Libya’da NATO nerede duruyor?

Libya'da tarafların konumları ve hamleleri her şeyden ziyade arbedeyi andırıyor zira Türkiye’nin Mısır veya Fransa’yla, Fransa’nın Almanya ve ABD ile girdiği ilişkiler onlarca farklı koşulun etkisinde, sürekli değişen çıkarlarla belirleniyor.

Rahmet Çetin

Sıkça tekrarlanan bir kalıp vardır: Satrançta hamleleri öngörmek. Bu benzetme ülkelerin uluslararası ilişkileri için de sık sık yapılır. Ancak Libya örneğinde de görüyoruz ki emperyalist siyasette artık bir satranç değil, yalnızca arbede var. Tarafların konumları ve hamleleri her şeyden ziyade arbedeyi andırıyor zira Türkiye’nin Mısır veya Fransa’yla, Fransa’nın Almanya ve ABD ile girdiği ilişkiler onlarca farklı koşulun etkisinde, sürekli değişen çıkarlarla belirleniyor.

3 Temmuz’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in, Libya ziyaretiyle birlikte Orta Akdeniz’de bulunan TCG Giresun Gemisi’ni ziyaret etmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar seyahati aynı tarihlere denk geldi. Öğrendik ki Türkiye, Libya’nın elektrik sorununu çözmek için kendi sermayedarlarını devreye sokuyor.

Libya’da 2011’den beri devam eden savaş ve politik belirsizlik, Türkiye’nin ve Fransa’nın bölgedeki meşru yönetimin hangisi olduğuna dair anlaşamaması ve askeri gerginlikle kamuoyunun birinci gündemi hâline geldi. Türkiye’nin, alışılmadık biçimde sert müdahalesiyle General Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu askeri pozisyonunu kaybetmeye başlamış ve Batı’ya doğru ilerleyişi Haziran ortasında durmuştu. Milli Savunma Bakanlığı, bölgeye gerçekleştirdiği ziyaretlerin ardından desteklemekte olduğu Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne askeri eğitim ve danışmanlık sağladığını söyledi.

Savaşta Trablus merkezli UMH’nin karşısında yer alan taraflar ise, Türkiye’nin 2011’de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen silah ambargosunu deldiğini iddia ediyor. Bu yıl başındaki BM görüşmelerinde kabul edilen tasarı neticesinde Mayıs ayında Avrupa Birliği, “Irini” misyonuyla birlikte Libya’ya dönük silah ambargosunu daha sıkı denetlemeye başlayacaktı.

Ankara-Paris gerilimi

Türkiye, askeri alanda danışmanlık yaptığını ileri sürdüğü UMH ile imzaladığı antlaşma çerçevesinde Doğu Akdeniz’de petrol arama ve sondaj faaliyetine başlamıştı. Ancak Türkiye’nin, Libya’ya dönük politikasında bundan fazlası var: 18 Haziran’da gerçekleştirilen ziyarette heyet içerisinde yalnız Dışişleri ve Savunma yetkilileri değil, Berat Albayrak da bulunuyordu. Mısır’ın ateşkes talebinin hemen ertesinde gerçekleştirilen toplantıda “enerji, bankacılık ve inşaat sektörlerinin” ele alındığı söyleniyor.

Fransa, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) süreç esnasında ortak bir bildiriye imza atarak Türkiye’nin bölgedeki faaliyetini durdurmasını istedi. Sahadaki konumu itibariyle bu bloklaşmaya Rusya’yı da eklemek mümkün.

Gerginliği zirveye çıkaran ise Fransa’nın, Türkiye’ye ait bir geminin denetim esnasında Fransız Courbet savaş gemisinin taciz edildiği iddiası oldu. Macron hükümetince yapılan “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti.” Açıklamasını geçtiğimiz günlerde Fransa’nın Doğu Akdeniz'deki NATO Operasyonu Sea Guardian’dan çekilmesi izledi. Türkiye ise Fransa’dan açıklamaları nedeniyle özür beklediğini farklı seviyelerde dile getirdi.

AB içi dengesizlikler

Fransa’nın Akdeniz ve Kuzey Afrika’da uzun bir sömürgecilik geçmişi var. Ancak yalnızca geçmişte değil, bugüne erişen bir politikanın parçası olarak Fransa, Akdeniz’de gelişmelerde örneğin Almanya’ya nazaran hep daha etkili olmayı denedi. Almanya ise çoğunlukla bu girişimlere destek sağlamakta tereddüt etti, hatta yer yer önüne geçti. Örneğin 2008’de Paris’te kurulan “Akdeniz Birliği” tasarısı, Almanya tarafından deyim yerindeyse felç edilmişti.

Başbakan Merkel, yaptığı son açıklamayla benzer bir stratejiyi tekrar etti. Fransa ve Türkiye arasındaki krizi, “NATO üyelerinin aralarında gerçekleşmemesi gereken hadise” olarak tanımlarken Türkiye ile stratejik ortaklıkları olduğunu ve bunu sürdüreceklerini de ekledi.

