Hayaletler yok ama neden var?

Bazen bazı insanlar hayalet gördüklerini, gaipten sesler duyduklarını ya da hissettiklerini söylerler. Bu nasıl mümkün olabilir? Halüsinasyona, varsanı adı da verilen bu tür yaşantılar nereden kaynaklanıyor? Herhangi bir rahatsızlığı da olmayan birçok insan tarafından da tarif edilebilen bu tür yaşantılar göz yanılsaması mı, beynimizdeki kimyasal bir dengesizlik mi, yoksa… Ne?

Bilim ve Aydınlanma

Birçok kültürde ve bu kültürlere ait mitolojilerinde ölen birisinin hayalet ya da bir ruha dönüşüp aramızda yaşadığından bahsedilir. Bu mitlerde hayaletler bir şeyler fısıldayan ya da sızlanan, bir şeyleri hareket ettiren ya da düşüren, elektronik eşyalara zarar veren, bulanık ya da bir ışık huzmesi gibi bir görünen varlıklar olarak anlatılır. Hem merak edilir hem de korkulur. Örneğin Komünist Manifesto bile o ünlü deyişle başlar: Bir hayalet dolaşıyor!

Hayaletler önemli! Ama bu tür söylentilerden sadece korkulmuyor; hayaletler, ruhlar, cinler, periler farklı biçimlerde ilgi çekmeye devam ediyor. İnternette yapacağınız kısa bir gezinti ile gaipten seslerin ya da belirsiz bir figürün yer aldığı kamera kayıtlarını kolayca bulabilirsiniz. Peki, ama bunlar bize ne anlatır? Paranormal bir aktiviteyi mi? Ya da bu belirsiz figür, örneğin flaş ya da kameranın ışığıyla alakalı olabilir mi? Kopyala, kes, biç ve yapıştır çağında yaşadığımızı unutabilir miyiz? Bu tür hikâyeler ise içinden geçtiğimiz salgın günleri gibi sıkıntılı dönemlerde çok yayılır. Ve birçok insan da hayaletlerin, cinlerin, perilerin gerçek olduğuna inanır.

Günümüzde en gelişmiş kapitalist ülkede bile televizyon programlarında hayaletin fotoğrafını çekmek ya da yakalamak için bazı bilimsel metotlar kullandıklarını iddia edenlere rastlanıyor. Friederich Engels’in haklı bir alayla 1883’lerde yazdığı Doğanın Diyalektiği’nden bu yana bu tür şovlar ilgi çekiyor. Engels kitabında dönemin hayalet fotoğraflarıyla boy gösteren birçok ünlü “bilimcisini” madara eder. İlgilenenler kitabın “Ruhlar Aleminde Doğabilim” bölümüne bakabilirler. 

Ancak bugüne kadar kamerayla olsun, ses kaydıyla olsun derli toplu gösterilebilmiş bir kanıt bulunmasa da ve bulunmayacak olsa da insanlar halen bu tür deneyimlere inanıyorlar. Duvarın içinden geçmek, metali bükmek, suda yürümek, astral seyahat, mezarından çıkıp gelen evliyalar vs. vs. Bunlar birer şehir efsanesi olarak aramızda dolaşıyor ve bazı aklı evveller de çeşitli aldatmacalar yaparak, açıkçası insanların akıllarıyla oynuyorlar. İnsanlara açıklamayacakları ses ve görüntüler sunuyorlar. 

Aslında hayaletlerin, ruhların, cinlerin olmadığı ve bu görüntülerin neden ve nasıl oluştuğu konusunda pek çok açıklama mevcut. 

Görmek ve işitmek maddi olaylardır

İnsanlar her zaman duyarlar, görürler. Yeter ki görme hücreleri olsun ve o hücrelerin beyinde uzandıkları bölgelerde bir hasar ya da sorun olmasın. Uyku hariç. Uykuda birçok kişi garip deneyimler yaşayabilir. Uyandığında örneğin hareket edemez olabilir. Uyku felci adı verilen bu durumda kişi uyandığını düşünse de hareket edemediğini, sanki donduğunu hisseder. Kişi o anda konuşamaz, bağıramaz. Gerçekte orada olmayan sesler duyabilir ve karaltılar görebilir. 

Uyku felci kişinin beyninde uykudan uyanmasını ya da kalkmasını engelleyen bir yapıya sahiptir. Genellikle rüyalar sırasında, derin uykuda görülmektedir ve de uyku felci de rüyanın durduğu ancak uykudan uyanılmadığı anda gerçekleşir. 

İnsanlar gerçeğe en yakın rüyalarını REM uyku aşamasında görürler. Bu uyku aşamasında göz hareketleri hızlanır. Gözler sanki uyanıkmışız gibi çok hızlı hareket ederken beden tam bir felç hali içindedir. Normalde bu felç olma hali biz uyanmadan önce ortadan kalkar. Uyku felci ise bu halin devam etmesidir. Bu durum her dört kişiden birisinde görülebiliyor ve bir hastalık değil.

Göz aldanması

Bu tür yaşantılar için mutlaka uyku felci gerekmiyor. İnsanlar çevrelerinde kimse yokken isimlerini duyabilir ya da karanlıkta bir yüz görebilir. Bu durum o kadar sıktır ki çoğu kişi bu yaşantıların üstünde bile durmaz. Bazıları ise cinler ve perilerle açıklar. Hâlbuki bu tür yaşantılar da birer varsanı olabilir. 

