Melis Gönenç'in yazısına Burcu Soysev'den yanıt

Melis Gönenç'in kaleme aldığı 'İDOB'un yeniden yapılandırılması' başlıklı yazıyı 11 Haziran günü yayımlamıştık.
Yazıda eleştiri konusu yapılmış olan Burcu Soysev'in, bu yazıyla yanıt niteliği taşıyan mektubu olduğu gibi yayınlıyoruz.

Haber Merkezi

Melis Gönenç'in kaleme aldığı 'İDOB'un yeniden yapılandırılması' başlıklı yazıyı 11 Haziran günü yayımlamıştık.
Burcu Soysev, bu yazıyla ilgili görüşlerini soL'a iletti.

"Hakkımda gazetenizde yazısı yer alan Melis Gönenç tarafından yazılmış yazının neredeyse tamamı mesleğime ve hayatıma dair kamuya açık bilgilerimden işine gelenleri kendi istediği doğrultuda kurguladığı hayal ürünü senaryoya dayanmaktadır" sözleriyle başlayan ve Soysev açısından yanıt niteliği taşıyan mektubunu olduğu gibi yayınlıyoruz: 

Hakkımda gazetenizde yazısı yer alan Melis Gönenç tarafından yazılmış yazının neredeyse tamamı mesleğime ve hayatıma dair kamuya açık bilgilerimden işine gelenleri kendi istediği doğrultuda kurguladığı hayal ürünü senaryoya dayanmaktadır. O kadar ki hepsini burada tek tek düzeltmem için bu kişinin yazdığını ve doğrusunu cümle cümle yazmam gerekir, bu da sayfalar tutar... Çünkü hayatımda yaptığım her hareketi (saç uzatmaktan dövmelerime kadar), verdiğim konserleri, sanatsal faaliyetlerimden siyasi kulp takmaya çalışacağı her şeyi oluşturduğu karaktere asılsız kurgusal bağlantılarla monte etmiştir. Bunlardan bir kaçına, yaptığım Facebook açıklamamda değindim. Daha fazlasına gerek yok çünkü mantık ve senaryo hepsinde aynı. Facebook açıklamam durumu özetlemektedir.

“Beni tanıyanlara hiçbir şey açıklamak zorunda değilim. Tanımayanlara da sadece şunu söylemek isterim: Baştan aşağı hayatımda yaşadığım aşamaların, olayların ve sanatsal kariyerimin işine gelen kısmını işine geldiği şekilde kurgulamış, söylediğim bazı cümleleri cımbızla çekip, kendi amacına göre beni yerleştirdiği imaj dahilinde gereken yerlere monte etmiş, eski bir TRT çalışanı olan babamın şarkısını TRT Avaz’da söylediğim konserden bile arkamı sağlama alıp operada solistlik elde edebileceğimi düşünmüş, Atatürk’ün en sevdiği türkülerden Çalın Davulları türküsünü ve Ninni’yi seslendirdiğim ve Çanakkale şehitlerini anma konseri olarak düzenlenen Hava Harp Okulu konserimizde arkamızda yer alan slayt gösterisindeki resimlere bile benim ideololik mesajım olarak anlam biçmiş, (arkamda gösterilen slaytta ne olduğundan bir şarkıcı olarak haberdar olma olasılığım sıfırdır), bir röportajımda yaptığım provasız The Rake’s Progress temsilimden sonra yeni roller almak isteğimi dile getirdiğim “ çok fazla özveride bulunmuş biri olarak hakkımın teslim edilmesini istiyorum” cümlemi “saraya müdürlük dilekçesi” olarak servis etmiş, bir sanatçı olarak kendi sanatımı tanıtmak amacıyla çıktığım ve politik hiçbir söylev içermeyen televizyon röportajlarımı çıktığım kanala göre siyasi görüşüm olarak empoze etmiş, Genel Müdürümüzün geçen yıl Çeşme’de yaptığı konserine ailecek ve hocalarımızla birlikte gittiğimiz ve herkese açık Facebook hesabımdan toplu olarak paylaştığım fotoğrafı ikiliye çevirip altına “Bilkent ikizleri” yazmış, İstanbul Devlet Operası Müdürlüğü tarafından genel prova ve konser için ayrı ayrı verilmiş izinlerle çıktığım Mustafa Alpagut Şarkıları konseri hakkında “nerede hukuk kuralları, izinsiz çıktı” demiş, boş atıp dolu tutmaya çalışan bir zihniyete susuyormuşum öyle mi? Nesine konuşayım ki bunun? Ben sadece şarkı söylemek istedim, şarkı söylemek istiyorum... Hayatta da başka bir derdim, amacım olmadı. Bu kadar fedakarlığı sadece şarkı söyleyebilmek için yaptım. Beni kendi algı yönetimlerinde bir yerlere koymak isteyen zihniyete sesleniyorum; yukardakilere benzer her cümlenize yukardakiler gibi verilecek bir karşılığım var ama gerek duymuyorum, çünkü bu kadarı bile anlamak isteyene kafi.”

