İktidar saldırırken: Baroların mücadelesi

Baroların mücadelesi, öncelikle mevcut hukuksal ve sosyal durumdan geriye düşmeyecek bir meslek örgütü olmak hedefini içeriyor. Yani savunma yaparak teslim olmama amaçlanıyor. Ama mücadele burada, bu mevzide tutulma hedefiyle kalmamalı. Bütünsel hedefe kilitlenmeli.

Ali Rıza Aydın

Avukatların anayasal güvence altındaki örgütleri olan baroları ve Türkiye Barolar Birliğini (TBB), yine anayasal güvence altındaki diğer kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından (KKNMK) ayıran belirgin bir özellik var. Avukatlar, temel hak ve özgürlüklerin koruyucusu olan “iddia” ve “hüküm”le ” birlikte “savunma” olarak sacayağını oluşturuyor. Avukatı yargının kurucu unsuru yapan bu sacayağı “hak arama özgürlüğü” ve “adil yargılanma hakkı”nın temeli, olmazsa olmazı.

Türkiye, iddia ve hüküm ayaklarının önce güdümleştirildiği, bugün de partileştirildiği bir dönemi yaşıyor. Bu iki ayaktaki yıkım, emekçi halk ve savunma adına büyük; sermaye ve siyasal iktidar adınaysa taraflılık ve bağımlık getiriyor.

Savunmayı, adalet arayışını anlamsızlaştırma çabası

İşte bu durum, halk adına savunmayı, halkı savunmayı, adaletsiz adalet arayışlarına karşı mücadele etmeyi ve bu mücadeleyi örgütlü olarak sürdürmeyi anlamlı ve vazgeçilmez kılıyor. Bu vazgeçilmezlik, içinde bulunduğumuz hukuksuzluk, keyfilik ve otoriterlik sürecinde daha da anlamlılaşıyor.

Emekçi halk için hak ve özgürlüklerin budandığı, mücadelelerle kazanılanların geri alındığı, anayasallığın rafa kaldırıldığı, sömürünün keskinleştiği ortamda toplu hak arama yolları da kullandırılmazken mücadelelerin yargı yoluna umut bağlanırken, bu umudun neferleri olan savunmanların örgütlerini parçalamak, yandaşlaştırmak; savunmanı bireyselleştirmek, gerektiğinde susturmak sermayenin de siyasi iktidarın da istediği, hem de çok istediği bir şey.           

Yargının kurucu unsurlarını önemsizleştirince, mücadelelerin de kırılacağı düşünülüyor. Bir de halk, “işte yargı kararı” denilerek çaresizlik ve seçeneksizlik batağına itilmek isteniyor. “Yargıya güven kalmadı” diyerek hak arama özgürlüğünün kullanılmak istenmediği çok olay var.   

Kamu hizmeti yapan avukat, yargılama süreci içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev alıp sorumluluk üstlenirken kamu yararını korur. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek, adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı görev bilen avukatın, hukuk devletinin yargı düzeni içindeki yeri özellik taşır. Avukatın seçkinliği ve üstün nitelikler taşıması, hem toplumun hem de yargının beklediği bir husustur.

Nitekim; “Yargının kurucu unsurlarından olan, bağımsız, serbestçe temsil eden, hukuksal ilişkilerin düzenlenmesinde, her türlü hukuksal sorun ve uyuşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesinde ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında temel görev üstlenen avukat”ın hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının önemli bir unsuru olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından da ilkesel olarak vurgulanmıştır. Hukuksal güvence, mesleğinde yetkin bağımsız savunucularla teminat altına alınır.

Piyasalaştırma ve güç kaybı

Avukatlık mesleğinin halk için önemini etkileyen önemli hususlardan biri, savunmanın piyasalaştırılması ve de güç kaybıdır. Barolara ve örgütlenmeye saldırının önemli nedenlerinden biri de budur.

Hukuka ve yargıya müdahale eden egemen siyasetin, yargının kurucu unsurlarından olan savunmanın halk adına temsiline müdahale etmemesi düşünülemez. Bu müdahalenin en kolay ve etkileyici yolu, yargıcın bağımlı kılınması gibi, “bağımsız temsilciyi” de, sermayeye ve iktidara “bağımlı” kılmak geçer.

Bu yöntemle örgütsel gücü kırılarak bireyselleştirilen avukat, adalet yerine, emri altındaki egemenin haklarını savunan “çalışan” durumuna indirgenmekte ya da piyasanın parçası haline gelmektedir. Buna,  savunmanın emekçisinin emir kulu yapılması, başka bir deyişle avukatlık mesleğinin ve örgütlerinin sınıfsal konumunun sermayeleştirilmesi demek doğru olur.    

Geriye düşmeden ileri atılmak

Baroların mücadelesi, bu kapsamda değerlendirildiğinde öncelikle mevcut hukuksal ve sosyal durumdan geriye düşmeyecek bir meslek örgütü olmak hedefini içeriyor. Yani savunma yaparak teslim olmama amaçlanıyor. Ama mücadele burada, bu mevzide tutulma hedefiyle kalmamalı. Bütünsel hedefe kilitlenmeli.

Bir kere avukatlık ve meslek örgütü yasasının siyasal iktidar tarafından değiştirilmesine izin verilmemeli. Bu tür bir yasa taslağı ancak ve ancak barolar ve TBB’nin hazırlığıyla ve Meclis içi uzlaşmayla yasalaşma sürecine sokulmalı. Burada çoğunluk esası gibi bir nicelik tuzağına da düşülmemeli.

İkincisi, savunmanın, savunmanların ve örgütlerinin Anayasanın yargı bölümüne yerleştirilerek, diğer yargı ayaklarıyla birlikte dokunulmayacak bir güvenceye kavuşturulması hedeflenmeli. Yasa değişikliğinden önce bu anayasal güvenceyi almaya yüklenilmeli; yani savunmadan saldırıya geçilmeli.

Nihayet savunma mesleğinin; devletin, hukukun ve yargının sınıfsallığında özünde sömürü ve adaletsizlik olan egemen sınıfın çatısı altında değil, sömürüsüz toplumu hedefleyen emekçi halkın içinde yaşayabilmesinin örgütlü mücadelesi verilmeli. Böyle bir mücadelede emekçi halk da savunmanlarıyla birlikte olacaktır.