Karl Liebknecht’i ve sosyal demokrasiyi hatırlamak

Alman sermayesi sosyal demokratları ile Alman kapitalizminin bir krizini aşmayı başarmıştı, Türkiye burjuvazisi de Türk sosyal demokrasisi ile kendi siyasi-ekonomik krizini yönetmeyi deniyor.

Hakan Aydın

Karl Liebknecht, I. Dünya Savaşı sırasında Alman burjuvazisinin talep ettiği savaş kredisinin Almanya meclisinde oylanması sonrası karşı oy kullandığı gerekçesiyle Alman Sosyal Demokrat Parti grubundan atılmasından yaklaşık altı ay sonra bir yazı kaleme aldı. “Anti-Militarizm” başlığıyla kaleme aldığı bu yazıda “Sosyal demokrasinin günümüzdeki savaşa ve hükümete sağladığı destek, gerçekleştiği her yerde, emperyalizmi güçlü bir biçimde sağlamlaştırdı; atılımını, esnekliğini, dayanıklılığını, güvenini arttırdı.” demişti. Sosyal demokrasinin savaşa ve hükümete karşı olan tutumuna yönlendirmiş olduğu bu eleştiride, sosyal demokrasinin kökenine dair problemi değil, sosyal demokrasinin kapitalist düzenin sol bacağı olma yönündeki eğilimini işaret etmekteydi. Nitekim, sekiz ay sonra Reichstag’da yaptığı meclis konuşmasında hükümeti ve meclis üyelerini işaret ederek şunları söylemişti: “Sizler de kapitalist çıkarların temsilcilerisiniz! Ben, uluslararası proletaryanın temsilcisiyim.” 

Almanya'da faşizmin tırmanışı ve beraberinde gelişen kriz koşullarında sosyal demokrasiyi iflasa götüren, ehven-i şer mantığıyla burjuvazinin desteklenmesi, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde savaş generali Hindenburg'a oy verilmesi ve faşizme karşı sert mücadele yerine gericiliğin desteklenip güçlendirilmesi yoluyla faşizmin yükselişini kolaylaştıran politikalara başvurması oldu. Devrim yıllarında burjuvazinin işçilere vermek zorunda olduğu birçok hak, bu sefer sosyal demokratlar eliyle geri alındı. Anayasa maddeleri ve işçilerin kazanımları birbiri ardına ortadan kaldırıldı, devlet gerici önlemler aracılığıyla adım adım faşistleştirildi. İşçi gösterileri engellendi, grevleri dağıtıldı. Sendikalar ve diğer işçi kitle örgütleri yiyici bürokratların önderliğinde çalışamaz hale getirildi. İşçi sınıfının, sermaye ve faşizme karşı mücadele yeteneği özellikle yıpratıldı, direniş örgütlenmeleri olanaksızlaştırıldı. Sosyal demokrasinin bölüp parçaladığı, silahsızlandırdığı işçi sınıfı, faşizm karşısında savunmasız kaldı ve faşizm, sosyal demokrasinin burjuvaziye hizmetinin açık bir belgesi olarak tarihe geçti.

Sosyal demokrasi asıl olarak işçi sınıfını burjuvaziyle uzlaştırmayı, kapitalist toplumu kökünden değiştirmek yerine onun yenilenmesini sağlayacak reform programlarını savunmayı ilke edinen bir ideoloji olduğunu tarihe yazmış, Karl Liebknecht ise kanının son damlasına kadar işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele eden bir komünist olarak tarihteki yerini almıştır.

Karl Liebknecht; Rosa Luksemburg ve diğer yoldaşlarıyla birlikte, 1919 yılının 15 Ocak’ında katledilirken de, bundan sadece yirmi yıl sonra burjuvazi tüm dünyayı kana bularken de sosyal demokrasi hiçbir varlık göstermedi. Faşist ülkelerdeki ağır illegal koşullara dayanamadığı gibi, faşist işgale uğrayan ülkelerde faşizme karşı savaşmanın zorluklarından kaçtı. Barış, sınıfsal uyum ve yumuşak muhalefet koşullarını beklerken, ikinci dünya savaşında kanlarını akıtanlar yine işçiler ve komünistler oldu.

Sosyal demokrasi, ikinci savaşın sonrasında burjuvazinin kanatları altında yeniden palazlandı ve kendisine ihtiyaç doğdukça, savaşın kazanımları üzerine oturmayı becerdi. Burjuvazinin başlattığı antikomünist "soğuk savaş" döneminde, muhafazakârlar daha çok tercih edilse de, sosyal demokrasi “uzlaştırma partisi” olarak kullanılmak üzere her zaman kenarda tutuldu.

