İşçi Partisi’nin yeni lideri ve Corbynizmin yenilgisi

Corbyn, sola alan açamadığı gibi mevcut alanı da daraltmış oldu, dışlanan kitleleri radikalize etmek bir yana onların parlamenter sistemden umutlanmasını sağladı, istifasının ardından kazanımlarını korumak için mücadele edeceğine parti yönetimi seçimlerinde dahi pasif tutumunu sürdürüp ciddi bir hesaplaşmadan kaçındı. 

Eren Korkmaz

12 Aralık tarihindeki genel seçimlerden İşçi Partisinin yenilgiyle çıkmasının ardından istifa eden Corbyn’in yerine kimin geçeceği 4 Nisan tarihinde belli oldu ve oyların % 53’ünü alarak ilk turda “Sir” Keir Starmer partinin başına geçti. Corbyn’in politik hattını savunan Rebecca Long-Bailey ise ciddi bir etki yaratamadı. Her ne kadar Covid-19 salgını nedeniyle yeterince gündem olmasa da ana akım medyada yeni lider memnuniyetle karşılandı.

“Sir” Starmer kim?

“Sir” Keir Starmer emekçi bir ailenin bir çocuğu. Gençliğinden itibaren İşçi Partisi içinde faaliyet yürüten biri. Oxford Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra avukatlık yapıyor. İnsan hakları ile ilgili davaları alıyor. Ardından başsavcı olarak atanıyor. Kraliçe tarafından memlekete hizmetleri nedeniyle şövalyelik verildiği için “Sir” oluyor. Ardından İşçi Partisi'nden vekil seçiliyor. En son Brexit’ten sorumlu gölge bakan olarak İşçi Partisi'nin Brexit politikalarını belirleyen ekibin başında yer alıyordu. Ancak insan hakları avukatı olarak tanınsa da başsavcılığı zamanında G-20 protestoları esnasından polis tarafından öldürülen bir kişinin davasında polise soruşturma açmayı reddediyor. Ailenin kampanyası sonucunda toplumsal baskı olunca polis tutuklanıyor. Yine Irak işgalini BM kararı olduğu gerekçesiyle savunuyor. Corbyn’in ilk döneminde Corbyn’e yönelik parti içi “darbe” girişiminde yer alıp istifa eden gölge bakanlar arasında yer alıyor. Brexit sürecinden sorumluyken AB konusunda ikinci referandumu savundu ve referandumda AB’de kalma yönünde oy vereceğini açıkladı. Diğer yandan göçmenlerin sayısının sınırlandırılmasını da öne sürdü. Politik olarak ise “soft left” denilen “ılımlı sol” ekip içinde yer alıyor. “Ilımlı sol” yaklaşımı kendisini “radikal sol” (hard left) olarak adlandırılan Tony Benn’in yaklaşımını savunan ve Corbyn’in içinde yer aldığı ekibin sağında, Blairci “Yeni İşçi Partisi”nin solunda olarak tanımlıyor.

“Sir” Keir Starmer kampanyasında parti birliğini sağlayacağı ve gruplar arası kavgaya son vereceği sözünü verdi. Tabanda Corbyn’i seven üyelerin desteğini almak için Partinin son seçim manifestosunu sahiplendi. Öğrenci harçlarının kaldırılması, temel altyapı hizmeti sunan şirketlerin kamulaştırılması gibi vaatleri korudu. Gölge bakanlarını ise çoğunlukla ılımlı sola kaynaklık yapan Fabian Topluluğu'ndan vekillerden oluşturdu. Corbyn’den önceki parti lideri Ed Miliband’ı da gölge bakanı olarak atadı. 

Bununla beraber 13 Nisan’da medyaya yansıyan belgeler İşçi Partisi genel merkezinde Corbyn’e karşıt olan personelin Corbyn’in arkasından nasıl işler çevirdiğini, Corbyn’e ve ülkede siyahların hakları konusunda on yıllardır mücadele eden Diane Abbott’a karşı nasıl küfürler ettiğini, bazı seçim bölgelerde İşçi Partisi’ne karşı diğer parti adaylarının nasıl desteklendiğini göstermiş oldu. Öyle ki şayet 2017 seçimlerinde marjinal koltuklarda (Britanya’da seçim sisteminde her seçim bölgesinden en fazla oyu alan seçiliyor. Bu nedenle şayet adaylar arasında oy farkı çok azsa o seçim bölgelerine marjinal bölgeler deniliyor. İddialı partiler de bu bölgeleri almak için yarışıyor. Bu da meclisin yapısını ciddi şekilde etkiliyor) İşçi Partisi sadece 2 bin 700 fazla oy alsaydı bazı marjinal bölgeleri kazanabileceği ve iktidara gelebileceği anlaşıldı. Bu durumda İşçi Partisi’nin İskoç Ulusal Partisi, Liberal Demokrat Parti, Yeşiller Partisi ve Galler’deki Plaid Cymru ile koalisyon kurması durumunda hükümete gelmesi mümkün olacaktı.

