Merkez Bankası sermaye adına işini yapıyor

Kur şokuyla birlikte Merkez Bankası politikaları yine tartışmaların merkezine oturdu. Düzen muhalefetinin sığ eleştirisi bu: Ne yaptığı belli olmayan Merkez Bankası. Bu sığlık emekçilere kesilen en büyük faturayı gölgeliyor.

Adile Kaya

2020’nin ikinci kur şoku yaşanıyor. TL’nin iki günlük değer kaybı yüzde 5’i buldu. Üstelik Mayıs ayındaki kur şokundan farklı olarak tüm dünyada dolar değer kaybeder, diğer ülke para birimleri değer kazanırken TL eriyor. Mayıs’ta dolar değerlenirken TL diğer para birimleriyle birlikte değer kaybetmiş, yüksek kırılganlıklar nedeniyle TL’nin değer kaybı daha fazla olmuştu. Türkiye’nin Mayıs-Haziran’da yüklü dış borç ödemeleri olması değer kaybını artırmıştı. Şu anda, Kasım’a kadar benzer bir yüklü ödeme de bulunmuyor. 

Son kur şokunu tetikleyen öne çıkan nedenler:

-Merkez Bankası rezervlerindeki hızlı erime,

-“Normalleşme” ve ekonomik faaliyetlerdeki göreli canlanmayla birlikte artan döviz talebi,

-Merkez Bankası son Para Politikası Kurulu toplantısında politika faizinde değişikliğe gidilmemesi,

-Enflasyonun beklentilerin üzerinde seyretmesi ve Merkez Bankası tahminlerinin aksine artmaya devam edeceği yönündeki öngörüler. 

Bu nedenlerin bir bölümü sonuç, bir bölümünün de açıklayıcı gücü zayıf. Türkiye ekonomisi pandemi sürecinde iyice ağırlaşan bir krizin içinde, çok kaba bir ifadeyle bir taraftaki delik kapatılırken başka bir tarafın patlamasının engellenemediği bir yapı söz konusu. Pandemi sürecinde kamu kaynakları sermaye borçlarının çevrilmesi ve sermaye kayıplarının azaltılması için yoğun biçimde kullanıldı. Ancak dış kaynak bağımlılığı yüksek bir ekonomide kaynak temini konusunda devletin daha fazla rol üstlenmesi “hareket alanı” sağlasa da sınırlara çarpmayı engellemiyor. 

Türkiye ekonomisi dünyadaki dışa bağımlılığı en yüksek ekonomilerden biri. Enerji başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki değişime göre iniş çıkışlar gösterse de düzenli artış içinde olan dış ticaret açığı Türkiye’yi düzenli kaynak girişine bağımlı kılıyor. Uluslararası sermaye hareketleri söz konusu olduğunda Türkiye’nin aynı ligde değerlendirildiği ülkeler içinde Hindistan ve Filipinler’in ardından dış ticaret açığı en yüksek ülke Türkiye. Hindistan ve Filipinler’e kıyasla Türkiye ekonomisinin sektörel çeşitliliği ve derinliği nedeniyle ithalat kompozisyonunda ara malı ve sermaye malı ağırlığı daha yüksek, sanayi üretimin devamlılığı için ithalat bağımlılığı çok daha derin. 

Kaynak: ITC Trademap

Türkiye dış ticaret açığının bir bölümünü turizm başta olmak üzere hizmet sektörlerinden elde ettiği gelirlerle kapatırken kalanı için düzenli dış kaynak girişine muhtaç. Dış kaynak kullanımında çok kabaca üç mekanizma söz konusu. İlki dış borçlanma yoluyla kamu kuruluşları, bankalar ya da özel şirketlerin yurtdışı finans kuruluşlarından sağladıkları krediler. İkincisi üretim ya da hizmet sektörlerine gelen doğrudan yabancı yatırımlar. Üçüncü ise portföy yatırımları olarak adlandırılan tahvil ve hisse senetleri yoluyla giren yabancı sermaye. Üç mekanizma da farklı ama yıkıcı sonuçları olan riskler barındırıyor. 

