti devletinin sır küpü. Türkiye’nin geleceğinin sır küpü... Yargı, görevi olmayan bir alana girdi. Bu konuda hakkı olmayan konumda kendini hissedince kusura bakmasın bizi karşısında görür. Yargı, kendini yasamanın üzerinde göremez. 250 meselesinden Müsteşar’ı yargılama süreci içine sokmaya çalıştı. Bu konuda ilk kez konuşuyorum."

Aynı dönemde (2012 Haziran) Erdoğan başkanlık sistemini de gündeme getirdiği bir başka açıklamasında yine Hakan Fidan olayına değiniyor ve "alacaksanız beni alın, talimatı veren benim" diyordu.

Konuşmanın  başkanlık ve Fidan dışındaki bir diğer önemli başlığı da Balyoz ve Ergenekon'daki uzun tutukluluklar oluyor, Erdoğan buna karşı olduğunu söylüyordu. Bu sinyal de ortağına önemli bir mesaj içeriyordu.

Karşılıklı iyi niyet mesajları gelmişti

Erdoğan tüm bunlara karşın krizin ilk günleri sonrasında Cemaat'le köprüleri tümden atmak niyetinde olmadığını gösterdi ve tam da bu yüzden "Hiç kimse ellerini ovuşturmasın. Hiç kimse fitne ve fesat tohumlarının yeşereceği umuduna kapılmasın. Kimse kriz duasına çıkmasın. Kimse kaos çatışma hayalleri kurmasın... Ne devletin kurumları arasında ne de bu milletin evlatları arasında bir çatışma bir husumet bir anlaşmazlık yoktur ve olamaz" ekini yaptı. Evet, "atanmışları seçilmişlere kul etmeyiz" diyerek diş gösteriyordu ama diğer taraftan köprüleri atmak niyetinde olmadığının da sinyalini veriyordu.

Bu eli Gülen de görecekti... Erdoğan'ın ameliyat masasına yatmasının hemen sonrasında bir açıklama yapan Gülen, Erdoğan'a yönelik belki de ilk kez bu kadar iyi cümleler kuracaktı:

"Her gün Rabb'ime iltica edip O'nun yüce dergâhına yöneldiğimde her daim dua ettiğim Başbakan'ımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın ikinci kez ameliyat olduğunu öğrendim. İlk ameliyatını duyduğumda da fevkalade derinden üzülmüş, hastalığından bir an önce kurtulmasını dilemiştim. Hatta yakın dostlarıma 'Hizmetlerinden dolayı nazar mı değiyor yoksa başka bir olumsuzluk mu söz konusu?' demiştim.

Şimdi yeniden ameliyat olduğunu teessürle öğrendim. Bu ameliyatın tamamlayıcı bir müdahale olmasından müteselli oldum. Yaptığı hizmetlerle milletimizin medar-ı iftiharı haline gelmiş Başbakan'ımızın bir an önce sağlığına kavuşmasını, görevinin başına yepyeni bir dinamizmle geçmesini Cenab-ı Erhamürrâhimîn'den niyaz eder, kendisine acil şifalar temenni ederim."
22

Bu dua ve temenniler kavgayı bir süre yatıştıracaktı ancak daha sonra daha büyük kırılma anları yaşanacaktı.