Gelinen noktada İşçi Partisi yönetiminden Corbyn ve ekibinin dışlandığı görülüyor. Long Bailey de gölge bakan oldu ama bu, son dönemde Starmer’ın kazanacağı belli olunca yaşanan uzlaşmanın bir sonucuydu. Corbyn ve onu destekleyen vekiller de arka sıralara geçip parti içi muhalefeti oluşturma sürecine girdi. Parti yönetimi seçimlerinde de Corbyn’i destekleyenler azınlıkta kaldı. Corbyn’e karşı en etkili muhalefeti yürüten, Filistin mücadelesine desteği nedeniyle onu anti-semitist ilan ederek yaşamı ırkçı söylemlerle geçen Johnson’a oy çağrısı yapan Yahudi toplumunun sözcüleri de yeni liderin seçiminden memnuniyetlerini duyurdu. Zaten Starmer’ın eşi Yahudi olduğu ve çocuklarını Yahudi geleneği içindeki yetiştirdiği için Yahudi toplumu içindeki önemli etkinliklere katılan ve tanınan biri.

“Sir” Starmer hem eğitim ve kariyeri hem de İşçi Partisi içindeki düşünceleri ve parti içi kavga dönemlerindeki tutumu göz önüne alındığında İşçi Partisi'ni yeniden geleneksel bir hakim sınıf partisi olarak konumlandıracak, Corbyn döneminin sol söylemlerini budayacak ve şayet belirli bir liderlik başarısı gösterebilirse İngiliz siyasetindeki dönüşümlü iki partili sistemi sürdürecek ve Johnson sonrasında başbakan olabilecek potansiyele sahip biri. Tabii bunun düzenin bekası açısından hiçbir sorun yaratmayacağı da açık.

Corbyn halen umut olabilir mi?

Dolayısıyla artık İşçi Partisi sol için bir umut olabilir mi, Corbyn’in sosyal demokrat programı sosyalistlere yeni bir alan açar mı şeklinde soruların anlamı kalmadı.

Aslında Aralık ayından bu yana parti liderliği sürecinde yaşananlar dahi önemli veriler sunuyor. Aralık seçimlerinde İşçi Partisi tarihinin en düşük vekil sayısına ulaştı. Ancak bu esasen yukarıda bahsedilen seçim sisteminin sonucuydu. Corbyn’in aldığı toplam oy yine 10 milyonun üstündeydi, bir önceki seçime göre ciddi bir oy kaybı yaşanmamıştı ve halen Ed Miliband ve Blair dönemlerinden fazla oy almıştı. İşçi Partisi'nin üye sayısı da halen en yüksek düzeyinde. Seçimi kaybettiren ise partinin Brexit konusunda tutarsız söylemi nedeniyle AB’den ayrılmayı savunan Kuzey İngiltere’deki seçim bölgelerinde neredeyse yüzyıldır İşçi Partisi'ne oy verenlerin muhafazakarlara oy vermesi oldu. Bu politikanın mimarı olan, ikinci referandum ve AB’de kalma yönlü mesajlar veren Starmer ise şu an Corbyn’in kenara çekilmesiyle lider olmuş oldu.