Bu tabloya, Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın, “silah ambargosunu delen tüm ülkeler açıklansın” demecini ve Fransa’nın Hafter’e silah sağladığını yazan Alman basınını da eklersek ortaya çıkan tabloda Fransa’nın, AB içerisindeki pozisyonunun çok da sağlam olmadığı anlaşılıyor.

Fransa’nın talebiyle 13 Temmuz’da AB üyesi ülkelerin Dışişleri Bakanları, yalnızca Türkiye’nin tartışılacağı bir toplantı için bir araya gelecek. Buradan Türkiye’ye dönük çeşitli yaptırımlar bekleniyor ancak bu yaptırımlar, Türkiye’yi Libya stratejisini değiştirmeye itecek kuvvette mi olacak? Pek mümkün gözükmüyor.

NATO nerede?

Türkiye’deki sermaye sınıfı ve mevcut iktidar tanımlanırken belki de en başa yazılması gereken özellik Amerikancılık olur. Uluslararası dengeleri 2013’ten itibaren sürekli zorlayan ve alan açan AKP’ye, NATO ve ABD şu an Libya meselesinde sarı ışık yakmış durumda. NATO’nun bölgeye dönük bütünlüklü bir politika sunması mevcut çatlaklar sebebiyle imkansız ancak ABD’nin atacağı adımlar, Türkiye’nin de nereye kadar cesaretli davranacağını gösterecek. 2011’de Libya’ya dönük NATO saldırısı henüz başlamamışken dönemin Başbakanı Erdoğan “NATO’nun Libya’da ne işi var” demişti, üzerinden yalnızca birkaç hafta geçtikten sonra ise İzmir’deki NATO Üssü’nün, Libya’ya dönük operasyonda ana merkez olacağını açıklamıştı. Elbette bölgedeki durum değişti, özellikle ABD’nin içinden geçtiği süreç, karar almasını zorlaştırmakta, hatta Trump’a güvenerek adım atmak da kolay değil. Ancak her şeye rağmen Türkiye’nin belirleyenlerinden birinin ABD olacağını öngörebiliriz.

1 aydır NATO yetkililerinin yaptığı açıklamalar bölgedeki gelişmeleri NATO’nun izlediği, önceliğin Rusya’nın Libya’dan çekilmesini sağlamak olduğu yönünde. Fransa ve Türkiye arasında gemi krizine ise “yetkilendirme yaptık, araştırıyoruz” demekle yetindiler. Haziran ortasında yaptığı basın toplantısında AA Muhabirinin Hafter kuvvetlerinin kazdığı iddia edilen toplu mezarlar ve NATO’nun bölgede atacağı adımları sormasının ardından Stoltenberg, durumu kaygıyla takip ettiklerini yinelemişti.

Ancak UMH’nin Sirte ve Cufra’ya gerçekleştireceği operasyon için yığınak yapmaya başlaması, NATO’nun daha hızlı adım atmasını zorunlu hâle getiriyor. Kahire ve Ankara arasındaki tartışma, iki kentin BM tarafından Mısır’ın sınır güvenliği kapsamında ele alınmasıyla ve Mısır’ın bölgeyi kırmızı çizgi olarak nitelemesiyle arttı.

Sirte ve Cufra, Trablus’un ardından gidişatı etkileyecek en kritik iki nokta. Rusya’nın bu iki kente kendi askeri üslerini kurmak istediği biliniyor, Mısır Ordusu olası bir sıcak çatışmaya hazırlanıyor, Türkiye ise NATO’nun “Rus tehlikesi” sebebiyle sarı yerine yeşil ışık yakmasını bekliyor.

Libya’daki savaş hem havuz medyasında hem de muhalif çevrelerde yalnızca askeri boyutuyla ele alındı, bölgedeki çıkar çatışmalarının kendisi biraz da bu yöntemi zorunlu hâle getiriyor. Ancak eklemek zorunda olduğumuz bir başlık daha var: Bugün ABD tutarlı bir politika oluşturamıyor ve içerideki sorunlarla boğuşuyorsa, Fransa geride kaldığı emperyalist rekabette mevzi elde etmeye uğraşıyorsa, Türkiye yapısal bir ekonomik krizin içerisinde debelenirken bir yandan da sınırlarının ötesinde bu denli cüretkâr işlere girişiyorsa yönetenler, işçi sınıfını hiçbir denklemde hesaba katmıyor demektir. Libya’dan ne elde edilirse edilsin tamamının patronlara pay edileceğinin gerçek olduğu ölçüde emperyalizm içi çatlakların tamamının, sürekli sıcak savaş ihtimalini arttırdığı da doğru. Libya yıllardır emperyalizm tarafından barut ve kana bulanıyor, istisnasız biçimde bölgedeki bütün kuvvetler ise iştahla geriye kalanları paylaşmak için birbiriyle itişiyor. Emperyalizmin ne Libya’dan ne de Suriye’den insanlık adına faydalı hiçbir şey çıkaramayacağı artık çok açık.