GÖRÜŞ | Fransa'da laiklik tartışması: Eğri gemi, doğru sefer

Fransa bir öğretmenin gerici bir fanatik tarafından katledilmesinin ardından islamı tartışıyor. Emekli Diplomat Engin Solakoğlu soL için yazdı.

Engin Solakoğlu

Macron yönetiminin “bölücülüğü engelleme” başlığı altında ülkede İslami örgütlenmelere çeki düzen verme girişimlerini okuduğumda aklıma ilk gelen söz “eğri gemi, doğru sefer”.

Fransa’daki 1905 Laiklik düzenlemesinin yaşadığımız dünyadaki en doğru adımlardan bir olduğunu inanıyorum. O dönemde Kilise’nin toplumsal hayat ve siyaset üzerindeki etkisinin kırılmasını amaçlayan düzenleme, devleti ve halkı dinin tasallutundan büyük ölçüde kurtarmıştı. Son 30 yıldır ise Fransa’da yaşayan kimi müslüman topluluklar ile devlet arasında şiddeti giderek artan bir gerilime tanık oluyoruz. Bu noktada dikkati çekmek istediğim birinci husus, Fransa’da nerdeyse 100 yıldır müslümanların bulunduğu ve örneğin 1970’lerde böyle bir gerilimin yaşanmadığı. Başka bir deyişle siyasal İslam’ın semirtilmesiyle bu gerilimin artması arasında bağlantı var.

Bu işlerle ilgili olarak sıkça dile getirilen bir husus kapitalizmin ve sömürgeci zihniyetin getirdiği gettolaşma ve bunun sonucu olarak banliyölerde radikal İslami akımların güçlenmesi. Burada bir çekincem var. Banliyö olaylarının şiddetlendiği 90’lı yıllarda bile işin içinde din faktörü ihmal edilebilir oranda. Orada yaşayan müslüman, hristiyan münzevi gençler, polis şiddetine ve maruz kaldıkları eşitsizliğe kol kola tepki veriyorlar. 2000’li yıllarda ise manzara değişiyor. Artık Paris’in bir çok banliyösünde bir yahudiye rastlayamazsınız. Hepsi birden zenginleşip sınıf atladığından filan değil, yaşatılmadıklarından. Bu çok açık.

Banliyö olayları ilk çıktığında, Fransız Devleti’nin buna verdiği ilk tepkilerden biri dinselleşmeye prim vermek oldu. Bunda Fransa’nın kukla Körfez rejimleriyle kurduğu ve başta silah satışı olmak üzere ciddi kazanç sağladığı ilişkinin ciddi rolü var. Suudi Arabistan, Katar ve BAE’nin fonladığı radikal örgütlenmeler bu dönemde serpildi. Kapitalizmin doğasından kaynaklanan eşitsizlik ve yoksulluk sarmalının kendi sınıf iktidarını tehdit etmesinden çekinen Fransız burjuvazisi de, tıpkı Türkiye’deki kardeşleri gibi, bunu tercih etti ve destekledi. Bir anlamda Kilise’yi gömen 1905 yasası, “pratik” sebeplerle "Cami" için uygulanmadı. Kitlesel desteklerinin sınırlı olmasına rağmen radikal dini grupların laiklik ilkesine aykırı talep ve uygulamaları engellenmedi.

2000'li yıllar...

2000’li yıllara geldiğimizde Fransa’da cuma namazı saatinde geçilemeyen sokak ve caddeler, ramazanda yemek yenilemeyen, kadınların etekle dolaşamadığı semtler peyda oldu. Yerel yönetimler üç-beş oy uğruna kimi cemaatlerin “kadınlara ayrı yüzme havuzu saatleri” hatta “günleri” gibi taleplerine bile sıcak yaklaştılar. Aslında yahudilerden kopyalanan ticari bir madrabazlıktan başka bir şey olmayan “helal” gıda sektörü alabildiğine yaygınlaştı. Kimi okullarda yahudi soykırımını anlatmanın yanında eleştirel düşünceyi öğretmek bile imkânsız hale geldi

Bir taraftan bunlar olurken, bir taraftan da Fransız aşırı sağına mükemmel bir propaganda malzemesi sağlanmış oldu. Aslında eşitlik, adalet isteyen kapitalizm ve sömürgecilik mağdurları, 25 yıl içinde “ayrıcalık” isteyen cemaat üyelerine dönüştüler ve o dönemdeki ismiyle Ulusal Cephe (FN)’nin değirmenine su taşır hale geldiler.

