Hulusi Akar Mirzabeyoğlu’nu ziyaret etti mi etmedi mi?: Düzenin yeni azizleri var

Abdullah Gül ve Salih Mirzabeyoğlu 1950 doğumlu, Hulusi Akar 1952. Akar ve Gül’ün arkadaşlığı zaten lise yıllarına dayanıyor. İki isim de Mirzabeyoğlu ile hem aynı Necip Fazıl cemaatinin parçaları hem de yaşıtlar. Tanışmamaları ve bir “yoldaşlık” geliştirmemeleri mümkün görünmüyor. Bu listenin eksik parçası ise 1954 doğumlu Erdoğan. Necip Fazıl’ın en sıkı takipçilerinden olduğu biliniyor.

Haber Merkezi

Halk TV’nin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (İBDA-C) lideri olarak hüküm giyen ancak yeniden yargılanıp beraat eden Salih Mirzabeyoğlu’nun mezarını ziyaret ettiği haberine erişim engeli getirildi.

Konuyla ilgili Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan ise henüz bir yalanlama gelmezken kanaldan yapılan açıklamada erişim engelinin nedeninin İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hakimliği tarafından “Salih Erdiş’in ceza onandıktan sonra yeniden yargılanıp beraat etmiş olması, dolayısıyla İBDA-C lideri olarak nitelendirilemeyeceği” olarak belirlendiği belirtildi.

Yani ziyaret haberinin gerçek dışı olması değil, Mirzabeyoğlu’nun İBDA-C lideri olmaması gerekçesiyle habere erişim engeli getirilmiş.

Mlli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ziyareti yalanlamaması dikkat çekti. Zaten şöyle bir ayrıntı var ki, Mirzabeyoğlu'nun mezarı, vasiyeti üzerine Necip Fazıl'ın yanına yapıldı. Yani Hulusi Akar'ın Necip Fazıl'ı mı, Mirzabeyoğlu'nu mu ya da gelmişken her ikisini de mi ziyaret ettiği bilinmiyor. Bugün ülkeyi yöneten İslamcı kadroların çoğunluğunun aynı tedrisattan geçtiği ve tanışıklıklarının yıllar öncesine dayandığı düşünüldüğünde her koşulda ortada bir zihinsel birlikteliğin olduğu görülüyor.

Gazeteci Deniz Zeyrek Hulusi Akar’ın Abdullah Gül ile olan arkadaşlığının yıllar öncesine dayandığını gösteren bir fotoğrafı paylaşmıştı. Fotoğraflarda Hulusi Akar, Fehmi Koru ve Abdullah Gül Londra’da görülüyorlardı.

Bir başka fotoğrafta ise bu sefer Akar ve Abdullah Gül, bugün ülkeyi yöneten kadroların çoğunun “üstat” kabul edip fikirleriyle yetiştiği İslamcı şair Necip Fazıl’ın hemen yanında görülüyor.

Salih Mirzabeyoğlu da Necip Fazıl’ı üstat kabul edenler arasında yer alıyor. Lise yıllarında Necip Fazıl’la tanışan Mirzaneyoğlu’nun fikri gelişiminde İslamcı şairin büyük katkısı var. Öyle ki Mirzabeyoğlu Necip Fazıl’la ilgili “ Necip Fazıl'la Başbaşa: İntiba ve İlham” adlı bir de kitap yazıyor. Fazıl kitabı “Hakkımda yazılmış tek harika kitap” diyerek çok beğeniyor.

Abdullah Gül ve Mirzabeyoğlu 1950 doğumlu, Hulusi Akar 1952. Akar ve Gül’ün arkadaşlığı zaten lise yıllarına dayanıyor. İki isim Mirzabeyoğlu ile hem aynı Necip Fazıl cemaatinin parçaları hem de yaşıtlar. Tanışmamaları ve bir “yoldaşlık” geliştirmemeleri mümkün görünmüyor. Bu listenin eksik parçası ise 1954 doğumlu Recep Tayyip Erdoğan. Necip Fazıl’ın en sıkı takipçilerinden olduğu biliniyor.

Sağcı/Faşizan bir ütopya

Türk sağıyla ilgili çok sayıda çalışması bulunan akademisyen-yazar Fatih Yaşlı 2012 yılında soL’daki köşe yazısında Necip Fazıl’ın ideal devlet fikrinin ülkeyi şu anda yöneten kadrolardaki izdüşümüne dikkat çekerek, o fikri şu satırlarla özetlemişti:

Necip Fazıl, hem bir edebiyatçı, hem bir hatip, hem bir siyaset adamı hem de bir teorisyendi oyunlar ve şiirler kaleme alıyor, panellerde ateşli konuşmalar yapıyor, milliyetçi-muhafazakâr örgütlenmelerin etkinliklerinde boy gösteriyor ve aynı zamanda teorik/politik metinler yazıyordu. Tüm bunlar ise “üstat”ı milliyetçi-muhafazakar gençlerin gözünde bir idol haline getiriyordu. 