Corbyn ise bu süre zarfında yenilgiyi kabullendi, moralsiz açıklamalar yaptı, sürecin etraflıca analizini yapıp alternatif sunamadı. Partinin başına geldiği günden beri karşılaştığı düşmanca tutumu teşhir etmedi, Filistin meselesine dair kendisini anti-semitist olmakla suçlayan ama esasında kamuoyunda kendisini İslam’la bir gösteren propagandaya net cevap veremedi. Yıllardır AB karşıtı olmasına karşın neden son dönemde AB yandaşı gibi göründüğünü açıklamadı. Seçim sistemini sorgulamadı. Kuzey İngiltere, Galler ve İskoçya’daki bölgesel yönetimlere karşı tutumunu ve oradaki parti liderlerinin engelleyici tutumlarını anlatmadı. Veya belki bunları ileriki bir döneme sakladı. Ancak artık yaşı itibarıyla da yeniden bir liderlik mücadelesine girmesi zor görünüyor. Parti içinde “radikal sol” denilen kesimler ise bölünmüş ve kendi içinde kavgalı olduğu için bu kesimin toparlanması kısa vadede mümkün görünmüyor. Buna partinin sunduğu imkanları kaybetme, parti yönetiminin engelleme çabaları da eşlik edecektir; Blairci dergilerden hepsini partiden atın, sol grupları dağıtın çağrıları etkili olabilir.

Şayet özel bir sebeple bu hesaplaşmayı ileriki bir sürece ertelemediyse, bu süreçten çıkan en temel sonuç şu şekilde özetlenebilir: Corbyn parti yönetiminde karşılaştığı engelleri aşamamasıyla beraber nasıl 2017 seçimlerinde bu derece başarı beklemiyorsa 2019 seçimlerinde de bu boyutta bir yenilgi beklemiyordu ve bu sonuç karşısında kendisinde artık mücadele edecek, alternatif oluşturacak bir güç ve enerji kalmadı. 

Corbyn zaten 40 yıllık pratiğiyle ve kendi ifadeleriyle devrimci dönüşümü savunan bir lider değildi. Demokratik sosyalist olarak tanımlanan, önce İşçi Partisi'ni sonra da hükümet kurarak ülkeyi değiştirmeyi amaçlayan reformist ve sosyal demokrat bir programa sahipti. Dış politikada ise NATO’ya, askeri işgallere ve G. Afrika, Filistin ve Türkiye gibi ülkelerde baskılara karşı çıkan bir yaklaşımı vardı. İngiltere’de sınıf temelli politikaların belirgin olmasından ötürü söylemlerinin işçi sınıfının ve sendikaların yanında olması da doğal. Bu açıdan “Bernie Sanders”e nazaran sınıfa daha yakın bir politikacı. Uzun yıllardır tasarruf önlemleri altında güvencesiz şartlarda çalışan işçileri, ayrımcılığa uğrayan göçmenleri heyecanlandıran, onların sempatisini kazanan bir programla partinin başına geçti ve 4 Nisan’a kadar iki genel seçim de dahil olmak üzere partiyi yönetebildi. 

Britanya’da örgütsel olarak oldukça güçsüz ve parçalı olan sosyalist ve devrimci güçler de Corbyn’in bu yönlerini bilerek ama onun liderliğinde sola yeni bir alan açılacağını, sol güçlerin toparlanacağını, toplumun politize olacağını ve sürecin giderek radikalleşeceğini umarak Corbyn’e desteklerini sundular. Ancak gelinen noktada bu hedeflere ulaşılmadığı gibi hasarın bir seçim yenilgisinden daha büyük olduğunu öne sürmek de mümkün.

Solda hasar neden büyük?

Öncelikle izlediği stratejinin reformist ve sosyal-demokrat temelli olması ve İşçi Partisi’nin bir hakim sınıf partisi olduğunu göz ardı etmesi/küçümsemesi ve partinin değişebileceğini iddia etmesi zaten ideolojik açıdan sorunlu bir yaklaşım. Ancak İşçi Partisi'nin Blair döneminden itibaren içine girdiği kriz, parti tabanında ve sendikaların tabanında biriken öfke küresel ekonomik kriz ve tasarruf tedbirleri politikalarıyla birleşince bu özel tarihsel şartların sonucunda partinin başına geçmesi mümkün oldu. Bundan 2017 seçimlerine kadar geçen süreç açıktan bir kavga ve mücadele süreciydi. Corbyn’i parti liderliğinden indirmek ve onu çalıştırmamak/itibarsızlaştırmak için özellikle partinin genel merkezinde ve parlamento grubunda yapılan tüm çalışmalara, saldırı karşıdan geldiği için, açıktan mücadele etti ve tabanı mobilize ederek bu saldırıları aşabildi. 2017 seçimlerinde karşısındaki gruplar ciddi bir yenilgiyle Corbyn’den kurtulabileceklerini umuyorlardı. (Kendi partisinin yenilgisini isteyen parti yöneticilerinin varlığı birçok kez kanıtlandı.) Anketlerde de 20 puan geride görünüyordu ve Theresa May’in erken seçim kararı da zaten İşçi Partisi'ni ezerek iktidarını sürdürmekti. Ancak May’in berbat bir kampanya yapması ve Corbyn’in kampanyasının yarattığı dalga sonucunda her iki parti neredeyse aynı oyu aldı ve Corbyn partinin tarihinde aldığı en yüksek oy oranına ulaşmış oldu. Bu bir sol hükümetin mümkün olduğu algısını herkeste oluşturdu.