Harcıalem değerlendirmelerde yabancı sermayenin “en makbul” hali olarak görülen doğrudan yabancı sermaye yatırımları, bugün Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu kırılgan yapının en önemli sorumlusu. 2000’li yıllarda yüksek düzeyde doğrudan yatırım girişiyle, ithalat bağımlılığındaki hızlı artış arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor. Uzun süredir zayıf seyreden doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yakın gelecekte artma olasılığı bulunmuyor. Çok vurgulandığı üzere hukuk, demokrasi eksiğinden ziyade emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı tıkanıklıklar, uluslararası işbölümünde değişikliğe ilişkin belirsizlikler, Türkiye’nin sunduğu hazır fırsatların azalması (özelleştirmeler ya da sıfırdan yaratılan talep vb) gibi nedenler öne çıkıyor. 

Dış borç mekanizmasında Türkiye’nin borç stokunun azaldığı görülüyor. 2017 sonunda 455 milyar dolar olan dış borç, 2020’nin ilk çeyreğinde 431 milyar dolara düştü. Kamunun dış borcunda 40 milyar dolar civarında artış olmasına rağmen, özel sektör 63,4 milyar dolar borç kapattı. Özel sektörün kapattığı borcun 36,8 milyar doları özel bankalardan kaynaklandı. 2018 yılındaki kur şokuyla birlikte döviz borçlanmanın pahalı ve riskli hale gelmesi önemli bir etken. Ama hem özel bankalar hem de diğer özel sektör şirketlerinin normal koşullarda aldıkları riskin sonuçları kamuya aktarılmış oldu. Fiilen batık ya da bilançosu bozuk banka ya da şirketler, düşen kredibiliteleri nedeniyle de isteseler de dışarıdan borçlanamaz duruma geldi. 

Portföy yatırımlarında ise iniş çıkışlı seyir, pandemi sürecinde hızlı bir çıkışa evrildi. 

Merkez Bankası ne yaptı?

Merkez Bankası’nın uluslararası derecelendirme kuruluşları başta olmak üzere uluslararası sermaye çevrelerinin işaret ettiği1 doğrultuda borç stokunun çevrilmesinde değişik araçlarla daha fazla rol üstlendiği, “top çevirme” konusunda hareket alanını genişlettiği görülüyor. 

29 Temmuz’da açıklanan Merkez Bankası Enflasyon Raporu’nda pandemi sürecinde “parasal genişleme” ya da “piyasayı fonlama” başlığı altında neler yapıldığı özetleniyor. Sistemin fonlama ihtiyacının önemli bir bölümünün TCMB ve BİST bünyesinde gerçekleştirilen döviz karşılığı TL swap işlemleriyle karşılandığı, aynı zamanda açık piyasa işlemleri (APİ) aracılığıyla sağlanan fonlamanın kompozisyonunda salgın sonrası devreye alınan yeni imkânlar nedeniyle değişiklik gözlendiği vurgulanıyor. Swap işlemlerinin tutarı 60 milyar dolar civarında hesaplanırken repo ihalelerinin ağırlık taşıdığı APİ fonlaması da, 20,7 milyar TL’si İşsizlik Sigortası Fonu üzerinden yapılan işlemler olmak üzere 67 milyar TL’ye ulaştı.2 Raporda pandemi döneminde benzer gelişmişlikteki ekonomilerin tahvil alım programlarıyla Türkiye’nin tahvil alımı karşılaştırılıyor ve Türkiye’nin tahvil getirisinin daha fazla düşüş kaydettiği belirtiliyor. 

Swap’lara ek olarak Merkez Bankası reeskont kredilerinin geri dönüşlerinin (41,5 milyar dolar) yine piyasayı fonlamak için kullanıldığı, swap’larla birlikte rezerv kullanımının 100 milyar doları bulduğu ifade ediliyor.3

Swap işlemlerinin döviz borç ödemeleri ve ithalatın fonlamasına yaradığı, söz konusu ödemelerin de esas olarak özel şirketler ve bankalara ait olduğu açık. Üzerinde çok fırtına koparılan eksi döviz rezervi, esasında bir rezerv buharlaşmasından çok devletin sermaye adına büyük bir kur zararını üstlenmesi anlamına geliyor. Merkez Bankası’nın aktardığı 100 milyar doları özel sektörün kapattığı 63,4 milyar dolarlık dış borca ithalat finansmanını ekleyerek ulaşmak mümkün. Swap’lar eklendiğinde bile -ki teknik olarak ne kadar doğru tartışmalı- kamu borcunun GSYH oranı yani kamunun borçlanma kapasitesine ve Türkiye’nin borç sadakatine güvenerek hareket ediliyor. 2019 sonu IMF verilerine göre Türkiye’de kamu borcunun GSYH oranı yüzde 39,3 idi. Söz konusu oranın 2020’nin ilk yarısında biraz daha arttığı, swap’lar da eklendiğinde yüzde 45’e yaklaştığı tahmin ediliyor. Aynı oran gelişmiş kapitalist ülkeler için ortalama yüzde 122, gelişmekte olan kapitalist ülkeler için ortalama yüzde 62. Pandemi süreci, merkez bankalarının hareket alanını fazlasıyla genişletirken TCMB’nin de olanakları sermaye için sonuna kadar zorladığı görülüyor. Tam olarak bir cepten alıp öbür cebe koyma örneği olan bankaların İşsizlik Sigortası Fonu’ndan aldıkları Devlet İç Borçlanma Senetleri’ni (DİBS) TCMB’ye satmasına dayalı fonlama, Merkez Bankası terminolojisiyle “aktarım mekanizmasını güçlendirmek” amaçlı işlemler de dahil her tür “atraksiyona” açık bir dönemden geçildiği saptanmalı. 