Başta Erdoğan olmak üzere 1970’lerin genç Milli Görüşçüleri o gömleği çıkardıklarını iddia etseler de, en azından Necip Fazıl’ın düşüncelerinin izdüşümünün hala AKP kadroları üzerinde gözlemlenebildiğini söylemek mümkün. Bunun en çarpıcı örneği, Erdoğan’ın 4+4+4 tartışmaları sırasında “dindar nesiller” yetiştirmekten söz ederken kullandığı cümlelerdi. Aslında Erdoğan, Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitabesi”ndeki şu satırlardan etkilenerek yapmıştı konuşmasını:

“Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik... Halka değil, Hakka inanan meclisinin duvarında 'Hâkimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...” 

Türk sağının en önemli figürlerinden biri olan Necip Fazıl’ın 1968 yılında “İdeolocya Örgüsü” isimli bir kitabı yayınlanır. Necip Fazıl kitabın bu ilk baskısına yazdığı önsözde, “bu eser, benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim… Ben, arının peteğinin hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım” der. 

İdeolocya Örgüsü’nün esas önemi, bir “muhafazakâr ütopya” olmasından kaynaklanır çünkü Necip Fazıl, bu kitabında, idealindeki devlet ve toplum düzenini en ince ayrıntısına varıncaya kadar anlatır ve bu düzeni “Başyücelik Devleti” olarak adlandırır. 

Peki Başyücelik Devleti nedir, Necip Fazıl’ın idealinde nasıl bir devlet bulunmaktadır? 

Başyücelik Devleti’nde, meclis yerine bir “Yüceler Kurultayı” bulunur. Bu kurultay, “milletin en iyi düşünen ve en iyi yapanları”ndan oluşur. Yüceler Kurultayı’nın her bir üyesi, “vecd ve aşk içinde yaşar. Davasından başka hiçbir hasis fert ve nefs hayatı sürmez.” 

Yüceler Kurultayı ilk seferinde bir kurucu meclis tarafından oluşturulur ve sonra Kurultay üyeleri, bu göreve layık olmadıklarını gösteren sebepler dışında, ölünceye kadar görevlerini sürdürürler. Yüceler Kurultayı yaşları 40’la 65 arasında değişen 101 kişiden oluşur ve Kurultay’ın üyeleri “halkın değil, Hakkın seçtikleridir.” 

Yüceler Kurultayı, kurulmasının ardından, kendi içerisinden bir kişiyi “Başyüce” olarak seçer. Başyüce devlet başkanıdır ve devletin ismi de Başyücelik Devletidir. Başyücelik seçimleri her beş yılda bir yenilenir. Başyüce, beş yılda bir yapılan seçimleri kazanmak şartıyla, ölünceye kadar bu vazifede kalabilir. 

Yüceler Kurultayı üyelerinin yüzde yetmiş beşinin verdiği bir çoğunluk kararıyla, Başyüce seçimlere gerek kalmaksızın devrilebilir. Başyüce ise Yüceler Kurultayı’nı doğrudan deviremez ama Kurultay üyelerinin yüzde kırkını yanına alarak milli iradeye, yani seçime gider. Seçimden Başyüce lehine bir karar çıkarsa, Başyücenin yanında yer alan üyeler dışındakilerin üyelikleri düşer ve yerlerine geride kalanlar tarafından yeni üyeler seçilir. Seçimden Başyücenin mağlup çıkması durumunda ise Kurultay yeni bir devlet başkanı seçer. 

Necip Fazıl’a göre Başyüce “milletini tek şahıs içinde yekûnlaştıran baş örnek”tir ve onun her edası ve işi “ben milletimin görünürde en ahlaklı, en bilgili ve en akıllı ferdiyim” anlamına gelmektedir. Başyüce kanunlara aykırı emirler veremez ama “her emri, kanunu tamamlayıcı ve belirtici ayrı bir kanundur. Kanunun bir şey söylemediği yerde Başyücenin emri katidir.” 

Başyüce bir emriyle hükümeti değiştirebilir, hükümet “en büyük mümessilinden en küçüğüne onun adına iş görür”, adalet onun adına dağıtılır, Başyüce “bütün icra vasıtalarının ve bütün şubeleriyle ordunun başıdır. Başbuğ doğrudan doğruya Başyücenin vekilidir.” 