Bu noktadan sonra Corbyn’in liderlik hattında bugünkü yenilgiyi getiren bir değişim net şekilde görüldü. Stratejik hattın reformist olmasının bir sonucu olarak uzlaşmacı ve tasfiyeci bir önderlik çizgisi netleşmeye başladı. Parti içindeki karşıtları/düşmanları açıktan meydan okumak yerine onunla çalışmaya ve politika oluşturma sürecine etkide bulunmaya başladı. Corbyn de bir sonraki seçimde hükümete gelme ihtimalinin netleşmesi ile parti içi mücadeleyi arka plana attı, hükümette radikal politikalar uygulanmaya başladıkça bu karşıtlığın son bulacağı, insanların ikna olacağı algısına kapıldı. (Bu sadece bir analiz değil, bu yönde söylemleri oldu.)

Bunun bir sonucu AB konusunda tutarsız bir tutum almaya mecbur bırakılması oldu. AB’yi savunmadığı bilindiği halde parti tabanında her iki taraftan insanları bir arada tutma adına bu yönde sorulan sorulara cevap dahi vermedi. Üstüne yeni bir referandum önerdi. İskoçya’nın bağımsızlığı referandumu talebi karşısında ise 40 yıllık düşünceleri belli olsa da görüş bildirmedi. Düşünün ki bu iki temel meselede ana muhalefet partisi liderine görüşü soruluyor ve başbakan adayı görüş bildirmiyor. Konuyu sağlık sistemine getirmeye çalışıyor.

Partinin Kuzey İngiltere’deki tabanındaki tepkiyi göremedi. Stratejiyi yine parti içindeki sağ kesimlerin etkisinde kalarak AB yanlısı tabanın Liberal Demokratlara gitmesini engelleme üzerine kurdu, seçim gününe 10 gün kala aslında AB yanlısı kitlenin partiden kopma yönelimi olmadığı, esas tehlikenin AB karşıtı kuzeyli geleneksel işçi tabanında olduğu anlaşıldı. Parti içinde AB karşıtı sol vekillerin kampanyaya katılmasına izin verilmiyorken son 10 günde onlardan kuzeye gitmeleri ve insanları ikna etmeleri istendi.

Parti yönetiminde 2017 öncesinde onu devirmek isteyenlerle yönetimi paylaştı, uzlaştı, Starmer gibi onu zor duruma sokan politikalara imza atanlarla çalıştı ve onlar da tabii ki seçimden sonra onu yalnız bıraktılar. Yönetimi değiştirmek için özel bir çaba göstermedi, bu yönde baskıyı kendisini destekleyen Momentum grubuna bıraktı ama lider olarak bir tutum alamadı. Ayrıca İskoçya’yı yeniden kazanmak için çaba göster(e)medi. Partinin yüzyıldır sadık tabanı olan ve yerel yönetimlerde iktidarda olduğu Galler ve Kuzey İngiltere’de yoksullaşan halk kesimlerine yönelik özel bir program izlemedi, orada tabanın sevmediği parti yönetimini değiştiremedi ve onların engelleyici tutumunu aşamadı. 

Çabası Londra merkezli kaldı. Londra ve birkaç metropolde gençlerle, öğrencilerle, işçilerle ve göçmenlerle sıkı ilişkiler kurdu, onları partiye kattı ama diğer bölgelere dair bir politika geliştirmedi, oradakilerle uzlaştı. Çözümü iktidara geldikten sonra uygulayacağı kamulaştırmalarla ve sosyal devlet politikalarıyla aşmada gördü.

Sürekli hareketten, mücadeleden bahsetti ama liderliğin merkezini, kendisinin en zayıf olduğu parlamentoya sıkıştırdı. Genel seçimler harici ciddi bir toplumsal hareket oluşturamadı, yeni üyelerle canlanan partiyi harekete geçiremedi. Her şey parlamentoya sıkıştı, toplumun nabzını tutacak araçları kalmadı. 