İnsanlar dünyayı yorumlayabilmek için önceki deneyimlerini, bilgilerini kullanırlar. Bu yüzden halüsinasyon deneyimlediğimizde iç güdüsel olarak inanmayı tercih ederiz. Örneğin sevdiğimiz birisi ölmüş ise ve biz onu görüyor ya da hissediyorsak orada olduğuna inanmayı tercih ederiz. Beynimizin bizi kandırdığına ve yalan söylediğine inanmaktansa gerçek olduğuna inanmak daha kolaydır.

Beynimiz karmaşık görevlere sahiptir. Gözlerden, burundan, bedenimizden gelen tüm bilgileri toplayıp anlamlı birer mesaja dönüştürür. Bu bilgi işleme sürecine aşağıdan yukarıya bilgi işleme denir. Bazen bu sistem o kadar çok çalışır ki anlamlı olmayan şeylere de bir anlam yükleyebilir. İşte buna da hatalı anlam yükleme denir. Örneğin bazen bulutların şeklini öyle olmasalar bile tavşana, gemiye ya da bir insan yüzüne benzetebiliriz. 

Aynı zamanda beynimizde yukarıdan aşağıya doğru da bilgi işlemleme süreci gerçekleşir. Bu süreçte de beynimiz algıladığımız şeylerdeki bazı boşlukları doldurarak bize anlamlı sonuçlar vermeye çalışır. 

Yani aslında bazen algımız ile karşımızda bulunan nesne birebir aynı olmayabilir. Örneğin gördüğünüz bir tabloda odaklandığınız detaylar doğrultusunda algımız da şekillenebilir. Yani aslında beynimiz zaman zaman bazı şeyler orada bulunmasa da bize varmış gibi gösterebilir. Başka bir örnek verecek olursak şarkı dinlerken de aradaki kelimeleri bilmiyorsak anlamsız da olsa o boşluk, beynimiz tarafından doldurulabilir. 

Bu tür durumlar stres altındayken, loş ışıkta, uyaranları karmaşık olduğu zamanlarda daha sık olur. İnsanların hayaletleri algıladıkları durumlar da genellikle yalnız, karanlıkta ve korktukları zamanlardır. Karanlıkta, beynimizin dünyadan fazla görsel bilgi alamadığı için realite yaratmaya çabalarken yine kendi üretimlerini kullandığını, gerçeğe uydurmaya çalıştığını söyleyebiliriz.

Hatalı kodlama ve yorumlama

Genellikle insanlar için bir anda var olan tüm uyaranları algılamak zordur. Bu yüzden bazen oldukça belirgin ve beklenmedik nesneleri görmeme durumu yaşayabilirler. İşte buna istem dışı körlük adı verilmektedir. Örneğin yapılan bir deneyde kişiler odaklanmış bir biçimde basketbol topuyla oyun oynarlarken yanlarından geçen goril kostümlü kişiyi görmeyebilirler. Bu durum o anda yapılan işe/göreve fazlaca odaklanılması ile ilişkilidir. 

Beyin bir video kamera gibi çalışmaz. Sadece dikkatimizi verdiğimiz şeyleri hatırlarız. Bazılarının diğerlerine göre daha fazla bu belirgin nesneleri daha fazla yutar ve daha yüksek düzeylerde paranormal inançlara sahip insanlar ortaya çıkabilir. Bu durumda eğer hafızanızda çok fazla bilgi tutmakta ya da aynı anda birden çok şeye odaklanmakta zorlanıyorsanız, çevredeki bazı ipuçlarını kaçırma ihtimaliniz var demektir. Ve bu yüzden de yanlış algıladığınız şeyleri bir hayaletmiş gibi düşünebilirsiniz. 

İnsanlar günlük hayatlarında birçok kez uyku felci, halüsinasyon, istem dışı körlük ya da hatalı anlam yükleme deneyimleri yaşayabilir. Ancak elbette herkesin açıklaması hayalet ya da doğaüstü açıklamalardan oluşmuyor. Çoğu kişi bilimsel ya da tıbbi bir açıklamayı tercih ediyor. Bu tür açıklamalar insanların bu tür sıkıntı verici durumlarla daha iyi baş etmesini de sağlıyor.

Eleştirel düşünce yeterli mi?

Ancak inanmak da bir süreç. Yetiştiğimiz çevre, kültür, bireysel eğilimlerimiz ve deneyimlerimizin sürekli devinen bir bileşkesi olarak görebiliriz. Örneğin insanlar eğitim süresi ve düzeyi arttıkça “Ölülerle iletişim kurmak mümkün” veya “Ruhum bedenimden ayrı olarak seyahat edebilir” gibi ifadelere çok daha az katılıyorlar. Ama eğitim düzeyi tek başına bu tür düşünceleri ortadan da kaldırmıyor. 

Örneğin üniversite öğrencileri arasında yapılan araştırmalar gösteriyor ki daha yüksek not ortalamasına sahip öğrenciler bu tür inançlara daha az sahip oluyor. Ayrıca eğitim alanı ile büyüsel düşünce arasında da bir ilişki var gibi görünüyor. Tıp, fizik, mühendislik, matematik gibi bölümlerde okuyan öğrenciler güzel sanatlar bölümlerine göre daha güçlü bir biçimde bu tür inançları reddediyorlar. Öte yandan “büyüsel düşüncenin” sanatsal yaratıcılığın bir parçası olduğu da söylenebilir. 

Yine de araştırmalar gösteriyor ki hayaletler, cinler, periler gibi inanışlarla ilgili olarak eğitim, bilgi ve bilimle ilişki, sorgulayıcılık önemli. Eğitim şart. Ama yeterli değil. Geniş bir toplumsal değişim de gerekiyor. Hayaletlerin ortadan kalkması için.

[Hazırlayanlar: Ekin Şen ve Tolga Binbay]

Yararlanılan kaynak: https://www.sciencenewsforstudents.org/article/science-ghosts