GÖRÜŞ | Cumhuriyet, Kadınlar ve Edebiyat

Cumhuriyet neredeyse tamamı okuma yazma bilmeyen bir kadın nüfus devralmıştır. Kimi çok değerli aydın kadınların varlığı bize büyük kitlenin durumunu unutturmamalıdır.

Erendiz Atasü

*Osmanlı’nın en büyük hatalarından ikisi, matbaaya ve örgün/yaygın temel eğitime yüzyıllar sürmüş geç kalmışlığıdır. Uzak yüzyıllarda, her ülkede kendini göstermiş olan ‘’seçkinlerin kültürü/halk kültürü’’ keskin ayrımını yumuşatan, iki olgu arasında geçişliliği sağlayan, işte bir makine yani matbaa ve bir aydınlanma örgütlenmesi yani yaygın temel eğitimdir.

Ünlü İtalyan film yönetmeni Ettore Scola’nın bir filminde şöyle unutulmaz bir sahne vardır:

Küçük suçlar işlemiş lümpen bir arkadaş grubu birlikte içerler, kafalar dumanlanınca da tutar hep birlikte Verdi’den bir arya söylerler! İşte, "‘Ulusal kültür’ nedir ?’’ sorusuna verilecek en kapsamlı ve esprili yanıt! Osmanlı, musikisini ve divan şiirini, ulusal kültür harcına katamamış, bir azınlık etkinliği olarak kalmalarına yol açmış, ve ülkesini, bir çok dünya kültüründe görebildiğimiz, seçkinlerin kültürü/halk kültürü etkileşiminden doğmuş şaheserlerin oluşabilme imkanından da yoksun bırakmıştır. Bu kısır ortamda, her sınıfın erkeğine göre şanssız durumdaki kadınlar eğitime, düşünsel yaratıcılığa uzak kalmış; onların yaratıcılığı, oya ve kilim desenlerinde, türkü ve manilerde hayat bulmuştur. Tarihimizde ‘’halk ozanı’’ kadınlar mutlaka vardı, fakat Karacaoğlan gibi seyahat edemediklerinden, sesleri köylerinin içinde boğuldu kaldı.

Osmanlı’da geçten geç kız çocuklarının bir miktar da olsa eğitim görmeleri sayesinde yetişen ve bugün adlarını bildiğimiz şair Nigar Hanım, şair Fitnat hanım, şair ve besteci Leyla Saz hanım ve ünlü romancımız Halide Edip Adıvar’ın tümünün seçkin ailelerin kızları olmalarına şaşmalı mı?...

Cumhuriyet aydınlanmasının baş amaçlarından biri, ‘’ulusal kültür’’ yaratmaktır. Cumhuriyet demografik olarak neredeyse tamamı okuma yazma bilmeyen bir kadın nüfus devralmıştır. Kimi çok değerli aydın kadınların -çoğu öğretmen olan, hatta aralarında feministler bile vardır (Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis yayıncılık, 1994)- eş zamanlı mevcudiyeti bize büyük kitlenin durumunu unutturmamalıdır. Cumhuriyetin kültür politikaları, nüfusun yarısının katılmadığı bir ulusal kültürün var olamayacağı bilinciyle kadınların eğitimine büyük ve etkin bir emek harcamıştır. Ayrıca şimdilerde kimilerince iddia edildiği gibi, Cumhuriyet Osmanlının kültür mirasını tümden red etmemiş1, Türkçenin seslerine uymayan ve halk kitlelerine yabancı Arap alfabesinin yerine Latin harflerine geçilmesinden sonra, yazılı ne kadar belge varsa yeni alfabeye aktarılması için büyük bir çaba harcanmıştır. Böylece kentli bir aydın Dadaloğlu’nu, köy kökenli bir aydın Halit Ziya’yı tanıma olanağını bulmuştur. 