Kendisinin hakkımda yazdığı yazının dayanaksızlıklarına dair aldığım notlar yaklaşık on sayfa tutuyor. Aşağılamaları, sözcük olarak olmasa da anlam olarak hakaret içeren söylemleri ise bu on sayfanın dışındadır. Son cümlesindeki “kusmuk” ise hakaretin kendisidir ve yazının geneline dair demek istediğim şey; bu nasıl bir üsluptur?!Dayanaksız, gerekçesiz, internetten ve sosyal medya hesaplarımdan (tüm hesaplarım zaten halka açıktır) bulabildiği bazı bilgilerim üzerine kurduğu hayali bağlantılarla, kişisel garezlerle yapılan gazetecilik sizce ne kadar etiktir? Yazıda hakkımda tek bir olumlu, iyi niyetli cümle yoktur, sizce böyle bir eleştiri ne kadar objektiftir?

Alanımın en iyi fakültelerinden (A.Ü. Hukuk Fakültesi ve Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi) mezun olmuş, akademik kariyer yapmış, mesleğimde Doçent olmuş (sahneye çıkmak için Hacettepe Konservatuvarı Öğretim Görevlisi kadrosunu bırakmış biri olarak sahnenin anlamını ve önemini yeterince bilirim, ama bu ünvanı da kolay almadım, ünvanımın değerini de kimseye düşürtmem, küçümsetmem) sayısız kez sahneye çıkmış, beş başrol (W. A. Mozart - Don Giovanni - Zerlina - Ankara Devlet Operası - altı temsil, G. F. Handel - Tamerlano - Asteria - Ankara Devlet Operası - dört temsil, - I. Stravinsky - The Rake’s Progress - Anne Truelove -İstanbul Devlet Operası - dört temsil, A. Vivaldi - Bajazet - Irene - İstanbul Devlet Operası - sekiz temsil, W. A. Mozart - Cosi fan Tutte - Despina - Ankara Devlet Operası - bir temsil) buraya yazamayacağım kadar çok sayıda yan rol, çocuk oyunları, vodviller, kurum dahilinde ve dışında orkestralı ve piyanolu konserler, resitaller vermiş (yazdığı yazıda rollerimin sayısına, konser ve resitallerime dair ciddi bilgi eksikleri vardır, belgeleriyle kanıtlarım), sayısız koro eserinde söylemiş, mesleğimin otorite sayılacak insanlarından onay almış, bu yolda büyük zorluklarla karşılaşmış, alnımın teriyle ve dişimle tırnağımla kazıya kazıya bugüne gelmiş biriyim, hala da kazıyorum...

Solo rollerimin ve konserlerimin yanısıra Ankara’da on üç yıl, İstanbul’da da yedi yıl koro sanatçısı olarak çalıştım ama kendimi “bir şey olamamış”, “koroya mıhlanmış kalmış” görmüyorum çünkü koro sanatçılığı solist sanatçılıktan farklı özellikler taşıyan başka bir meslektir, koro sanatçıları solist sanatçılardan daha yeteneksiz, başarısız ve yetersiz olduklarından koroda yer almazlar, mesleki tercihler, çalışma şartlarının farklılıkları ve şarkıcılığa dair farklı özellikleri nedeniyle koro ya da soloda görev alırlar. Biri birinden üstün değildir. Tek başına ve toplu halde şarkı söylemenin kendine göre ayrı ayrı zorlukları vardır. Temel olarak korist ve solistler aynı eğitimden geçerler. Korodan pek çok değerli solist arkadaşımız çıkmıştır ve çıkacaktır. Kişinin solist olarak görev alması bir “yükselme” değil görev değişikliğidir.

