İzmir‘in ekolojik yıkımı

Kentsel altyapı süreçlerinde tüm eksikliklerine rağmen Ülkemizin en iyi durumdaki kentlerinden olan İzmir, diğer taraftan her tarafından kuşatıldığı çevre problemleri ile boğuşmaya devam ediyor.

E. Helil İnay Kınay

Ülkemizde yıllardır  iktidar partileri değişirken; emeğin ve doğanın sömürüsü üzerine kurulmuş olan yönetim politikaları değişmiyor. Uzun yıllardır egemen kılınan ve çağdaş, katılımcı demokrasi  ile hiçbir ortak noktası olmayan yönetim anlayışı nedeniyle ülkemizin su kaynakları kirletilmiş, doğal varlıkları, orman alanları talan, tarihi zenginliklerimiz tahrip edilmiş, kentsel dönüşüm süreçleriyle kent yoksulları yerlerinden edilmiştir. Doğanın ve emeğin sömürülmesi süreçleri bu dönemde tüm yıkıcı etkileri ile karşımızda durmaktadır. Ülkemizde ve kentimizde yurttaşlarımızın yaşam alanlarını ranta ve talana karşı korumak adına yaptığı mücadeleler; çevre sorunları ile toplumsal sorunlar arasında ayrılmaz bir ilişki olduğunu, çevrenin  korunmadığı bir demokrasi olamayacağı gibi, demokrasinin olmadığı bir ülkede de çevrenin korunamayacağını göstermiştir.

35 yılın üzerinde bir Çevre Kanununa ve Çevre Bakanlığı geçmişine sahip ülkemizin, çevre kalitesinin korunup geliştirildiğini, ülke yönetiminde ekonomik kalkınma ile doğal varlıkların korunmasını esas alan yönetim politikalarının etkin hale geldiğini söylemek mümkün değildir.

Sağlıklı çevrede yaşama yönelik çalışmalarının en önemli parçası olan çevresel altyapı süreçleri ve çevre yönetimi; kentlerin planlanması ve yönetimi süreçlerinin tüm aşamalarında çevre boyutunun değerlendirilmesi, doğru yönetilmesi ile mümkündür. Bu noktada da konu ile ilgili uzman meslek disiplini olan çevre mühendislerinin bakış açısı ve yaklaşımı önemlidir. Merkezi ve Yerel Yönetimlere baktığımızda ise; su temini, atıksu, atık yönetimi, hava kalitesi, iklim değişikliği, gürültü, enerji ve planlamanın diğer çevresel süreçlerini yürütecek çevre mühendisi istihdamının yetersiz olduğunu, çevre mühendisi istihdamı arttırmak yerine ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından çevre mühendisliği diplomasının çevre görevlisi gibi tanımlar ile farklı disiplinlere birkaç günlük eğitim ve uygulamalar altında verildiği uygulamalar ile ve çevre mühendisliği diplomasının yok sayıldığı, çevre mühendisliği çalışma alanlarında ise çevre yönetim süreçlerinin içinin boşaltıldığını görüyoruz..

Ülkemizin her yanında yaşanan kent ve doğa talanı ve çevre sorunlarının birçok örneğini Homeros`un "Gök kubbenin altındaki en güzel şehir" olarak tanımladığı İzmir`de de yaşamaya devam ediyoruz.

Bir yüzü ile kentsel altyapı tesisleri ile Ülkemizin diğer kentlerinden önde ve öncü konumda olan İzmir; Türkiye İstatistik Kurumu`nun (TÜİK) "Belediye Atık Su İstatistik Anketi" sonuçlarına göre, Avrupa Birliği standartlarında arıtma sayısı, kişi başına düşen atık su arıtma miktarı ve AB standartlarında arıtım oranı ile Türkiye`de ilk sırada yer alıyor. Diğer taraftan kentleşme ve yapılaşmanın getirdiği altyapı yetersizlikleri, su kayıpları, körfezde koku problemi olarak karşımıza çıkıyor. Kentleşme ve sanayileşme sorunlarından birisi olan hava kalitesi ve atık yönetiminde de karnemiz iyi değil... İzmir kenti bir taraftan Aliağa ve Sanayi tesislerinden kaynaklanan, plansız kentleşmesinin de getirdiği hava kalitesi problemleri ile boğuşurken, bölgemizde termik santral projeleri bütünsel yaklaşımdan uzak planlama süreçleri ile devam ediyor..

Bir taraftan ülkemizin ilk düzenli depolama tesisi olan ve son günlerde İBŞB’nin Atıktan Enerji eldesine yönelik projesi ile doğru bir yaklaşım yürüttüğü Harmandalı Depolama alanının yıllar içerisinde plansız kentleşme ile yapılaşmanın ortasında kalmış olmasının yarattığı problemlerle uğraşıyor, diğer taraftan atık değil kaynak olarak görülmesi gereken günlük 3500 ton çöpünü kaynak olarak değerlendirecek ve bertarafına yönelik gerçekleştirmeyi planladığı entegre katı atık bertaraf tesisine yönelik yer seçiminine yönelik süreçleri tamamlamaya çalışıyor.