Cumhuriyetin kültür atılımı, edebiyat alanında etkilerini göstermekte gecikmez. Bu etkiyi yazarların kökenlerinde, cinsiyetlerinde ve seçilen temalarda açık seçik görürüz:

Yazarlar:

Hemen şunu belirtmeliyim ki, edebiyat biraz da ayrıntılar, ve aykırılıklar sanatıdır; edebiyat üzerine katı yargılara varmak hem zordur hem de doğru değildir; zira her an karşınıza yargınızı yanlışlayan aykırı örnekler çıkabilir. Gene de kimi çok açık seçik durumları saptayabiliriz. Cumhuriyetle birlikte doruğunu Yaşar Kemal’de bulan köy kökenli bir erkek yazarlar dalgasından ve bu dalgayı büyük ölçüde besleyen Köy Enstitüleri'nden elbette söz edebiliriz. Hemen hemen Cumhuriyetle yaşıt olan, ve olgunluk çağlarını ‘960’larda, doruğunu Adalet Ağaoğlu, Nezihe Meriç, Leyla Erbil’de bulan bir kadın yazarlar birikimini ayırt edebilir ve hepsi imtiyazsız ailelerden gelen bu kadınların Cumhuriyetin yaratısı ve başarısı olduğunu saptayabiliriz. İçlerinden kimisinin Cumhuriyete karşı haksız ve yersiz eleştirileri durumu değiştirmez. “Cumhuriyetin kızları’’ arasında, şiirde Gülten Akın ve Sennur Sezer’i unutmayalım. İzleyen isimler, örneğin Füruzan, Pınar Kür, Sevgi Soysal, Ayla Kutlu, İnci Aral, Selçuk Baran, Ayhan Bozfırat, Tomris Uyar, Nazlı Eray, bu satırların yazarı ve daha niceleri hep orta sınıf ailelerin kızlarıdır. ‘980’lerde Latife Tekin’le birlikte, dilimizin kadın isimlerinin yanına köy kökenli bir imza katılacaktır. Bu saptamalar bizi şu görüşe götürür: Kadınların edebiyatımıza katkıları, Cumhuriyet aydınlanmasının ülkedeki yayılmasıyla paralellik gösterir: Şehirden köye doğru ve ülkenin batısından doğusuna doğru azalır. Edebiyat yaratıcılığında açık seçik, deyim yerindeyse bir ‘’demokratikleşme’’ olmuştur, fakat bu demokratikleşme kısıtlıdır. Kısıtlılıkta devletin kültür politikalarındaki yalpalamalarının rolü kanımca büyüktür.

Yukarıdaki çözümlemenin 20. yüzyılın ilk üç çeyreğini kapsadığı ve devletin kültür politikalarında aydınlanmacı rolünü (1950’den sonra yavaş yavaş, ‘980’den sonra hızla) terk ettiği çok yakın tarihi ve aydınlanmaya zıt bir tutum benimsediği bugünü kapsamadığı açıktır. Bugün bambaşka bir makalenin konusu olabilecek bambaşka dinamikler söz konusudur.

Kadın yazarlardan söz açılmışken Cumhuriyetin gençlik çağında bulduğu (yani rejimin yetişmelerinde özellikle önemli bir katkı sağladığı iddia edilemeyecek) iki sıra dışı kadından söz etmemek olmaz: Sabiha Sertel ve Suat Derviş. Sabiha Sertel (1896- 1968) edebiyatçı değildir, aslen bilim insanıdır. Onu basında cesur bir kalem olarak tanırız, Cumhuriyetin toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama çabalarını yürekten destekler, yanlış bulduğu uygulamaları ise ‘’Resimli Ay’’ dergisinde gözünü kırpmadan eleştirir.2 Onun kanımca sosyalist feminist bir yaklaşımla kaleme alınmış yazılarını okumak hem dönemi tanımak hem yazarın dünya görüşünü kavramak açısından bilgilendiricidir. 