Ben uzun zamandır bu mesleğin içindeyim ve Ankara’da da İstanbul’da da pek çok sanatsal etkinlikte, temsilde, konserde sahneye çıkmış bir opera sanatçısıyım. Bu etkinliklerden sonra hakkımda kendisini kanıtlamış ve klasik müzik camiasında saygın yeri olan pek çok eleştirmen yazı yazmıştır... Kendisi bana öyle bir karakter biçmiştir ki bu örgüye göre çeşitli zamanlarda hakkımda yazılar yazmış birbirinden bağımsız bütün bu eleştirmenler beni müdür yapmak için övmekte, tüm gazeteler beni müdür yapmak için yazmakta, televizyonlar bunun için uğraşmakta, Kültür Bakanlığı bile beni parlatmak için ses kaydımı kullanmaktadır. Kişi şunun farkında değildir ki iki yıla yakın zamanda sosyal medyada milyonlarca kişi videolarımı izlemiştir. Bana basın yayın organlarının ve bazı resmi kurumların gösterdiği ilginin temeli budur. Fakat sosyal medyada bilinmeden önce de ben saygın ve düzgün işler yapan bir opera sanatçısıydım. Yazıyı yazan kişi neden meslek hayatımın çeşitli yıllarında hakkımda yazan eleştirmenlerin fikirlerini değil de kendisinin fikrini üstün tutmaktadır, orası da tartışma konusudur.

Bu kadar yıllık kariyerin hiç mi iyi yanı yoktur, olmamıştır ve sizce bu ne kadar inandırıcıdır? Hiç tanımadığım, hiçbir zarar vermediğim ve beni hiç tanımayan birinin bana karşı bu kadar büyük öfke duymasından çok büyük üzüntü duydum. Hakkımda böylesine hınç dolu bir yazı yazmak ancak öfke ve nefretle mümkündür çünkü... İnternette söylediğim şarkıların başındaki konuşmalarıma kadar tek tek yazmak, işine gelenleri tek tek listelemek bile bunun göstergesidir. Her ne hikmetse seslendirdiğim ve yüz binlere varan rakamlarca dinlenen pek çok opera aryası, romanslar, antik aryalar, Türk musıkisinin kendi tabiriyle “saygın” eserleri, jazz standartları, yabancı şarkılar o listede yer edinememişlerdir. Şunu bir türlü anlayamamıştır ki evimde kulaklıkla kendi keyfim için söylediğim şarkılar sadece beni ilgilendirir ve internette yaptıklarım, operadaki kariyerimi layığıyla yerine getirmemi, opera için çabalamamı ve sanatımı gereken yerde saygınca sergilememi engellemez. Videolarımın çok izleyiciye ulaşması ve tanınmaya başlamam benim suçum, kabahatim değildir. Bu kişi Facebook, Youtube ve Instagram sayfalarımdan çok kişi tarafından dinlendiğimi, toplumda takipçisi olan pek çok kişinin beni pandemide paylaşması ile Twitter’da da büyük sayılarla insanca fark edildiğimi nedense söz konusu etmez. Fakat aslında yazısının temeli bu ilgiye dayanır. Beni müdürlük için bir proje olarak gösterebilmesi için sosyal medyada doğalından büyümüş bu ilgiyi konu dışı bırakmıştır. Öte yandan beni müdürlük makamına layık görmüş, hakkımda sayfalarca yazı yazacak önem atfetmiş birinin aynı zamanda beni bu kadar aşağılamasına yapılacak yorumu da sizlere bırakıyorum. Benim tek derdim şarkı söylemek, bunu da opera sahnesinde gerektiği gibi, evimde de istediğim gibi yaparım.

Sosyal medya videolarıma pek çok insan beğenisini gönderdi, büyük sanatçılar tebriklerini yazdılar, toplumun her kesiminden insanlar aryalarımı, şarkı, türkü ve değişik müzik dallarına dair evde ürettiğim çalışmalarımı paylaştılar. Söylediğim eserleri dinleyip beğenen pek çok kişi opera aryalarımı da dinleyip operaya da ilgi duymaya başladıklarını yazdılar. Sosyal medya hesaplarımda paylaştığım videoların altına yapılan yorumlardan bu kolaylıkla görülebilir. Bu sayede pek çok davet aldım, Estonya Büyükelçiliği tarafından Cumhuriyet Bayramımızda Cumhuriyet Resepsiyonu’na davet edildim (29 Ekim 2019) ki bu daveti bana operada görevli bir arkadaşım vasıtasıyla ilettiler, Kültür Bakanlığı çalışanları beni dinledikleri ve önerdikleri için bakanlık tarafından 10 Kasım 2019’da yayınlanacak

