GÖRÜŞ | 'Melek İpek olayı kadının yaşam hakkının kamusal niteliğini tartışmaya açmalı'

Av. Hande Gündoğdu: Melek İpek olayı büyük bir toplumsal sorun olan kadına yönelik şiddet ve kadının yaşam hakkının kamusal niteliği açısından da bir yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor.

Haber Merkezi

Kendisine işkence ettiği gerekçesiyle servis şoförü kocası Ramazan İpek'i öldürmekle suçlanan Melek İpek geçtiğimiz günkü duruşmada tutuklandı. Kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin önemli bir sorun olduğu Türkiye'de bir kadının kocasını öldürmüş olması hep medyanın da ilgisini çekiyor. Oysa bu tür cinayetlerin arkasında yine kadına şiddet çıkıyor. Üstelik tüm toplumsal boyutlarıyla. 

Melek İpek'in nöbetçi hakim karşısında anlattıkları da bu duruma işaret ediyor:

"Çocuklarım da şiddet görüyordu. İşkenceye varan tutumları nedeniyle korktuğum için şikayet edemedim. Çocukları öldürmekle tehdit ediyordu. Olay günü aynı evin içindeyken 'boşanmak istiyorum' diye mesaj attım. Çocuklarla yatmaya hazırlanıyorduk. Av tüfeğiyle odaya girerek 'Seni öldüreceğim, Kelime-i Şahadet getir.' dedi. Çocuklarımı hemen arkama aldım. Kendisine 'Yapma ne olur,' diye yalvarmaya başladım. Eşimin kararlı olduğunu ve ateş edeceğini anladım. Elimle çocukları yatağın üzerinde doğru ittirdim. Diğer elimle de tüfeğin namlusunu tuttuğumda kurşun benim yan tarafımdan cama isabet etti. Tekrar yalvardım, yakardım. Bir daha ateş etmedi.

"Gördüğüm şiddet sonrası bayıldım. Kendime geldiğimde ellerim kelepçeliydi. Eşim sabah uyandı, kahvaltı yapmadan gitti. Odadan çıkarken kelepçenin anahtarını, bıçağını ve silahın birisini alarak gitti. Öncesinde çocuklarıma, 'Geldiğimde annenizi de sizi de öldüreceğim, evden dışarı çıkmayın.' dedi. Büyük kızımla toka gibi şeylerle kelepçeyi açmaya çalıştık, açamadık. Olayda kullandığım tüfeği akşam içeri eşim koymuş. Eşim bağırarak içeri girdi. Direkt benim bulunduğum odaya geldi. Kapıyı sert şekilde açtı. O sırada bulunduğum odada silahı gördüm. Ellerim kelepçeli silahı koltuğumun altına aldım. Elim tetiğe ulaşamıyordu. Beni görünce 'Beni mi öldüreceksin?' dedi. Elimden silahı almaya çalışırken silah patladı. Tek el ateş aldı. Nasıl patladığını bilmiyorum."

Benzer bir çok davada savunma ihtiyacı olanlara savunma desteği sağlayan, çocuk tacizlerinden, kadına şiddet olaylarına kadar çok sayıda olayda mağdurları savunan Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği avukatlarından Hande Gündoğdu Melek İpek olayını soL için değerlendirdi. Gündoğdu "Melek’in yaşadıkları bütün boyutlarıyla ve sürecin her anında korkunç. Tekil bir örnek olarak hukuki boyutu itibariyle ele alınması gerektiği kadar büyük bir toplumsal sorun olan kadına yönelik şiddet ve kadının yaşam hakkının kamusal niteliği açısından da bir yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor" diyerek kadına şiddet başlığında "yaşam hakkı" ve "şiddetin toplumsal boyutu"na vurgu yapıyor.

Gündoğdu'nun değerlendirmeleri şu şekilde:

Meşru savunma kapsamında değerlendirilmeli: Melek’in Sorgu Hakimliği’nde verdiği ifadeyi biliyoruz. Anlattıkları ve basına yansıyan görüntüleri kesintisiz, sistematik ve ağır bir fiziksel şiddete; buna eşlik eden cinsel saldırıya ve hem kendine hem de çocuklarına yönelik silahlı ölüm tehdidine maruz kaldığını gösteriyor. Hayatta kalmak; çocuklarının hayatını korumak için ve bu amaçla davrandığını görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında eylemi Türk Ceza Kanunu’nun 25. Maddesinde düzenlenen ‘meşru savunma’ kapsamında değerlendirilmeli. Bu da ceza sorumluluğunu kaldıran bir durumdur ve kişiye ceza verilmez.

Ya Melek öldürülseydi: Konuya bir de diğer ihtimalden bakalım: Melek uğradığı şiddet sonucu yaşamını yitirebilirdi. Bu durumda yargılama esnasında evli olduğu erkeğin öldürme kastı bulunup bulunmadığı tartışılacaktı. Yahut çıkan arbedede silahın ateş alması sonucu Melek ölebilirdi. Bu durumda failin cinayeti tasarlayıp tasarlamadığı; kadının erkeği tahrik eden bir davranışının bulunup bulunmadığı; cinayetin kasten işlenip işlenmediği tartışılacaktı. Dahası devlet gerek ulusal gerekse uluslararası tüm hukuki düzenlemelere ve yükümlülüklerine rağmen kadını koruyamadığı için hiçbir sorumluluk üstlenmeyecekti. Bu söylediklerim afaki şeyler değil; her gün kadın katledilen Türkiye’de yargının nasıl işlediğine ilişkin gerçekler. 

