Maradona'nın takımında oynamak ister misiniz?

'Futbol oynarken yine, adını sayıklamaya, anmaya devam edeceğiz. Aynı takımda yer almaya da…'

İsmail Sarp Aykurt

Fidel ile her sohbetinden sonra onun hakkında bir şey söylemeyi ihmal etmezdi Maradona. Fidel’e çok şey borçlu olduğunu biliyordu ve “Castro, benim ikinci babam gibiydi” diyordu. Onun için o günlerde sağ olmasının tek kaynağı Fidel’di. “Tanrının yanı sıra, bugün sağ olmamın nedenidir” diyordu.

Bizim Fidel için de o “büyük dost” ve futbolun yaşayan efsanesiydi. Bugün artık yaşayan en büyük futbol efsanesinin aramızdan ayrılışına tanıklık ediyoruz. Hem de Fidel’i yitirdiğimiz günün yıl dönümünde…

Bu kadar bağlı oldukları için midir bugünü seçmek bilinmez ama mektuplaşacak kadar sıkı bir dostluktu onlarınki.

İlginçtir ki Maradona, Küba'da uyuşturucu tedavisi görürken tanışma fırsatı bulmuşlardı. Ancak arkadaşlığı ilerletmeleri için Maradona’nın emekliliğini bekleyeceklerdi.

Maradona’nın Küba Devrimi’ne dönük hayranlığı, koluna Che Guevara, bacağına Fidel Castro dövmesi yapacak kadar ileri gidiyordu. Zaten tarafını hiç saklamadı. Futbolunu yazmaya ne hacet, o zaten bize düşmezdi.

Gördüğümüz kadarıyla yetinsek de onun hep en iyi olduğunu biliyorduk. 

Maradona, Fidel’e “Tanrı” benzetmesi yapıyordu, Fidel ise ona “sporun Che Guevara’sı”…

Fidel, Maradona’nın hayatını kurtarmıştı. Uyuşturucuya karşı mücadelesinde ona kol kanat germişti. Zaten ifadesinden anlaşılıyordu: “Benim için bir baba gibiydi. Turnuva bitince Küba’ya giderek dostuma veda edeceğim. O, Arjantin bana sırtını dönerken Küba’nın kapılarını bana açtı”.

Maradona, 30 Ekim 1960’ta dünyaya geldi. O günden bu zamana kadar gerek futbolu gerekse de enerjik yaşamı ile gündemde kaldı Maradona. Sorunlar ve zor zamanlar yaşasa da bir Boca Juniors efsanesi oldu önce, ardından dünyaya müthiş bir futbol mirası bıraktı. Bu mirasın doldurulması gerçekten olanaksız.

Çocukluk hayali yoksul mahallelerin sembol takımı Boca Juniors’ta forma giymesi en büyük hayalinin gerçekleştiği an olsa da böyle kalmayacaktı yaşamı. Dünya kupaları kazandı, futbola adeta yeni bir kimlik kazandırdı. Bizim özendiğimiz, futbolu arsada oynadığımız günlerde ağzımızdan düşmeyen, alfabeden, aileden bir kişi oldu Maradona.

1986 Dünya Kupası’nda Arjantin’in İngiltere’yi 2-1 yenerek kupayı kazandığı gün elle attığı o golün unutulmazlığı ve meşruluğu açıktır ki ona özgüydü. Onun “sol eli” Tanrı’nın eli olarak hafızalara kazındı ve hiçbir gol, elle atılsa dahi onun kadar meşru olamadı.

Falkland Adaları gerginliğinin henüz taze olduğu zamanlardaydı. Golünü soranlara verdiği yanıt, çoktan unutulmazların en başına yerleşmişti:

“Biraz Maradona'nın kafası, biraz da Tanrı'nın eli…”

O, Arjantin futbolunun en bütünleştirici ve bazen de en ayrıştırıcı kişisi oldu.

Maradona, dedikleri, yaptıkları ve ele avuca sığmaz kişiliği ile ama en çok da "bizdenliğiyle" derin bir iz bırakarak ayrılıyor aramızdan…

Gariptir ki ölümü, hem “büyük dostu” Fidel’i yitirdiğimiz hem de bir diğer büyük futbolcu George Best’in hayatını kaybettiği güne denk geldi.

Kimbilir, belki de denk gelmemiştir; yalnızca ufak bir seçimdir.

Boca Juniors’un maçlarını oynadığı La Bombonera Stadyumu’nun girişine onun vedasından sonra şu yazı yazılmıştı, şimdi ise kalıcı bir mittir artık yazılanlar:

“Boca es mi religion, Maradona es mi dios, La Bombonera es mi iglesia” (Dinim Boca, Tanrım Maradona, Mabedim La Bombonera)

Futbol oynarken yine, adını sayıklamaya, anmaya devam edeceğiz.

Aynı takımda yer almaya da…