Atatürk’ün görüntülerinin arkasına “Bir Fırtına Tuttu Bizi” türküsünü söylemek için arandım, pandemi sürecinde insanlar evde kaldıkça videolarım daha farklı kitlelere yayıldı, Twitter’da en çok paylaşılan videolardan oldu, bunun üzerine televizyonlar ve gazeteler arka arkaya beni konu ettiler. Bunların hepsi bir sürecin farklı aşamalarıdır, farklı zamanlarda meydana gelmiş münferit gelişmelerdir.

Ben sanatçıyım, sanatımı tanıtmak üzere beni davet eden gazete ve televizyon kanallarında müziğimi yapabilirim, sanata ve hayata dair sohbet edebilirim, bu normaldir. Politik görüşüm beni ilgilendirir, ben sanatımı Türkiye Cumhuriyeti’ndeki herkese yaparım. Popülerliğim ve Genel Müdürümüzle aynı okuldan ve sınıf arkadaşı olmamız, sanatsal olarak benzer bazı bakış açılarında olmamız nedeniyle bu kişi bana bir karakter yaratarak bulabildiği ve işine gelen bazı bilgilerimi desteksizce, dayanaksızca kurgulamış, beni hayal gücüyle, sebebini asla anlayamadığım bir şekilde müdür adayı ilan etmiştir.

Yazıyı yazan kişi hayatım boyunca çeşitli tarihlerde katıldığım her konseri algılamak istediği noktaya oturtmuş, Uğur Mumcu, Türkan Saylan anma konserine ya da Tarık Akan’ın cenezesine gidince solculara selam verip, TRT Avaz’a çıkınca da hükümete göz kırpan bir figür olduğuma kendini inandırmış, saçıma, yüzüğüme, orta halli evime bile kendi senaryosunda anlamlar biçmiştir. Kendisi benim ya da bir başkasının yediği yemeği bile görse siyasi anlam atfedecek bir algı içindedir. Fakat bir sanatçı olarak ben hayatımı kendisi gibi bu algıyla yaşamıyorum.

Evimdeki videolar benim özelimdir ve evimde istediğim şarkıyı söylerim. Bu durum operaya dair ideallerimden bağımsızdır. Operaya dair bilgi, yetenek ve becerim de kendisinin değerlendirmesine tabi bir konu değildir, beni İstanbul Devlet Operası sanatçılığına uygun gören mesleki büyüklerimden oluşan jüri, sanatsal olarak tartışılmaz kişilerdir, keza Doçentlik jürim de ülkenin en önde gelen klasik müzik sanatçılarının bazılarından oluşur. (Bu arada ülkenin önde gelen konservatuvarlarından Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Öğretim Görevlisi ve Şan Bölüm Başkanı olarak çalışmış ve kendi isteğimle, sahnede olmak için hocalıktan ayrılmış bir insanım, halen Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Opera Bölümü’nde Doçent ünvanıyla ders veriyorum) Kendisi pek önemsemese de opera sanatçıları bu jüriler yoluyla sahnelerde yer alırlar, kurumlarda var olurlar, akademik kariyer yaparlar, kurumlara giriş kapısının resmi anahtarı sınav jürileridir, gerisi sizin çalışkanlığınız ve özverinizle gelir.