Bu arada, aşırı sağın tezlerini seve seve benimseyen Sarkozy’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde “biz bu yapıyı denetim altına alalım, bir konsey oluşturalım” gibi bir eğilim doğdu. O zaman Türkiye’nin de görüşünü almak için Büyükelçiliğe gelen yetkililere ben açıkça şunları söyledim:

“Birincisi, bu yaptığınız bir dini Devlet denetimine almaktır ve bu 1905 yasasına aykırıdır. Altını zaten oyduğunuz 1905’i tamamen imha edersiniz. İkincisi üzerinde oynadığınız alan Aydınlanma’nın sillesini yemiş Kilise değil, toplumsal alanların tamamına göksel bir güç adına hakimiyeti vaz eden bir inanç sistemidir, aynı kalıba girmez. Üçüncüsü bu yapıyı kurar ve üzerinde baskı uygularsanız, yapı kitleselleşmez ve karşıtlarını, alternatiflerini yaratır, boşu boşuna üç-beş imamı beslediğinizle kalırsınız”.

Kendimi övmek gibi olsun, şu anda tam da bu durumu yaşıyor Fransa!

'Böyle bir kapasiteleri yok'

Bu hususta vurgulanması gereken son nokta da şu: İslami “ehlileştirme” veya “Fransızlaştırma” iddiasıyla yola çıkan Macron yönetimi, böyle bir iddiayı taşıyacak ne kapasiteye, ne de meşruiyete sahip. Karşımızda açıkça aşırı sağcı, ayrımcı tezleri savunan bir iktidar var. Şimdi ortalığa düşen İçişleri Bakanı Darmanin, yaklaşık 35 yıldır izlemeye çalıştığım Fransız siyasi hayatında rastladığı en vasat altı siyasetçilerden biri. Üstelik çok kısa bir süre önce yürüttüğü Belediye Başkanlığı sırasında “benim kentimde eşcinsel nikahı kıyılamaz” şeklinde tweet atabilecek tıynette bir yobaz. Demem o ki, bu eğri gemi o limana varamaz.

Fransa-Türkiye ilişkilerinde dinselleşme boyutu

2008-2009 yıllarında dahi bu işlerle uğraşan Fransız İçişleri yetkilileri, bizim 12 Eylül döneminde oluşturulmuş DİTİB yapılanmamızı çok takdir ediyorlar, “Sizin bu yapıdan kolay kolay İslamcı terörist çıkmıyor, üstelik suç oranlarınız da diğer Müslüman topluluklara göre düşük. Bize örnek teşkil edebilir” diyorlardı.

Gerçekten de, AKP yurtdışındaki Türkiye kökenlileri düşük maliyetli bir oy deposuna çevirene kadar, zaten oldukça dağınık bölgelerde yaşayan T.C. vatandaşları ikili ilişkilerde sorun yaratacak bir profil çizmiyorlardı. Kaldı ki, Fransa’da Türk olmak da kolay bir zanaat değildir. Bunu belki başka bir bağlamda etraflıca ele alırız.

T.C. vatandaşlarının oradaki örgütlenmelerine bakarsak, AKP’nin denetiminde en az dört yapılanma görürüz. Birincisi tabi ki Diyanet’e bağlı olan DİTİB, ikincisi bir dönem AKP’ye mesafeli dururken, şimdi malum sebeplerle, tümüyle iktidar yörüngesine giren ülkücüler, üçüncüsü artık iyiden iyiye AKP hizasında duran Milli Görüş, sonuncusu Türkiye’nin AB ile yakınlaşma döneminde Fethullahçılar tarafından UETD adıyla kurulan şimdi ise tamamen partinin dış teşkilatı haline gelerek UİD adını alan örgütlenme. 

Bunların AKP’nin karşı çıktığı herhangi bir adımı desteklemeleri ihtimali yok. AKP’nin de Fransa’da yürütülen bu kör topal girişime karşı çıkmak için hem yeterince sebebi, hem de yeterince cephanesi var. Üstelik de, Macron’un bu girişiminin, başarıya ulaşmak bir yana AKP’nin yurtdışı örgütlenmesini tama da arzu ettikleri şekilde Türkler’in dışındaki Müslüman cemaatleri de kapsayacak biçimde genişletmesine yardımcı olma riski çok yüksek.