Korunan alanlar yağmaya açılıyor!

Yapılan mevzuat değişiklikleriyle doğal sit alanların statüleri değiştirildi ve bu alanlarda izin verilen faaliyetlerin kapsamı genişletildi.

Haber Merkezi

2012 yılında yayımlanan “Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik” 16 Mart 2020 tarihinde değiştirildi. Bu değişikliğin ardından, 2019 yılının Mayıs ayından beri 115 sit alanının statüsü yeniden değerlendirilerek bu alanlar Cumhurbaşkanlığı Kararı ile kesin korunacak hassas alan ilan edildi.

Türkiye’de milli parklar, tabiat parkları, doğal sit alanları ve özel çevre koruma bölgeleri dahil toplam koruma alanlarının karasal yüzölçümüne oranı yaklaşık yüzde 10 düzeyinde. Bu oran ortalama yüzde 14 olan dünya ortalamasının ve Türkiye’nin de taraf olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi kapsamında kabul edilen yüzde 17 hedefinin oldukça altında.

Yüzölçümünün artması korumanın arttığını göstermiyor

2013 yılında 1 milyon 322 bin 749 hektarı kaplayan 1.273 adet olan doğal sit alanları 2017 yılında 2 milyon 86 bin 429 hektar alanda 2.426 adete yükseldi. Başka bir deyişle sayısı iki katına çıkan doğal sit alanları yüz ölçümü olarak yalnızca yüzde 50 büyüdü. Ancak yüzölçümünün artması korumanın arttığı anlamını taşımıyor. Çünkü yapılan mevzuat değişiklikleri ile doğal sit alanların statüleri değiştirildi ve bu alanlarda izin verilen faaliyetlerin kapsamı genişletildi.

Ne değişti?

2012 tarihli Korunan Alanlar yönetmeliği ile, 1. Derece, 2. Derece ve 3. Derece olarak tanımlanan doğal sit alanı statülerinin yerini “Kesin Korunacak Hassas Alanlar”, “Nitelikli Doğal Koruma Alanları” ve “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanları” aldı. Bu tanımlamalarla birlikte, sit alanlarının içerisinde izin verilen faaliyetler de değişikliğe uğradı. 

Örneğin, 3. Derece doğal sit alanlarında yapılaşma, tarım ve hayvancılık ile belirli madencilik faaliyetlerine sınırlı izin verilmekteyken, yeni yönetmelik ile getirilen sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanlarında entegre tesis, turizm ve yerleşimlere izin verilebilmesinin önü açıldı. Böylelikle, en düşük sit alanı statüsündeki bu alanlar katı atık düzenli depolama tesisi, atık su arıtma tesisi, yat çekek yeri, akaryakıt istasyonu gibi uygulamaların yanı sıra sanayi tesislerinin yapılmasına da açıldı. Entegre tesisler ile, korunan alanlarda doğal kaynakların çıkarılmasının yanı sıra işlenmesine, yani ek tesisler yapılmasına da olanak tanınıyor.

Diğer taraftan, doğal sit alanı statülerinin yeniden değerlendirilmesi sonucunda, pek çok sit alanı mevcut statüsünden daha düşük bir kategoriye düşürülüyor veya sınırları değiştiriliyor. Yani daha önce 1. Derece olan bir doğal sit alanı nitelikli doğal koruma alanı ya da sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı olarak tescil edilebiliyor. Bu durum korunan alanların zayıflamasını beraberinde getiriyor.

Korunan alanlarda izin verilen faaliyetler değerlendirildiğinde koruma işlevinin arka planda kaldığı ve bu alanların da sermaye için rant kaynağı olarak kullanılmasının önünün açıldığı görülüyor.

Sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanları

Mevzuata göre sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanlarının kesin korunacak hassas alanlar ile nitelikli koruma alanlarının tamamlayıcısı olması ve bir geçiş bölgesi oluşturması öngörülüyor. Ancak, bu alanlarında izin verilen sanayi, madencilik ve tarım faaliyetleri daha üst koruma statüsündeki alanlara zarar verme potansiyelini yükseltiyor.

Örneğin kesin korunacak hassas alan ile sınırdaş olan bir kontrollü kullanım alanında açılacak maden ocağının ya da entegre kültür balıkçılığı tesisinin çevresel etkileri Cumhurbaşkanlığı kararı ile belirlenen sınırlar içinde kalmayacak. Yine bu alanlarda bulunan turistik tesislerin ve tarım faaliyetlerin bitişik koruma alanlarına zarar verme olasılığı çok yüksek. 

Maden şirketleri doğayı tehdit ediyor

Madencilik faaliyetleri, başta ormanlar olmak üzere koruma statüsü bulunmayan alanlarda dahi çok büyük doğa yıkımına neden oluyor. Geçen hafta Meclis gündemine gelen torba yasa tasarısı ile AKP, maden şirketlerine zaten kolaylıkla açtığı ormanlık alanlarda faaliyetlerini izinsiz büyütme kolaylığı sağlamaya çalışıyor.

Korunan alanlarının da madencilik şirketlerine açılması ile Türkiye’de kazılmamış bir karış toprak bırakılmayacak. Hangi statüde olursa olsun, doğal sit alanlarının madenciliğe açılması koruma fikri ile bağdaşmıyor.