Sahne performanslarım arasında son yaptıklarım hakkında kendisinin yanlış bilgilerini de düzelteyim, üç yılda dört The Rake’s Progress temsili yaptım (3 Şubat 2017, 14 Kasım 2017, 12 Ekim 2018, 17 Ekim 2018), temsil sayıları, tekrarlanan eserler için sezon içinde dört temsilse, o sezonda bir ya da iki temsil yapmak çok normaldir, çünkü aynı rolü söyleyen üç kastız, eserin sahnelendiği her yıl eserde görev aldım. (Bu arada The Rake’s Progress gibi bir Stravinsky eserini provasız söylemek üzerine hiçbir şey bilmeyerek yaptığı küçümseyici yorumlarına karşın klasik müzik bilgisi olan herkesin bu zorlukta bir eseri ansamble provaları, piyanolu sahne provaları, orkestralı sahne provaları ve genel provanın hiçbirini yapmadan, videodan sahne trafiğini izleyerek çıkıp temsil yapmak ne demek, tahmin edebileceğini belirteyim, bu konuda da her konuda olduğu gibi kendisi objektif değildir) Pandemi olmasaydı bu yıl da üç tane The Rake’s Progress temsili yapacaktım. Irene rolüyle sekiz Vivaldi - Bajazet temsili yaptım, tek kast olarak... Üç yıl içinde bu kadar baş rol temsil yapmak operamızın içinde bulunduğu mekansal koşullar göz önüne alındığında bir koro sanatçısı için çok değerlidir ve başarıdır. Toplum içinde yaşayan herkes gibi bu yazıyı yazan kişi de fikir özgürlüğü sınırları içinde sahneye çıkan bir insan hakkında kendi fikrini belirtebilir ama bu alanda kendisi otorite değildir, fikrini aldığı kaynaklarının da otorite olup olmadıkları tartışılır.

“Madem şan istiyordu neden hukuk okudu, bir de gitti hava durumu sundu, hukuğu da altı yılda döne dolaşa bitirmiş, Bilkent’e de yirmi sekiz yaşında girmiş zaten” cümlelerine de verilecek cevaplarım elbette var ama bunlar benim özelimdir ve kendisiyle paylaşmak istemiyorum. Herhalde üniversite sınavlarına giren gençlerin yüzde birlik dilimiyle öğrenci alan ve o dönem Türkiye’sinin en yüksek puanlı hukuk fakültesine on yedi yaşında giren biri zamanında bitirecek zekaya sahiptir, özel hayatımda yaşadığım zorluklar kimseyi ilgilendirmez. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Opera bölümünü ve A.Ü. Hukuk Fakültesi’ni aynı yıl kazandım(1991) ve ailevi sebepler nedeniyle konservatuvara devam edemedim, gerisini açacak değilim. Bilkent’e yirmi sekizimde girmek için de elbette bunlarla bağlantılı nedenlerim var. TRT’de Sabah Haberleri programında dört yıl boyunca haber seslendirmesi ve muhabirlik yapmış olmam, kısa süre de hava durumu sunmuş olmam beni ilgilendirir ve bu kişiye operayı hayatımın neresine koyduğum konusunda bilip bilmeden ileri geri konuşma ve internetten hakkımda bulduğu birkaç satırla hayatımı yargılama hakkı vermez.

Tek amacı beni kötülemek olan, kaç sayfa olduğunu bile anlayamadığım kadar uzun, bütünlükten uzak, ifade tutarsızlıkları, dayanaksız ve desteksiz neden sonuç ilişkileri ve mantık hatalarıyla dolu, sayfalarca içi boş iddia ve aşağılama içeren bir yazının ne kadar eleştiri maksatlı, güven telkin edici, objektif ve saygın olduğunu sizin takdirinize bırakıyorum.

Opera sanatçısı olarak yaptığım konserlerin, temsillerin kağıtları ve eleştirileri bende, merak ederseniz gönderirim, bir kısmını internetten de bulabilirsiniz. Kendi objektif fikrinizle bakarsınız. Hatta bir opera videomu dinler, beni kendi zevkinizle değerlendirirsiniz. Hayatım boyunca kimsenin desteğini görmedim, kimsenin desteğini isteyecek bir gerek duymadım, kimse de arkamda olmadı. Çünkü yeteneğime, aklıma ve kalbime çok güvendim ve hiçbir zaman bunlara ihtiyaç duyacak bir karakterde olmadım. Küçük ya da büyük ne yaptıysam kendim yaptım. Kendi kendime, evimde, telefon kulaklığıyla yaptığım müziği bile yüz binler, milyonlar dinledi... Opera sahnesinde ve kendi özel mekanım olan evimde yaptığım her şeyden mutluluk ve gurur duyuyorum.

Çalışmaktan ve üretmekten başka derdi olmayan birinin ilmek ilmek ördüğü hayatının bu şekilde aşağılanmasına ve yıpratılmasına izin vermeyin. Hayattaki mücadelemin azıcık bir kısmını bile bilseniz içiniz bu yazının yazılmasına ve yayınlanmasına elvermezdi. Vicdan, doğruluk ve dürüstlük diliyorum herkese. Saygılarımla, Burcu Soysev