Metiner’in tek yanlışı Mısır’la Rusya’yı karıştırması değil

Mehmet Metiner’in katıldığı bir televizyon programında 93 Harbi ve Rusya’yla, Osmanlı-Mısır Harbi ve Kavalalı’yı karıştırması çok konuşuldu. Oysa hem ortada gerçekten karıştırılacak benzerlikler vardı hem de Metiner’in asıl yanlışı başkaydı.

Deniz Gönenç

Fotoğraftakiler: (Soldan sağa) Metiner, Kavalalı Mehmed Ali Paşa (Mısırlıymış!), Çar 2. Aleksandr ve Sultan 2. Mahmut

Eski AKP milletvekili Mehmet Metiner katıldığı bir televizyon programında, Mısır’ın tarihsel olarak Türklerin dostu olmadığını savunurken, ‘‘Biz tarihte Mısır’ın Ayastefanos’a, Yeşilköy’e kadar nasıl geldiğini biliriz. İngiltere’nin onu önlemek için Türkiye’den ne tavizler kopardığını biliriz’’ deyiverdi.

Programın konuklarından Şaban Sevinç ‘‘Mısır değil Rusya’’ diyerek Metiner’i düzeltirken, Metiner birkaç saniye boyunca diyecek bir şey bulamadı.

Metiner’in yaptığı hata ve sonrasında donup kalması gün boyunca konuşuldu ama Metiner’in yorumlarındaki esas mesele üzerinde pek durulmadı.

Mısır gerçekten de tarihsel olarak Türkiye’nin düşmanı mıydı? Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa ordusuyla, belki Yeşilköy’e değil ama Konya ve Kütahya’ya kadar Türklere düşman olduğu için mi gelmişti?

Çok konuşulan gaf

Metiner'in bir yanlışını düzelttiler ama asıl yanlışa dokunan olmadı.

Öncelikle Metiner’in yanlışının doğrusunu anlatalım.

Osmanlı’nın İngiltere’ye el açtığı doğru

Dönemin Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, 1833 yılında oğlu İbrahim Paşa için talep ettiği Suriye valiliğinin verilmemesi üzerine önce Suriye üzerine yürümüş, daha sonra Osmanlı ordusunun karşısında dağıldığını, kargaşa içindeki Suriye ve Anadolu şehirlerinin kendisine direnmediğini, hatta bazı şehirlerin kapılarını açtığını görerek Konya ve Kütahya’ya kadar ilerlemişti.

Yeşilköy’e kadar ilerleyenler Osmanlı ordularının bir başka ağır yenilgi yaşadıkları 93 Harbi’nde (1877-78) Ruslardı. Fakat her iki savaşın da ortak özelliği, köşeye sıkışan Osmanlı devletinin Metiner’in de kabul ettiği gibi kurtulmak için İngiltere’ye el açması, karşılığındaysa önemli tavizler vermesi olmuştu. 

1840 tarihli Londra Anlaşması’na kadar devam edecek Mısır-Osmanlı savaşlarının neticesi, Mısır vilayeti de dahil olmak üzere Osmanlı’nın geriye kalan iktisadi bağımsızlığının, tekel sisteminin ve gümrük duvarlarının İngiliz çıkarları lehine yıkılması, 93 Harbi’nin sonucuysa Kıbrıs adasının İngilizlere bırakılması oldu.

Mısır değil Osmanlı paşası

Ancak Kavalalı ile II. Mahmud arasında yaşanan çatışma pek de Metiner’in iddia ettiği gibi Mısır’la ‘‘Türkler’’ arasındaki tarihsel düşmanlığın sonucu değildi. Evet Kavalalı’nın orduları zorla askere alınmış Mısır köylülerinden oluşuyordu ama subayların hepsi Türkçe konuşan Osmanlı seçkinleriydi. Arapça konuşan köylülerin belirli rütbelerin üzerine çıkması yasaktı. Mısırlı Araplarla, Türk, Arnavut ve Çerkeslerden oluşan bu Osmanlı seçkinleri arasındaki aşılmaz duvarlar ve sınıf farkı bir sonraki yüzyıl boyunca devam edecek, 1882 yılında Arabi Paşa ayaklanmasına neden olacaktı.

Dahası Kavalalı’nın niyeti Osmanlı devletini yıkmaktan, hatta bağımsızlık elde etmekten ziyade, Mısır’ın ekonomik hinterlandı kabul edilen Suriye vilayetinin gelirlerine konmaktı. II. Mahmud’un merkezileşmeye dönük reformlarına tepkili olan Anadolulu mülk sahiplerinin kendisine kucak açtığını gördüğündeyse, zaten bir valisi olduğu İmparatorluğun uluslararası koşullar da el verirse tahtına oturabileceğini düşündü. II. Mahmud koruma için önce Ruslara ardından İngilizlere yönelince koşulların uygun olmadığını anlayıp elindekilerle yetinmek üzere geri döndü. 

II. Mahmud İngiltere’nin de desteğiyle 1839’da rövanşı ve tabii Suriye’yi almak istediğindeyse, Osmanlı orduları bu kez Nizip’te yenildi. İngiltere’nin müdahalesi sonucunda Kavalalı’nın Mısır valiliğini babadan oğula geçirebilecek bir hıdivlik olarak elinde tutacağı, Osmanlı’nınsa Girit ve Suriye üzerinde yeniden hâkimiyet kuracağı Londra Anlaşması İmzalandı. Anlaşma sonucunda hem Mısır vilayetinin hem de parçası olduğu Osmanlı’nın iktisaden başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlere bağımlılığı derinleşti.

Mısır ve Türkiye: Düşman değil kader ortağı

Osmanlı’nın yarı-sömürge, Mısır’ınsa İngiliz sömürgesi haline geldiği daha sonraki süreç ve iki coğrafyanın birer ulus devlete dönüştüğü 20. yüzyıla damgasını vuransa tarihsel bir düşmanlıktan ziyade, sınırların aşılmadığı, dengenin sürekli gözetildiği bir bölgesel rekabetti. Ama daha önemlisi emperyalizmin yayılması karşısında benzer kaderleri yaşayan bu iki coğrafya, siyasal, kültürel ve düşünsel anlamda birbirini etkilemeyi sürdürdü. 19. yüzyılda her iki ülkenin burjuva devrimcileri birbirlerinden çok şey öğrendiler. 1920’lerde Mısırlı milliyetçi aydınlar bağımsızlık mücadelesi için gözlerini yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne çevirirken, 1960’larda bu kez emperyalizm karşıtı Türkiye aydınları Cemal Abdülnasır ve Hür Subaylar’da ilham aradılar. Alışveriş her zaman ilerletici değildi elbette. Türkiye İslamclığı Mısır merkezli tartışmalara ve Müslüman Kardeşler’e çok şey borçluydu.

Peki ya düşmanlık? Düşmanlık görmek isteyen varsa 19. yüzyılın hanedan kavgalarından ziyade Mısır ve Türkiye İslamcılıklarının geçtiğimiz on yılda kesişen yollarına, iktidar maceralarına ve emperyal heveslerine bakmalı.