Kentsel altyapı süreçlerinde tüm eksikliklerine rağmen Ülkemizin en iyi durumdaki kentlerinden olan İzmir, diğer taraftan her tarafından kuşatıldığı çevre problemleri ile boğuşmaya devam ediyor.

Aliağa`da ağır sanayi kirliliği devam ediyor. 1960 yılına kadar tarım ağırlıklı bir ekonomiye sahipken, 1961’de ağır sanayi bölgesi ilan edilen Aliağa’da 1970’lerden itibaren sanayi yatırımları hız kazanmış, petrokimya endüstrisinin de kurulmasıyla bir sanayi kenti halini almıştır. İzmir’in kuzeyinde doğrudan Ege Denizi'ne kıyısı olan Aliağa Bölgesi sınırları içerisinde; hurda demir-çelik işleme tesisleri, haddehaneler, petrokimya tesisi, petrol rafinerisi, doğal gaz çevrim santrali, gübre fabrikası, gemi söküm tesisleri, kömür depolama alanları, hurda depolama alanları, geniş cüruf yığınları, oldukça yoğun taşımacılık aktiviteleri ve ağır karayolu trafiği gibi kirletici vasfı yüksek faaliyetler bulunması nedeni ile bölge havası, suyu, toprağı ile çevresel kirlilik kapasitesini çoktan aşmış, kirlenmiş ve bölgedeki yaşam kalitesini tehdit eder hale gelmiştir.

Gelinen noktada çevresel yük kapasitesini tamamen doldurmuş olmasına rağmen; Bölgemizdeki ÇED Raporları ve kararları incelendiğinde kararların büyük bölümünün bölgedeki tesisler ve kapasite artışlarına ilişkin olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan planlama süreçlerine ilişkin çalışmalar ve çevre düzeni planlarında da bölgede sanayi alanlarının genişletildiği tarım ve orman alanlarının sanayi yatırımlarına yönelik planlamalara açıldığını görmek mümkün. Aliağa Bölgesi petrokimya tesisleri, demir çelik endüstrisi, diğer sanayi tesisleri mevcut ve planlanan termik santraller ile en önemli çevresel risk bölgesi. Bu noktada bölgede yapılan çalışmalar çevresel kirliliğin boyutları ve etkileri ile ilgili olumsuz verileri de ortaya koyarak bölgenin çevresel yük kapasitesini aşmış olduğunu ifade ediyor. Aliağa İzmir için hava kirliliği sürecindeki en önemli etken aynı zamanda yapılan çalışmalar su ve toprak kirliliğinin de önemli boyutta olduğunu gösteriyor. 1960lı yıllardan itibaren Sanayi Bölgesi olarak tanımlanan bölgenin çevresel kirlilik kapasitesini aştığını yıllardır bilinmesine rağmen kömürlü termik santral yatırımları ile ilgili süreçler devam ediyor.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası'nın da takip ettiği hukuki süreçlerde elde edilen kazanımlara rağmen; ÇED Olumlu Belgesi iptal edilen termik santrallere ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yeniden verilen ÇED Olumlu Belgeleri ve dava süreçleri ile santraller çalışmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz yıllarda Çeşme`de yaşanan Gemi Kazası ve Foça`da deniz kirliliği felaketi ile bölgemizde gemi trafiğinden kaynaklı çevresel kaza risklerini bir kez daha yaşadık. Bu süreçte acil müdahale ve temizlik çalışmaları yürütülmesine rağmen kirlilikle yaşanan çevresel maliyetler karşı karşıya olduğumuz riskleri bir kez daha ortaya koydu.

Gemi söküm tesislerinde yapılan işlemlerin nasıl kontrol edilemediği KUITO ve ETHANE Gemileri ile bir kez daha karşımıza çıktı. Gemisinin sökümünün durdurulması için alınan mahkeme kararı gelene kadar gemi sökümü çoktan bitmişti. Gemi söküm tesislerinin yarattığı kirlilik devam ediyor.

Gaziemir`de 2007 yılında tespit edildiği ortaya çıkan radyoaktif atıklarla ilgili süreç hala devam ediyor. Ülkemize girişi yasak olan nükleer atıkların oraya nasıl geldiği, kimler tarafından getirildiği hala bilinmiyor, Hukuki süreçler devam ediyor, acil müdahale çalışması yapılması gereken Gaziemir nükleer atıkla yaşamaya devam ediyor.

İzmir’de tarım alanlarımız, orman alanlarımız, doğal sit alanlarımız kontrolsüz plansız RES`lerle, taş ocakları ile elden çıkıyor.

Orman alanları ve sit alanları ile ilgili yapılan mevzuat ve statü değişiklikleri ile korunması gereken alanlar yapılaşma ve rant baskısı ile özelliğini yitiriyor.

İzmir Gediz, Küçük Menderes, Kuzey Ege Havzaları içerisinde bulunuyor. Havzaların su kalitesine ilişkin  Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen çalışmalarda; su kalitesinin en kötü seviyede olduğu, planlanan önlemlerin uygulanması halinde bile kısa ve orta vadede etkili sonuç alınamayacağı öngörülüyor. Benzer süreç yeraltı sularımız için de geçerli. Kalite, miktar ve yönetim sorunları  yaşam kalitemizi etkilemeye devam ediyor.