Türkiye kapitalizminin bekası için oynanan kumarın büyüdüğü, daha karmaşık mekanizmalara başvurdukça risklerin arttığı, daha önemlisi özel sektör batıklarının çok iyi ambalajlanarak halka aktarıldığı açık. Ancak Merkez Bankası’na yönelik düzen içi eleştirilerdeki sınıfsal körlük ya da sermaye yandaşlığı hareket alanı belki de en geniş noktalar üzerinden felaket tellallığı yapmaya yol açıyor. 

İktidarın karikatür açıklamaları, düzen muhalefetinin sığ analizlerini besliyor

Kur şokuna ilişkin siyasi iktidar cephesinden gelen açıklamalarda “iç ve dış güçlerin saldırısı” vurgusu öne çıkıyor. Düzen muhalefeti de esas olarak ekonomi yönetiminin beceriksizliğine, Merkez Bankası döviz rezervleri başta olmak üzere kamu kaynaklarının savurganca kullanılmasına dikkat çekiyor. 

Saldırı iddiası piyasa mekanizmasının temel özellikleri düşünüldüğünde açık ki muazzam bir gülünçlük. Türkiye’nin uluslararası sermayeye entegrasyonunu derinleştirme konusunda özel bir misyon üstlenen, bu bağlamda dünya literatürüne geçecek işler yapan bir iktidarın temsilcileri büyük ölçüde “kâr güdüsü”ne dayanan sermaye hareketlerini “komplo” olarak tanımlıyor. Ekonomi yönetimi, büyük bir gayretle, uluslararası, yerli ayrımı yapmadan sermaye sınıfını ihya etmeye çalışıyor. 

Düzen muhalefeti ise konuyu Merkez Bankası politikaları ve uygulamalarının yanlışlığına, siyasi müdahalelerle şekillendirilmesine daraltmayı tercih ediyor. Eriyen Merkez Bankası rezervleri, kamu bankalarından saçılan krediler, kamunun iç ve dış borç yükünün artması gibi gelişmelerle düzenin sınıfsal karakteri arasındaki bağ görmezden geliniyor. 

Düzen muhalefetinin sermaye sınıfı adına en doğru politika setinin ne olduğunu tartışmaya iştahlı olması elbette şaşırtıcı değil. En doğruyu bulma amacından ziyade bir tür kriz dönemi fonksiyonu olarak yararlı, çünkü zihin bulandırmaya, gerçekleri örtmeye hizmet ediyor. 

2018’den bu yana TL’de yaşanan büyük çöküş geniş emekçi yığınların ağır yoksullaşmasını en iyi anlatan göstergelerden biri. Ağır yoksullaşmayla, özel sektör döviz borcunun azalması ve borç vadelerinin uzaması4, halka açık şirketler ve İSO En Büyük 500 Sanayi Kuruluşu’nun ciro ve kârlılıklarının artması5 arasında hiç sofistike olmayan, çok açık, yalın bir bağ var. Türkiye’nin varı yoğu son iki yıldır sermayeyi kurtarmak için harcanıyor. 

Siyasi iktidar adına yapılan komplo vurgusu baskın açıklamalar, düzen muhalefetinin “çok büyük olanaklar içinde çok büyük beceriksizlikler yapılıyor” yaklaşımını besliyor. İktidar cephesinden gelen karikatür açıklamalar düzen yanlısı muhalefeti kolaylaştırıyor, muhalefetin suya sabuna dokunmayan, son derece geri ve sığ analizlerine derinlik kazandırıyor.