Suat Derviş (1905- 1972) benzer bir dünya görüşünün temsilcisi olarak hem basında hem edebiyatta belirir. Siyasi görüş ayrılıklarının edebiyatçıların birbirini takdir etmelerini engellemediği o yıllarda Marksist Suat Derviş’i dönemdaşı edebiyatçılar, örneğin Ahmet Haşim, Behçet Necatigil yüreklendirmişlerdir. Her ne kadar kendisi, Marksizmi benimsemeden önce yazdıklarını küçük görmüşse de kendine haksızlık etmiştir. Her zaman kişiliklerin derinine inebilen, her zaman sınıfsal açıdan bakabilen bir yazar olmuştur.3 Niçin eski deyimle ‘’piyasa romancısı’’ addedilip unutuşa terk edilmiştir? Onu günümüzde gün ışığına yeniden çıkaranların feministler olduğu sanırım kaydedilmelidir. Suat Derviş’in unutulması, Türkiye solu için, kültür ve toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında, üzerinde düşünülmesini gerektiren bir örnektir. 

Konular:

Yinelemekte yarar var, ‘’edebiyat’’ın çok yönlülüğü gereği, ilgili her görüşün bir bakıma öznel kalacağı, mutlak bir nesnellik iddiası taşıyamayacağı, yazar ve okur tarafından peşinen kabul edilmelidir. Edebiyat matematik değildir. Sonuçta yazarlardan kalan yaşamları değil yapıtlarıdır, bir açıdan önemli olan sadece yapıttır; doğru. Ancak gerçek edebiyat yazarları (gelir için yazanları değil, yazmazlarsa kişilik bütünlüğünü sürdüremeyecek olanları kastediyorum) konu seçmezler, konu onları seçer. Bununla sadece kişisel deneyimlerini aktarırlar demek istemiyorum; başkalarının acılarını kendi acıları gibi hisseden, başkalarının suçlarının ağırlığını kendi vicdanlarında taşıyan insanlardır onlar. Onları idealize etmek de istemiyorum. Kimi yazarlar öyle kusurlar taşırlar ki onları yakından tanımak okur için düş kırıcıdır. Sadece duygu ve seziş duyargaları ayrıksı özellikler taşıyan kimselerdir, onlar. İşte bu noktada, yazarın kimliği, kökeni, kişiliği, yaşam aşamaları, bilinçli seçimleri ve doğal yönelişleri önemlidir; bu saptama da doğru.

Konumuza dönecek olursak, Cumhuriyetle birlikte edebiyat yaratıcılığının, birkaç seçkin ailenin sınırlarını aşıp tüm topluma -homojen bir yayılma gösteremese de- mal olmaya başlaması ile konularda büyük bir genişleme ve çeşitlenme gözlenir. Romana ve hikayeye yukarıda değinildiği üzere köy hayatı (Yaşar Kemal, Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Dursun Akçam,vs.); işçilerin ve kenar mahalle insanlarının yaşamları (Orhan Kemal, Sabahattin Ali) girmiştir; Doğu ve Güneydoğu bir sorunsal olarak belirmeye başlamıştır (Esma Ocak, Bekir Yıldız). Giderek bireyin iç sancıları, cinsel bunalımlar, açmazlar (Demir Özlü, Yusuf Atılgan) edebiyatta belirir. “Aydınlanma’’nın önemli bilimsel metinleriyle tanışan yazarları, iç sancıyla toplumsal hayatın etkileşimi uğraştırmaya başlamıştır (Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay). 

Toplumsal ve siyasal dalgalanmaların edebiyata yansıması elbette sürmektedir. 1960 anayasasının özgürlükçü ortamında, Türk aydınları ciddi anlamda ilk kez Marksizmle tanışmaktadırlar; yazarın vicdanı onu ezilen, sömürülen insanın yanında durmaya çağırmaktadır. Çok büyük bir yazar, yaman bir kişilik analizcisi ama tamamen sınıf körü bir insan olan Halit Ziya’nın duruşu çoktan terk edilmiştir. Gene büyük bir yazar ve şefkatli bir insan olan Reşat Nuri’nin ezilenlere merhametli yaklaşımı, artık yeterli değildir. Elbette yüreği solda çarpan büyük hikayecimiz Sait Faik’in ezilen ve dışlananlarla özdeşleşmesi unutulmamalıdır.

