Heysel’in yıldönümünde: Thatcherizm ve piyasacı terör

Futbolun ‘keşke’lerinden birisi olan Heysel Faciası, hâlâ zihinlerde yaşıyor.

İsmail Sarp Aykurt

29 Mayıs 1985 futbolun tarihsel seyrinde en önemli kırılmalardan biri olarak hatırlanır. Futbolun ‘keşke’lerinden birisi olan Heysel Faciası, hâlâ zihinlerde yaşıyor. Yaşayan, tanıklık eden, izleyen ya da sonra doğup okuyanlar için dahi olsa büyük bir trajedidir ve diğer trajedileri önceleyen bir sosyal olaydır Heysel. Ancak Heysel, yalnızca 1985’in Mayıs sonuna sıkıştırılmakla anlaşılamamakta; çok daha öncesinde olgunlaşmaktadır. Bu yüzden filmi geriye sarmak ve o dönemlerin atmosferine gitmek gerekir. 1960’ların sonu ve 1970’lerin Britanya’sında yeni bir futbol taraftarlığı modeli doğmaktadır. Tribünler coşkuyla Beatles şarkıları söylemekte, ünlü Kop Tribünü yeni bir kültür biçimi olarak öne çıkmaktadır. Liverpool’un önce sosyalist Bill Shankly, ardından Bob Paisley ile yıldızının parladığı zamanlardır. Ancak ekonomik açmazlar ve 1973 Petrol Krizi bir yanda palazlanırken; yükselişe geçen ve tribünlerde de karşılık bulan milliyetçi dalga etnik rekabetleri de tetikliyordu. Thatcherizm ise önünü görmeye çalışıyordu.

Futbol taraftarlığının İngiltere’de bir dönüşüm içerisine girdiği, işçi sınıfının ‘pub kültürü’nün futbol üzerinde etkisinin olduğu bu yıllar, sermaye sınıfının da futbola saldırı hazırlığı içerisinde olmasını sağladı. Futbolun ‘eğlence ve gösteri’ yanını keşfeden sermaye sınıfı, bu dönüşümün mimarı olmayı da ihmal etmedi. Futbolun ve yayınlarının popülaritesi, televizyonun devreye girişini hızlandırdı ve sektörleşme atağa kalktı. Öte yandan, siyasi olarak İşçi Partisi’ne kurulan baskı, işçi sınıfının zayıflayan siyasi bağlılıkları ve örgütsüzleşme hâli bu dönemi anlamak için önemliydi.  

1979’da gerçekleşen ve ‘Hoşnutsuzluk Kışı’ olarak adlandırılan grev dalgası İngiltere siyasi tarihinde önemli bir moment oldu. 1979-1981 döneminde kapatılan kömür madenleri milyonları işsiz bırakmıştı. İngiliz hükümetinin %5'lik ücret artışını yürürlüğe koymasına bir tepki olarak ortaya çıkan grev dalgası, Ford Motors fabrikasında çalışan 17 bin işçinin muazzam katkısı ve %17'lik artış kazanımı ile önemli bir deneyim oldu. Bu kazanımla birlikte grev yayılmaya başlıyordu.  Ancak grev, son tahlilde etkisini koruyamadı. Çok geçmeden ortaya çıkan ve Arjantin ile yaşanan Falkland Adaları krizi, daha doğrusu Falkland adaları işgali ile birlikte ise 1984 ve 1985’te doğan İngiltere Madenciler Grevi önemli uğraklar arasındaydı. Bir yıl boyunca grevde kalan 120 bin işçinin direnişi sınıfın varlığını hatırlatıyordu. Büyük grev, binlerce işçinin katılımıyla, onu takip eden tutuklama ve işçi cinayetleriyle noktalandı. Thatcher ise sayıklıyordu; "Sadece Falkland adalarındaki düşmanlarla değil, tüm düşmanlarla mücadele etmek zorundayız. Mücadele etmesi çok daha zor olan ve özgürlük için çok daha büyük tehlike oluşturan iç tehdide karşı her zaman tetikte olmalıyız"…

Futbolun ve taraftarlık kalıplarının bu saldırgan tutumdan etkilenmemesi olanaksızdı. Futbol artık sermaye müdahalesine açıktı ve futbol ile onu izleyenler arasındaki yeni ilişkilenmeden ortaya girift bir form çıkıyordu.  Yeni alt kültürel akımlar, sıradan taraftarlıktan kopmalar, sınıfsallığı da iğdiş ediyor; kitleleri kendi gerçekliğine ve mirasına yabancılaştırıyordu. İşçi sınıfının sağa kaymasının maddi koşulları oluşmuştu. Falkland işgali üzerinden sınıf, muhafazakâr Tory’lerin ve bizzat Thatcher’ın milliyetçi demagojisi ile kirletilmeye çalışılıyor; futbol uluslar arası mecralarda da bir politik gösterge olarak boy gösteriyordu.  1982 Dünya Kupası’nda yaşanan olayların tortuları 1985 Heysel’e kadar uzandı.

