Korona günlerinde 'zeybek'

Ahmet Hakan'ın sunduğu bir programda 'Aşı ve ilaç çalışmalarında son durum' konuşulurken konu nasıl olduysa bir anda dansa geliyor. Program konuğu Amerika’da yaşayan Doktor Mehmet Çilingiroğlu aşka geliyor ve programın diğer konuğu olan Rus asıllı gazeteci Maria Gladkikh'e dönüp 'Bak Maria böyle oynanıyor' diyerek zeybek oynamaya başlıyor.

Yargı Mutlu

Yazının başlığına ilham veren kitap, tahmin edebileceğiniz gibi ünlü, Latin Amerikalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in “Kolera Günlerinde Aşk” romanıdır. Her ne kadar roman bir aşk temasını merkezine alıyor gibi görünse de; on dokuzuncu yüzyılın yirminci yüzyıla dönüştüğü bir zaman dilimini kapsayan bu bitmeyen aşkın gerisinde, çağdaşlaşma çabası içindeki bir toplumun çeşitli yönlerini, özellikle taşra kentsoyluluğunun saçmalıklarını ince bir alayla eleştiriyor. Romanın geçtiği tarih aralığı 19. yy. sonu ile 20. yy. başı. Taşra kentsoyluluğu da, sanayi devrimi ile birlikte yükselen burjuva sınıfına atfedilen bir kavram. Taşrada sermaye birikimi ile kabuğunu yırtan ve bir önceki döneme ait sıradan taşralı halk olmaktan çıkıp burjuva sınıfı olmaya geçişi tanımlar nitelikte. 

Gelelim günümüze ve korona günlerinde zeybeğe. Ahmet Hakan'ın sunduğu bir programda 'Aşı ve ilaç çalışmalarında son durum' konuşulurken konu nasıl olduysa bir anda dansa geliyor. Program konuğu Amerika’da yaşayan Dr. Mehmet Çilingiroğlu (Prof. unvanını taşıdığına dair de tartışmalar var) programın bir diğer konuğu olan Rus asıllı gazeteci Maria Gladkikh'e aşka gelip "Bak Maria böyle oynanıyor" deyip zeybek oynamaya başlıyor. Programın yayınlandığı 26 Mayıs tarihinde, dünya çapında halen etkisini sürdüren corona pandemisi sebebiyle 350 binden fazla insan hayatını kaybetmiş ve vaka sayıları da artmaya devam etmekte. Haliyle, böyle zorlu bir dönemde bu olay sosyal medyada çokça gündem oldu. Fakat bu, son yıllarda ekranlarda sıkça gördüğümüz papyon ve yuvarlak gözlük modasına itina ile uyan akademisyen/bilim insanının ilk şovu değil. Yine aynı programda, bir ay kadar önce bu sefer de “koronavirüs kâbusu ne zaman biter?” başlığının eşliğinde Efelerin Efesi türküsünü tutturmuştu. Tabi ekranlar onu çağırdıkça, bu performansını bir zeybek dansı ile taçlandırmasa eksik kalırdı Ege kökenli hocamızın mizah yüklü vatan hasreti. Her gün camilerden dualar okunmuyor mu sanki bilim çare ararken salgına. Herkes aynı gemideydi ya, virüs sınıf ayrımı yapmıyordu! Öyleyse herkes elinden geleni yapacak kapitalizm gemisini suda tutmak için. Geminin dümenini elinde tutanlar tamam da, hocamız başka başka programlarda farklı sulara da kırıyor dümeni gördüğümüz. Bir kanalın programında çıkıyor Antalya’daki cehape zihniyetini eleştiriyor; bir başka kanalda da Atatürkçü mesajlar verip, kurtuluş savaşının onurlu milisleri olan hakiki zeybeklere selam çakıyor. Cumhuriyet devrimlerini tarihsel bağından koparıp, halifelik ve saltanatın, gericiliğin külleri üzerine kurulduğunu unutan veya unutturmaya çalışan günümüz burjuvazisi seviyor böyle figürleri anlaşılan. Sürekli taktıkları papyonları da sanki onların ekranlardaki simgesel dili. Kılık kıyafet devriminden bu yana onlara hâlâ medeni olduklarını hatırlatan yegâne aksesuarları. Oysa papyonun da bir tarihsel geçmişi, gelişimi var. Genellikle entelektüel duruşu ve burjuvaziyi sembolize ediyor doğru. Seçkin aklı çağrıştıran bu küçük aksesuar, yıllardır Batı kültüründe profesörler, avukatlar, hekimler, siyasetçiler gibi üstün meslek grupları ile özdeşleşmiş. Einstein, Charlie Chaplin, Winston Churchill gibi pek çok farklı tarihsel figür kullanmış onu. Günümüze gelindiğinde, artık tarihsel yolculuğunda belli stillere eşlik etmiş, stereotipilerle özdeşleştirilmiş papyon, bireysel zevkleri sembolize eden bir popüler kültür aksesuarı haline gelmiş gibi gözükse de; ekranlara sıklıkla çıkan Celal Şengör gibi birçok akademisyen/bilim insanının vazgeçilmez tercihi. Hepiniz tanıyorsunuzdur eminim; hani şu 12 Eylül darbe zamanı insanlara dışkı yedirilmesinin işkence olmadığını savunan medeni bilim insanı!

Biz yine konumuza dönersek; dünya tarihinde ilk defa olmuyor tabi ki bu tip salgınlar, örneğin içme sularının kirliliğinden kaynaklandığı üçüncü salgınından sonra tespit edilen kolera bile, aşısı çok önce bulunmasına rağmen görülmeye devam ediyor hâlâ; her ne hikmetse dünyamızın sömürüye ve yoksulluğa terk edilmiş bazı bölgelerinde. Ölüm tarih boyunca her dönem her coğrafyada var anlayacağınız, hep kederlenip umutsuzluğa kapılacak değiliz ya, bir türkü de biz tuttururuz salgında ‘EvdeKal’amayan emekçilerle birlikte; oldubitti. Her şey oldubitti ile çözülmeye çalışılmıyor mu zaten? Sahiller yasak AVM’ler açık, oldubitti. Ama ekonomi! Tüm medya dünyadaki ekonomik küçülmeden, gelecek krizden, işsizliklerden bahsedip duruyor. Ne yapalım yani ölelim mi! Hep karamsar haberler, veriler mi sunacağız sizlere! Biraz da türkü tutturalım, oynayalım. Bizim ağlanacak, sizin alay edilecek halinize oynayalım!

Son olarak gelelim yine yazının başlığına. İçinde yaşadığımız yirmi birinci yüzyıl pandemisinden de gelecekte böyle bir eser çıkar mı bilmiyorum. Unvanları, mevkileri de pek önemsemeyen sıradan bir yurttaş olarak bildiğim şu; insanlık, yüzyıllara yayılan tarihsel birikimini ne zaman ki toplumun, emekçi halkın yararı için kullanacak; işte o zaman ekranlarda böyle şarlatanlıkları izlemek zorunda bırakılmayacağız. Bunun için de bu birikimi bir sonraki aşamaya taşıyacak olan emekçi halkın örgütlenmesinden başka bir yol gözükmüyor.