Kapitalizm yaşanabilecek bir dünya bırakmıyor

Yeterince irdelenmemiş 'dünya kaynaklarının artan nüfusa artık yetmiyor olması' gibi tezler sağduyu gereği sayılıp geniş çevrelerde sorgusuz kabulleniliyor. Çevre duyarlılığı olan kesimlerde, 'insanlar olmasa doğanın nasıl da sakin ve barış dolu bir yer olacağına' dair naif paylaşımlar kabul ve beğeni görüyor. İnsansız, emeksiz, idealistçe bir doğa algısı inşa ediliyor.

TKP çevre bürosu

Gittikçe derinleşen çevre sorunlarına karşı mücadele, çoktandır sınıf mücadelesine dahil edilmesi gereken önemli alanlardan biri haline geldi. Düzen içinde kendine yer bulan mevcut çevrecilik tarzı, çevre problemini sanayileşme ve nüfus artışından kaynaklı, genel bir insanlık sorunu halinde sunmaya yatkın. Bu çevreciliğin ayırt edici özelliği, yıkıcı uygulamaların sınıfsal özüne uzanmayan eleştiriler getirmesi. Söz konusu çevrecilik, kimi zaman tekil protestolarda geçici kazanımlar koparmasına rağmen genel gidişin nihai yönüne etkisi olmayan apolitik bir alt kültür haline geldi. Düzenin siyasi muhalefeti, bu çevrecilikle geleceğe yönelik bir taahhüde girmeyen, alternatif önerisiz, plansız ilişkiler içinde.

Yeterince irdelenmemiş, “dünya kaynaklarının artan nüfusa artık yetmiyor olması” gibi tezler sağduyu gereği sayılıp geniş çevrelerde sorgusuz kabulleniliyor. Çevre duyarlılığı olan kesimlerde “insanlar olmasa doğanın nasıl da sakin ve barış dolu bir yer olacağına” dair naif paylaşımlar kabul ve beğeni görüyor. İnsansız, emeksiz, idealistçe bir doğa algısı inşa ediliyor.

Düzenin önde gelen iktisatçıları gelir eşitsizliğinin gittikçe büyüdüğünü teyit ediyor. Asıl söylenmeyen şey, emekçilerin yaşam koşullarındaki gerilemenin ücret olarak aldığı payla sınırlı olmadığı. Emekçilerin haklarının bir bir ellerinden alınması, gittikçe kötüleşen kent-çevre ve sağlık koşulları içerisinde yaşamak zorunda bırakılmaları emekçilerin karşı karşıya oldukları eşitsizlikler arasında sayılmıyor bile. Düzenin mantığı, söz gelimi Dilovası’nda, Çan’da binlerce emekçi ve aile fertlerinin kanser hastası olmasını doğal sayarken halka verilen sağlık hizmeti nedeniyle oluşan ekonomik aktiviteyi bir gelişme sayıp bilançonun artısına yazabiliyor.

Şehirlerde yok edilen kamusal alanlar, emekçi için daha yaşanmaz bir şehir, sermaye için fazladan toprak rantı anlamına geliyor. Şehirlerin genel planları sermayenin ihtiyaçlarına göre sürekli değişikliğe uğrarken emekçi semtleri başta çevre şartları sürekli daha olumsuza doğru geriliyor. Geçmişin emekçi semtlerinin sorunları ancak sermaye tarafından emekçiler aleyhine buralara el konulduktan sonra çözülüyor, bu alanlar sermaye için muazzam ekonomik rantlara dönüşüyor.

Tarım, sermaye için kârlı bir yatırım alanı olmaya devam ediyor. Aynı zamanda  işçilik maliyetlerinin düşürülmesinde bir etken olarak ucuz ve niteliksiz tarımsal üretim sermaye için olmazsa olmaz. Büyük sermaye gruplarının çıkar ve ihtiyaçlarına uygun olarak dünya ölçeğinde yeniden biçimlendirilen endüstriyel tarımın doğal yaşamda yarattığı zarar, çevresel yıkım ve insan sağlığına olumsuz etkileri göz ardı ediliyor. Rekabet gücü olmayan yerel tarım ise sanayi ve kentleşmeden doğan çevresel zararların doğrudan hedefi durumuna geliyor. Ekonomik baskıyla birlikte gelen doğal kaynak gaspları ve bunun getirdiği çevre sorunları, tarımda mülksüzleştirmenin yolunu döşeyerek diğer sektörlere ucuz işçi potansiyeli de yaratıyor. On binlerce köyün şehirlere bağlı mahalleler olarak yeniden tanımlanması, tarım ve hayvancılık alanlarının statülerini bir kalemde değiştirerek kırsal nüfusu son üretim araçlarından ve geçim kaynaklarından ediyor.

Kısacası emekçiler ve aileleri için çevre sorunları doğal hayatın tahribatı kadar, beden ve ruh sağlıklarına tehdit, gıdalarında ve yerleşimlerinde yozlaşma, eskiden parasız erişebildikleri kaynaklar için gittikçe daha çok ödeme yapmak zorunda kalmak olarak karşılarına çıkıyor. Ellerindeki son mülkiyet kırıntıları da (özel ya da tarımsal) topraksızlaştırma ve kentsel dönüşümün ekonomik zora dayalı yöntemleriyle ellerinden alınıyor.  

AKP hükümeti iktidara geldiği dönemden beri çevre katliamlarına imza atıyor. Bugün gelinen noktadaki ekonomik sıkışmayı da dikkate aldığımızda talanın artarak devam edeceğini öngörebiliriz. Mevcut durum ise, iktidarın kendine has uygulamaları sonucu değil sadece. Tüm dünyada gözlenen neoliberal yaklaşımlar, temel sınıfsal özü aynı kalarak mevcut iktidar eliyle Türkiye’de de kuralsızca yol almakta. Düzen partilerinin tamamı, daha ekolojist programlar benimsediği iddiasında olsalar da içinde bulundukları rant ilişkilerini sağlıklı bir çevre lehine aşabilecek araçlardan yoksunlar.

Doğal kaynakların talanı ve çevrenin tahribi kapitalizmin belirleyici özelliği. Doğal kaynaklara el konulması, sermayenin genişleme oyununda kaçınılmaz ve temel bir zorunluluk. Bu talan ve gasp, yaşadığımız, çalıştığımız tüm coğrafyalarda biçim değiştirmekte ancak özünde sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızı ihlal etmektedir. Kimi örneklerde tarım faaliyetleriyle enerji ve sanayi tesisleri karşı karşıya gelmekte, kimilerinde turizm tesisleri ile doğa koruma arasında çelişki yaşanmakta, kimilerinde sanayi tesislerinden kaynaklanan çevre kirliliği sağlığımızı, yaşamımızı etkilemektedir.