Devlet koruyamıyor: Bir örnek vereyim: Derneğimizin üstlendiği Zahide Oğuz dosyasında kadın boşanma aşamasında olduğu erkek tarafından 56 kez bıçaklanarak ve çok kez kurşunlanarak öldürülüyor. Bu cinayet yaşandığında kadının koruma kararı mevcut. Kadının korunamadığı gerekçesiyle idareye karşı açtığımız dava reddedildi. Gerekçesi ise Zahide’nin olay esnasında 112’yi aramaması! Bu ibretlik karar şu açıdan önemli: Devlet bu gerekçe ile aslında kadını koruma yükümlülüğü bulunmadığını iddia ediyor ve devamla kadının kendi can güvenliğinden kendisinin sorumlu olduğunu söylemiş oluyor. 

Kadının yaşam hakkı ve mücadelesi kamusaldır. Esas mesele budur: İstanbul Sözleşmesi’nin önemi ve iktidarın bu sözleşmeyle kavgasının nedenlerinden biri de Sözleşme’nin kadına yönelik şiddet ile ilgili olarak Devlete sorumluluk yüklemesidir. Derneğimize yapılan başvurularda öldürülen kadınların hemen hemen hepsinin koruma kararı mevcut. Korunabilmişler mi? Görüldüğü üzere hayır. Davalarda katillerin ‘Hakkımda Koruma Kararı çıkarttı, tahrik oldum’ şeklinde savunma yaptığına tanık oluyoruz. Devlet kadını korumak yükümlülüğünü sırtından atmıştır. Her yönüyle. Bu da kadın katillerini yüreklendirmektedir. Katillerin cinayeti tasarlarken hangi durumda ne kadar ceza alacağına ilişkin araştırma yaptığı ortaya çıkmasına rağmen bir anlık cinnetle ve tahrik altında cinayet işlediği için indirim hükümleri uygulayan bir yargı sisteminden, böyle bir toplumsal sistemden ve zihniyetten bahsediyoruz.

İstanbul sözleşmesi yaşatamıyor: Çok söylenen, sloganlaşmış bir ifade var: İstanbul Sözleşmesi yaşatır. Gerçeğe dönelim: İstanbul Sözleşmesi yaşatmıyor. Hukuk metinleri yaşayan metinlerdir. İstanbul Sözleşmesi ne yaşıyor ne de yaşatıyor. Doğduğu anda gerici iktidarın boğduğu bir metin. Şaşırtıcı değil fakat oldukça önemli bir hareket ve mücadele noktası bu.

Kadına şiddete işkence vurgusu: Uluslararası Hukuktan bahsetmişken AİHM’in kadına yönelik şiddete ilişkin olarak verdiği kararlara değinmek lazım. Pek çok ülke ile birlikte Türkiye aleyhinde de çok sayıda karar var. Genel gerekçe ve hükümler ise kadının uğrağı şiddet ile ilgili olarak AİHS’in “Hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye ya da cezaya maruz bırakılamaz.” Şeklindeki 3. Maddesinin ihlal edildiği yönünde. Fakat kadına yönelik şiddet doğrudan işkence olarak değil insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele olarak değerlendiriliyor. 2019 yılında Rusya aleyhine verilen bir kararda ise 2 üye hâkim kadına yönelik şiddetin doğrudan işkence olarak değerlendirilmesi gerektiği yönünde farklı görüş belirtiyorlar. Önemi şu; işkencenin hukuki tanımı gereği devlet doğrudan kadına yönelik şiddetin tarafı haline geliyor. Bu yorum henüz resmi görüş halini almış değil ve içtihat haline gelir mi bilemiyoruz. Bunu elbette başta yaşam hakkı olmak üzere verilecek yüksek ufuklu ve örgütlü mücadeleler belirleyecektir. 

Çaresiz ve seçeneksiz bırakılmış: Burada konu itibariyle sadece ve bir sonuç olarak kadına yönelik şiddet başlığına değinmiş olsak da kadını ölümcül şiddetin başlıca hedefi haline getiren çok sayıda sınıfsal ve toplumsal neden var. Yaratılan ve beslenen toplumsal iklim kadın için nefes aldırmayan bir boğuculuk ve seçeneksizlik yaratıyor ve kadın ona dayatılan kaderle baş başa bırakılıyor. Melek’in yaşadıkları, öncesi ve sonrasıyla tam olarak bu. Öncesinde de sonrasında da yapayalnız, çaresiz ve seçeneksiz bırakılmış. Korkudan şikâyette bulunamamış, şikâyet etse bile sonuç alamayacağı ve dahası şikâyeti üzerine karakolda ifadesi alınan ve derhal serbest bırakılan erkek tarafından öldürülebileceği bilgisi ile donatılmış. Yalan da değil. Fakat yargılanması esnasında bütün bunlar sorgulanacak. Daha önce aldığı darp raporu var mı, şikayetçi olmuş mu, koruma tedbiri için başvuruda bulunmuş mu vs... Fakat kâğıt üzerinde tanınan hakların kullanımının nasıl imkansızlaştığı, görevli kişi ve kurumların bırakın kadını korumayı kendi elleriyle katiline teslim ettiği gerçeği soruşturulmayacak, yargılanmayacak.