Buraya kadar tek bir kadın ismi andım (Esma Ocak). Konularda ise hiç “kadın’’ dan bahsetmedim. Oysa 20. Yüzyıl ortalarında, Türk edebiyatı bize unutulmaz kadın kahramanlar armağan etmiştir: Ör. Meryemce (Yaşar Kemal), Irazca (Fakir Baykurt). İkisinin de doğurganlık çağını çoktan kapatmış yaşlı kadınlar olmaları rastlantı mı? Cinsel bir varlık olarak genç kadınların özenle çizilmiş portresi nerededir? Elbette gerçekçi yazar, gerçek hayata eğilmektedir ve dönemin köy toplumunda etkin rol oynamak genç kadının haddi değildir; öyleyse o, yaşamda olduğu gibi edebiyatta da, köşelerde silik soluk kalmaya mı yargılıdır? Oysa kenarda kalmış insanların da birer iç dünyaları vardır! Yirminci yüzyıl ortası Türk edebiyatına bir kuş bakışı, erkek kalemlerin pek çoğunun, nüfusun yarısının psikolojilerinden habersiz olduklarını, bunu da bir sorun olarak görmediklerini ortaya koyar. (Esma Ocak ile Bekir Yıldız’ın Güneydoğu hikayelerinin karşılaştırılması, yazarın cinsiyetinin önemi konusunda aydınlatıcıdır. Elbette toplumsal cinsiyet rollerini hiç sorgulamamış bir yazarın!)

Burada bir parantez açıp Reşat Nuri’yi (ör.Feride ve diğer kahramanlar), Sabahattin Ali (çeşitli kahramanlar), Orhan Kemal (ör. Cemile) ve Necati Cumalı’yı (ör.Zeliş) ayrı düşünmek gerekebilir. 20. Yüzyıl başında Halit Ziya gibi -sınıf körlüğünü bir kenara koyacak olursak- erkek ya da kadın, romanda rolü önemli ya da önemsiz – tüm karakterlerin ruh durumlarına derinlemesine vakıf olabilen bir kurucu yazar yetiştirmiş Türk romanının yüzyıl ortalarında kadın konusundaki körlüğü toplumumuzun Cumhuriyet devrimine rağmen “kadın’’a yaklaşımı üzerine bizi düşündürmelidir. Kadına körlük yalnızca köy sosyolojisiyle sınırlı değildir; kent kökenli, kentli konularla ilgili, erkek kahramanlarını yaratırken kılı kırk yaran ve elbette büyük yazarlar olan Ahmet Hamdi Tanpınar’da ve Oğuz Atay’da da görülür.

20. yüzyıl Türkiye’sinin toplumsal değişimleri kadınların yaşamlarına ve iç dünyalarına nasıl yansımıştır? Yanıtı, dönemin erkek yazarlarında boşuna aramayalım; 20. yüzyıl ortasından itibaren varlıklarını hissettiren kadın yazarların verimlerine bakmalıyız. Köy hayatında, erkeklerin baskın ama ilgisiz bakışları altında kadınların hayatı nasıl yaşadıklarını, örneğin köyden kente göçü nasıl deneyimlediklerini kavrayabilmek için de Latife Tekin’in ‘’Sevgili Arsız Ölüm’’ünü beklemeliyiz.