Kendisini destekleyen sol, sosyalist, devrimci gruplara sınırlı bir alan açtı ama onların birliği, gelişimi konusunda bir çözüm sunamadı. Dağınık, parçalı, birbirine güvenmeyen ilişki tarzı devam etti. Hatta parlamentarist yaklaşımları güçlendirdi, parlamentoya odaklandıkça kendisini destekleyen gruplar da yüzünü oraya döndü ve gelişme dinamikleri zayıfladı.

40 yıldır mücadele içinde olan, ilkeleri olan, dürüst politikacı imajı 2017 seçim başarısının ardından ciddi bir yara aldı. Partinin iktidara gelebilecek potansiyele sahip olduğunun 2017’de anlaşılmasının ardından tüm çaba, hükümet olma dönemine ertelendi. Corbyn de bir şekilde partinin başında kalabilmek için numaralar çeviren, kariyerist, bir gün dediğini diğer gün reddeden bir politikacı olmaya başladı. Antisemitizm konusunu bir gün reddedip bir hafta sonra özür dilemesi, AB konusunda net bir görüş bildirmemesi, parti içi tartışmalarda kararlı bir duruş sergilememesi gibi konular halka karşı dürüst, ilkeli, sözünü sakınmayan politikacı kimliğini yaraladı.

Özetle parti tabanından uzaklaşıp onları pasifize eden politikalar yürüttü. Partinin merkezi ve bölgesel yönetimlerini değiştirmeyi erteledi. Uzlaşması mümkün olmayan görüş ve kesimleri uzlaştırmaya çalıştı. Ülke geneline (örneğin İskoçya) dair alternatif örgütlenme planları koymadı. Partinin yönetimde olduğu Galler ve Kuzey İngiltere’de alternatif üretim modelleri, örgütlenme çalışmaları, ırkçılık karşıtı kampanyalar düzenlemedi. Ve tüm bu nedenlerle tasfiyeciliği pekiştirmiş oldu. Metropollerdeki desteğini korudu ama ülke genelinde geleneksel tabanından ne kadar uzak olduğunu göstermiş oldu. Kendisinden nefret edenlerle beraber politika geliştirdi, yanlış stratejiyle yanlış kesimlere yönelirken karşısında May dönemindeki hataları yapmayan Muhafazakar Parti'nin seçim stratejisini aşamadı. Sağlık sistemine daha fazla yatırım vaadini verdi ama Muhafazakarlar da aynı vaatleri verince boşa düştü. Partisinin başına geçen Johnson’un kendisini farklı bir lider olarak göstermesi, Brexit’i gerçekleştirme üzerine net ve anlaşılır bir mesaj vermesi, tüm sorunları AB’ye ve göçmenlere atarak “artık kontrolü elimize alıyoruz, bu sayede sağlığa, eğitime yatırım yapacağız” sözlerini vermesi toplumda karşılık buldu. Bu “kararlı” liderlik karşısında parti politikası gereği yorum yapamayan, zayıf bir aday olarak çıktı ve üstüne AB yanlısı, İslam yanlısı gibi yaftalardan kurtulamadı, kendisini izah edemedi.

Dolayısıyla reformist de olsa devrimcilere, sosyalistlere alan açar diyerek desteklenen, sosyal devlet üzerine güzel söylemlerde bulunan, göçmenleri, gençleri, işçileri siyasete çektiği için övülen Corbyn gelinen aşamada seçim sisteminin azizliğine uğradı, sola alan açamadığı gibi mevcut alanı da daraltmış oldu, dışlanan kitleleri radikalize etmek bir yana onların parlamenter sistemden umutlanmasını sağladı, istifasının ardından kazanımlarını korumak için mücadele edeceğine parti yönetimi seçimlerinde dahi pasif tutumunu sürdürüp ciddi bir hesaplaşmadan kaçındı. 

İşçi Partisi içinde sol bir muhalefet varlığını korumaya devam edecek. İlk kez Corbyn sayesinde parti yönetimine gelip projelerini ortaya koyabilmişti ama son yenilgiyi aşması kolay olmayacak. Bu süreçten ve yenilgiden ders çıkarılır mı bunu zaman gösterecek. Ancak toparlanma olsa dahi bunun uzun zaman alacağı da açık.