1985’in Mayıs ayının sonlarında Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde karşı karşıya gelecek iki takım, Juventus ile Liverpool Brüksel’de Heysel Stadı’nda buluşuyordu. Mayıs’ın 29’unda, binlerce kişinin izlediği maç, futbol tarihinin ilk büyük faciasının sinyallerini vermişti. İddialar arasında, 50 bin kişilik stat için 60 bin bilet satıldığı da vardı. Stadyumda Juventus ve Liverpool taraftarlarının bitişik durumda olduğu bölümler bulunuyordu. Juventuslu taraftarların önemli bir kısmı genellikle Belçika’da yaşayan ve maça tek başlarına katılan İtalyan nüfustan oluşuyordu. Bitişik kısımda ise İngiltere’den gelen taraftar grupları yer alıyordu. Önce karşılıklı taş atma ile başlayan gerilim, kısa zaman içerisinde doruk noktasına ulaştı. Juventus taraftarları adeta tecrit altında kalmış gibiydi ve Liverpool taraftarlarının iki tribünü ayıran çiti kırması ile Juventuslular panik hali ile kaçışmaya başladılar. Önce sahaya kaçmak için bariyerlere yönelen, başarılamayınca ise duvara tırmanmaya çalışan Juventuslu taraftarların önemli bir kısmı baskıyı taşıyamayan duvarın yıkılmasıyla birlikte yaşam savaşı vermeye başladı. Bir insanlık trajedisi yaşandı; 39 kişi hayatını kaybetti ve 600’e yakın insan yaralandı. 

Maçın skorunun hiç bir önemi kalmamıştı ancak UEFA, maçı oynatmaya ve sonlandırmaya çalıştı, ısrarla. Futbolcular sahaya çıkmaya zorlandı. Çok geçmeden Thatcher, sermaye sınıfının tipik reaksiyonunu göstermekten çekinmedi ve “Bu hayvanların cezasını ben vereceğim” dedi. UEFA, İngiliz takımlarını 5 yıl süre ile Avrupa’dan men etti. Söylemler sertti ama asıl niyet sonra anlaşıldı. Medyada Thatcher’ın hamlelerini takdir eden paylaşımlar yapıldı. Olayın siyasi zemini hiç yokmuş gibi davranıldı ve ardından taraftar kartı uygulaması ile kapalı devre kamera sistemi devreye sokuldu. Oysaki Ağustos 1984’te yani faciadan bir yıl kadar önce hükümet iki uygulamayı da stadyumlara sokmayı denemiş ama büyük bir tepkiyle karşılaşmıştı. 1984-1985 Maden Grevi süresince grevci işçileri fişlemek için kullanılan kapalı devre kamera sistemi Ağustos 1985’te ve Heysel’den yalnızca iki ay sonra kurulmaya başlanmıştı.1 Dahası, Thatcher, stadyumdaki güvenlik zafiyetlerine ilişkin Londra İtfaiyesi tarafından hazırlanan raporu hiç gündeme getirmedi ve örtbas etti.2

Yapılmaya çalışılanın grevdeki ve tribündeki işçileri hizaya getirmek olduğu anlaşılıyordu. Greve çıkan işçiler için olan, tribünler için de vardı. Sebep oldukları katliamdan, kısıtlayıcı önlemler, mahremiyet ihlâlleri ürettiler; maç izlemeyi suça dönüştürdüler…

Utanmasalar, futbolu da yasaklayacaklardı.

Thatcherizm, anı kollamış ve krizden istifade ederek, meşruiyet aramıştı. Taraftarlar sağcı siyaset ile holiganlaştırılmış ve adeta militer güçlere dönüştürülmüş, işçi sınıfı örgütsüzleştirilmiş, Thatcher mitleştirilmiş ve düzen aklanmıştı. Heysel, piyasacılığın yarattığı ilk büyük futbol felaketiydi. Bu felaket, hemen sonrasındaki bir diğer felaket olan Hillsbrough’u çağırıyordu. Aslında kötü olan futbol değildi. Kötü olan, insanları öldüren kapitalist düzenin kendisi ve sermaye sınıfının aktörleriydi. 

Thatcherizmin özü; milliyetçilik, özelleştirme ve sağ popülizmdi. Futbol, buradan kaybederek çıkıyordu. 

Heysel bitti ve Thatcher öldü; ancak ondan beri süren piyasacı futbol terörü devam ediyor.

  • 1. The Times, 17.08.1984 ve BJ Goold, CCTV and Policing, 2004’ten aktaran Irak, D. Hükmen Yenik, s. 91.
  • 2. Diarmuid Lavery, David Mellor’la röportaj. akt. Irak, D. s. 92.