Başyücelik hükümeti Başyücenin atadığı bir başbakandan ve on bir bakandan oluşur. Başyücelik hükümetinin “11 davası”, yani üzerinde uzmanlaşması ve faaliyet göstermesi gereken on bir alan vardır: Ruh ve Ahlak Davası, Umumi İrfan Davası, Köy ve Köylü Davası, Şehir ve Umran Davası, Ordu Davası, Dış Münasebetler Davası, Bütün Neşir Vasıtalarını Murakabe ve Himaye Davası, İş Emniyeti ve İş Sahaları Arasında Ahenk Davası, Nüfusu Çoğaltma, Güzelleştirme ve Sağlamlaştırma Davası, Milli Servet ve İktisat Davası. 

Tüm bu davaları kontrol edecek en önemli kurumlardan biri ise “Yüce Din Dairesi”dir. Yüce Din Dairesinin reisi, hükümet reisiyle aynı seviyede olup Başyüce tarafından seçilir. Yüce Din Dairesi, “iç telkin, dış propaganda, dini öğretim, din vazifelilerini yetiştirme ve kadrolaştırma” gibi görevleri üstlenir ve “Başyücelik emrinde ve Yüceler Kurultayı yanında, devletin başlıca istişare merkezi olarak” kabul edilebilir. 

Necip Fazıl’ın Başyücelik Devletinde bir de “Halk Divanı” vardır. Bu Divan yılın belli başlı günlerinde kurulur ve isteyen herkes bu divanda kürsüye çıkıp fikirlerini söyleyebilir. Halk Divanının herhangi bir yaptırım gücü ve yönetime fiilen katılma hakkı ise bulunmamaktadır. 

Anlaşılacağı üzere Necip Fazıl’ın ütopyasında söz konusu olan, bir grup elitin oluşturduğu bir meclisin ve Başyüce olarak adlandırılan elitlerin en elitinin yönettiği, “milli irade”ye yalnızca elitler arası mücadeleler nihai bir çözüme kavuşamadığı zaman başvurulan bir devlet modelidir. Bu elitler devleti, başka bir yazının konusu olmak üzere, sinemadan cinselliğe, kılık kıyafetten basına kadar, tüm toplumsal yaşayışı en ince ayrıntısına kadar düzenler ve kontrol eder. 

Necip Fazıl’ın Başyücelik Devleti, Platon’un Devlet kitabında anlattığı ideal devletin İslami kaidelere göre yeniden yorumlanmış bir halidir ve klasik bir sağcı/faşizan ütopyadır. Yeni Anayasa ve başkanlık sisteminin tartışıldığı ve daha da tartışılacağı şu günlerde, mevcut haliyle bir başkanlık sisteminin iktidara yeterli görünmediği açık olduğuna göre, başkanlık sistemine değil, Başyücelik devletine geçmek düşünülebilir.

Daha önce de Nuri Pakdil'i ziyaret etmişti

Mezar ziyareti tartışıladursun bu Akar'ın tartışılan ilk ziyareti de değil. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan daha önce de atatürk düşmanı İslamcı yazar Nuri Pakdil'i ziyaret etmişti. Akar'ın bu ziyareti üniformayla yapmış olması ayrıca eleştirilmişti. 

Pakdil, o günlerde Habertürk gazetesinde verdiği röportajda da, Mustafa Kemal karşıtlığını açıkça dile getirmişti. Pakdil, 1923'teki cumhuriyetin ilanını "değerlerimizden kopma dönemi" olarak nitelendirmişti.

Pakdil verdiği bir röportajda şu ifadelerle dikkat çekmişti:

-Ama bugün İslam âleminin geldiği nokta ortada...

Onların durumu önemli değil ki. Biz Ulu Önder'in söylediklerine ve İslam'ın değişmez kurallarına göre konuşuyoruz. Peygamber Efendimiz geleceğin Müslümanlara ait olduğunu vurgulamaktadır. Ben, Peygamberimiz Hz. Muhammed'e "Ulu Önder" derim, bunun altını önemle çiziyorum.

-Atatürk'le karıştırılmasın sonra?

Bizim tek ulu önderimiz vardır, o da Hz. Muhammed'dir!

-Atatürk'e karşı mısınız yani?

Önceki sorunuzda, kimden yana olduğumu vurguladım.

-Anti-Firavunist derken de onu mu kastediyorsunuz?

Beni okuyanlar, tanıyanlar kimi kastettiğimi bilirler.