Diğer taraftan bölgemizde Bergama Altın Madeni’nin çevresel riskleri ile yıllardır verilen mücadele devam ederken; Efemçukuru Altın Madeni’nin İzmir’in Su kaynağı olan Çamlı Baraj Havzası’nda, Gördes Nikel Madeninin İzmir ve Manisa’nın su kaynağı olan Gördes Havzası’nda , Çaldağ’da işletilmesi planlanan nikel madeninin Gediz Havzası’nda, Çukuralan altın madeninin Balıkesir’in su kaynağı olan Madra Barajı Havzası’nda, Kışladağ Altın Madeni’nin ve Murat Dağı’nda planlanan altın madeni işletmesinin Uşak’ta yarattığı/yaratacağı çevresel riskler ve bu projelere verilen ÇED Olumlu kararları ile ilgili Odamızın da içerisinde bulunduğu hukuki süreçler devam ederken diğer taraftan işletmelerin yarattığı olumsuz etkileri de yaşıyor ve görüyoruz…

Gelinen süreçte; bölgemizdeki çevresel riski yüksek olan diğer projelerde yaşanan süreçler ile  benzer uygulamaları görüyoruz. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2009/7 Genelgesinin uygulamaya konularak yeni ÇED olumlu Belgelerinin verilmesi, mahkeme kararlarına itirazlar ve bu süreçte alınan raporlar ile mahkeme kararları ile birlikte çevre ve halk sağlığının da yok sayılması bir alışkanlık haline dönüştü…

Mahkeme kararları ve bilirkişi raporları ile ÇED Raporu’nun eksiklikleri kanıtlanmış ve açılan davalar ile ÇED Olumlu Belgelerinin İPTALİ kararları alınmış olmasına rağmen; 2009/7 Genelgesi kapsamında ÇED Raporundaki eksiklikler tamamlanmış gibi yeniden ve yeniden süreçlerin başlatılması, süregelen davalar, iptal kararları vb süreçler ile işletilmeye devam eden projeler, anayasa ile güvence altına alınmış olan sağlıklı yaşam hakkının, kamu çevre sağlığının, hukukun, bilimsel raporların yok sayıldığı, ÇED sürecinin anlamsız bir prosedüre döndüğünü, çevre ve halk sağlığını korumakla yükümlü Çevre ve Şehircilik Bakanlığı eli ile yaşamlarımızın hiçe sayıldığını bir kez daha göstermiştir.

Ülkemizde kendi atığımızı toplayamadığımız, atıklarımızı kaynak olarak değerlendiremediğimiz, atık yönetimini planlayamadığımız süreçte; atık ithalatına ilişkin gerçekleştirilen uygulamalar ile Gaziemir`de hala çözün bulunamayan nükleer atıklar, Karadeniz sahillerinde ortaya çıkan variller; Aliağa`da Kuıto ve Ethane gemilerinde asbest ve Kemalpaşa’da yaşanan atıklar örnekleri  ülkemizin atık çöplüğü haline geleceği endişemizi arttırmaktadır.

1982 Anayasasının 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini ödemenin devletin ve yurttaşların ödevi olduğunu belirtilmektedir.

Tüm bu süreçlerde verimli tarım arazileri, su havzaları, ormanlarımız, korunması gereken doğal alanlarımızda işletilen, işletilmesi planlanan çevresel riski son derece yüksek olan bu tesisler ile ilgili hazırlanan ÇED Raporlarının yetersizliği ortadadır. Ülkemizin çevre politikaları ve tüm hukuki ve çevresel mücadelelere rağmen işletilmeye devam eden Aliağa`da kirlilik yaratan sanayi tesisleri ve termik santral projeleri, Bergama, Çukuralan, Efemçukuru, Kışladağ, Gördes madencilik projelerinin, bölgemizdeki JES projelerinin yarattığı çevresel risklerin yönetilemediği ve yaşam alanlarımızın hızla kirletildiği yok edildiği ülkemizde; bölge halkı tarafından yürütülen mücadele çok daha önem kazanmaktadır.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak; ülkemizde ve kentlerimizde doğal varlıklarımızın korunarak geliştirilmesini yaşamsal bir olgu olarak değerlendirdiğimizi bir kez daha tekrarlıyoruz. Bu süreçte taraf olduğumuzu; yaşamın ve kamu yararı tarafında olduğumuzu yurttaşlarımızın esenliği ve doğal varlıkların korunmasını esas alan yönetim ve çevre politikalarının hayata geçirilmesi konusundaki kararlılığımızı; örgütlü birliğimizi güçlendirerek,  ülkemizi adalet, eşitlik, barış ve bilim temelinde yeniden kurmak, insanımıza, doğamıza, yaşamımıza sahip çıkma inancımız ve kararlılığımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz.

E. Helil İnay Kınay, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı olarak görev yapmakta.