‘Göç, Cumhuriyetten önce ve sonra toplumumuzun derin yaralarından biri olmuştur. Füruzan’da Rumeli göçmeni yalnız ve imtiyazsız kadınların çetin yaşam mücadelelerini görürüz. Kafkas göçünün, savaş acısının kadınlardaki etkilerini Ayla Kutlu büyük bir başarıyla dile getirir. “Cumhuriyet kızlarının’’ yurttaş sayılmayı nasıl deneyimledikleri Nezihe Meriç’in “Korsan Çıkmaz’’ında, Erendiz Atasü’nün “Dağın Öteki Yüzü’’nde dile gelir. Bu kızlar gün gelecek sosyalizm ile tanışacaklardır : Adalet Ağaoğlu’na, Nezihe Meriç’e ve özellikle Sevgi Soysal’a baş vurmamız gerekecektir. Öte yandan Adalet Ağaoğlu, Cumhuriyet kızının içsel bunalımlarını toplumsal yana ağırlık vererek anlatacaktır. Leyla Erbil’in özellikle “Kalan’’ ve “Tuhaf Bir Erkek’’ adlı yapıtlarında, bir kadının yaşamında neredeyse bir tarihçeyi dile getirebilmesi ilginçtir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, iki yüzlü cinsel ahlakın, kadınların yüklendiği ilave sorumlulukların ve çektikleri haksız acıların, kadınlar tarafından dile getirilebilmesi, toplumun belli bir olgunluğa ulaşabilmesine bağlıdır. “Cumhuriyet Kızlarının’’ içsel bunalımlarını bireysel açıdan veren kalemleriyle cinselliğe dokunabilen ilk cesur yazarlar Pınar Kür ve Sevgi Soysal’dır (“Yürümek’’). Onları İnci Aral izler (“Ölü Erkek Kuşlar’’). Duygu Asena’nın, konuya -kapsamı orta sınıflarla sınırlı kalsa da - dosdoğru yaklaşımı da kaydedilmeli.

Günümüz kadın yazarları arasında kadın sorunlarıyla özellikle ilgilenen Mine Söğüt, Seray Şahin gibi örneklerin, toplumun şanssız kesimlerinden, günümüz terimiyle “prekarya’’dan yana laik ve aydınlanmacı tutumları ümit vericidir.

  • *. Daha kapsamlı bilgilenme için, bknz :Erendiz Atasü‘’Edebiyatımızdaki kadın imgelerinde Cumhuriyetin iz düşümleri’’, ‘’İmgelerin İzi’’ Can yayınları, 2003, s.25-49
  • 1. Cumhuriyetin ilk müzesi, o döneme kadar harap haline terk edilmiş Topkapı sarayıdır. Ayrıca alaturka müzik yasaklanmamış, sadece kısa bir süre devlet radyosunda icra edilmemiştir. Saz heyetleri ve ses sanatçılarının müziklerini icra ettikleri gazinolar büyük kentlerin müzik odaklarından en ücra kasabalara kadar varlıklarını korumuştur.
  • 2. Sabiha Sertel konusunda ayrıntılı bilgilenme için bknz : Sabiha Sertel,’’Roman Gibi’’, anılar, Can yayınevi, (ilk baskı 1969); Yıldız Sertel, ‘’Annem Sabiha Sertel kimdi, Neler yazdı’’ Can yayınları 2018; Sabiha Sertel’in ‘’Resimli Ay’’ dergisindeki yazıları için, bknz: Nakleden Zafer Toprak, ‘’İnkilap ve Travma’’, Doğan Yayıncılık, 2019, s. 168, s.331-36, s.381-83, s. 170- 177
  • 3. Suat Derviş üstüne bilgilenme için, bknz: Liz Behmoaras, ‘’Suat Derviş, Efsane Bir Kadın ve Dönemi’’, Remzi Kitabevi, 2009; Erendiz Atasü, ‘’Türk Romanında Bir Gezinti’’, Can yayınları, 2019, ‘’Suat Derviş’in Masum ve Tutkulu Suçluları’’ s. 61-90, ‘’Aşk ve Sınıfsal Şizofreni’’, s. 83-90; ‘’Suat Derviş Edebiyatı: Yıldızları Seyreden Kadın’’, (KADIN YAZARLAR SEMPOZYUMU :SUAT DERVİŞ -YENİ YÜZYIL ÜNİVERSİTES 2013) bildirilerinden hazırlayan : Günseli Sönmez İşçi, İthaki yayınları, 2015