Türk sosyal demokrasisi

Türkiye'de sosyal demokrasi, Avrupa ülkelerinden farklı olarak, Marksist kökene sahip olmadığı gibi, onun bozulup yozlaştırılması, demokratize edilmesi yoluyla doğmadı. Asla işçi hareketinin içinden gelmedi. Burjuvazinin işçi hareketini kontrol etme çabasına bağlı olarak oluşturduğu burjuva işçi tabakasına ya da sendika bürokrasisine dayanmadı, bir “burjuva işçi partisi” olarak şekillenmedi. Bu yönde dile getirilen sloganlar ne olursa olsun, işçi hareketinin denetim altına alınmasına yönelik olmaktan öteye hiç geçmedi.

Türk sosyal demokrasisinde, işçi sınıfı yaklaşımı her zaman tepkiyle karşılandı. İşçiler kontrol altında tutulması gereken yığınlar olarak görüldü.    

Türkiye'de sosyal demokrasi; tekellerle, emperyalizmle ve feodal kalıntılarla belirli çelişkilere sahip olsa da aynı zamanda ciddi ve gelişkin bağlara da sahip oldu. Düzenden yana ama düzenin aşırılıklarının törpülenmesinde çıkarı olan tekel dışı burjuvazi ile orta burjuvazinin uzlaşmacı kesimine yaslandı. 24 Ocak 1980 tarihindeki ünlü neo-liberal ekonomik kararlara uyum sağladı. 1983 yılından itibaren hayata geçirilmeye başlayan bu kararların uygulanmasında “muhalefet” sıfatıyla görev aldı. Düzenin tıkandığı yerde de Kemal Derviş eliyle taşıyıcılığına soyundu. Sosyal demokrasi; on sekiz yıllık AKP iktidarının kesintisiz sürmesine, uluslararası sermayeye entegre bir kapitalist ekonominin oluşturulmasına, dinci gericilik eliyle Cumhuriyet’in ve aydınlanma devrimlerinin tasfiye edilmesine yönelik çabalara burjuvazinin talebiyle dahil oldu.

Türkiye işçi sınıfının, sermaye sömürüsüne karşı mücadele yeteneğinin yıpratılması için uğraştı. Sendika başkanlarını ilişki ağı içerisinde tutmaya özel çaba harcadı. Ağır sömürü koşullarında yaşamaya çalışan işçi sınıfı ve diğer emekçi katmanları, inandırıcılığı olmayan vaatlerle AKP iktidarının yanına ittirdi.  AKP iktidarı karşısında huzursuzlanan yığınların önüne düzen sağının temsilcilerini umut olarak koydu. Aynı yığınları Yenikapı’da AKP ile ortaklaştırdı. Atatürkçülükten sosyalist sola kadar geniş bir yelpazenin çürütülmesi, umutsuz ve örgütsüz kılınması için uzlaşma zeminleri tasarladı. Türkiye’nin emekçi halkına sunduğu her “yeni” politika, burjuvazinin kitleleri soğurma talebiyle yürütüldü.

Bugün, sermaye sınıfı; politikalarının uygulanmasında dinci gericiliği kullanmayı tercih etse de, Türk sosyal demokrasisini “bir burjuva işçi partisi” olarak değil belki ama neo-liberalizmin krizinde en azından cumhuriyet devriminin tasfiyesini garantilemek, emekçi halkın öfkesini sahte umutlarla soğurmak ve sermaye sınıfının kazanımlarının kalıcılaşması amacıyla yanında tutmaya devam ediyor.

Alman sermayesi sosyal demokratları ile Alman kapitalizminin bir krizini aşmayı başarmıştı, Türkiye burjuvazisi de Türk sosyal demokrasisi ile kendi siyasi-ekonomik krizini yönetmeyi deniyor.

***

Avrupa sosyal demokrasisi 1. Dünya Savaşı’nda burjuvazinin savaş kredilerini onaylayarak açtığı yolda; Karl Liebknecht ve yoldaşlarının katledilmesiyle varolmuştur. Bugüne ulaşan tarihsel çizgisini sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre belirlemiştir. Benzer bir durum bizim sosyal demokrasimiz için de geçerlidir. Emekçi halkın ekonomik ve sosyal alanlarda ezildiği, hak arama kanallarının tıkandığı koşullarda, sosyal demokrasi içinde ya da onunla ittifak halinde siyaset yapmanın bir zorunluluk olduğu iddiası sermaye sınıfının ihtiyacıdır. Bu gerçeğin, özellikle bugünlerde hiç akıldan çıkarılmaması yerinde olacaktır.