GÖRÜŞ | Bu da TÜİK'in 'bilim kurulu': Ne işe yarayacak?

Yeni ekonomi yönetiminin fiyat istikrarı vurgusunu artırdığı bir aralıkta TÜİK'in de adeta bir tür "bilim kurulu" olarak çalışacak "Fiyat İstatistikleri Danışma Kurulu" oluşturması dikkat çekici.

Haber Merkezi

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), fiyat istatistikleri yöntem ve hesaplamaları konusunda ulusal ihtiyaçlar ve uluslararası gelişmelerin istişare edilmesi amacıyla Fiyat İstatistikleri Danışma Kurulu'nun oluşturulduğunu bildirdi.

Kurul, geçen ay 3 kez toplandı.

TÜİK geniş kesimler tarafından uzun süredir güvenilmeyen, iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda sonuçlar ortaya çıkaran bir kurum olarak görülüyor. Dolayısıyla yeni ekonomi yönetiminin fiyat istikrarı vurgusunu artırdığı bir aralıkta TÜİK'in de bir tür "bilim kurulu" oluşturmuş olması dikkat çekici. Danışma Kurulu toplantı tutanaklarına ve raporlara TÜİK'in internet sayfasından da ulaşılabilecek.

Konuyu Dayanışma Meclisi üyesi Profesör Oğuz Oyan'a sorduk. Oyan oluşturulan kurul için "ilk gözlemlere göre, iktidarın ve sermayenin ortak yönlendirmesi dışına çıkması olasılığı bulunmuyor" derken, "Toplumun geniş çalışan ve tüketici kesimlerinin temsilcilerine yer vermeyen böyle bir kurulun, fiyat istatistiklerine ilişkin olarak Türkiye'de dile getirilen köklü eleştirileri ve çözüm önerilerini dikkate alarak yol alması zor görünmektedir" ifadelerini kullanıyor. 

Oyan'ın yanıtları şu şekilde:

Kuruldaki isim listesine bakınca ne görüyorsunuz?

TÜİK'e bağlı bir "Fiyat İstatistikleri Danışma Kurulu"nun 10 Temmuz 2018 tarihli 4 sayılı Cumhurbaşkanı Kararnamesi'ne dayanarak kurulduğu anlaşılıyor. Bu kurulun Ocak 2021'de üç kez toplanmış olduğu bilgisi de verildiğine göre, süreç başlamış görünüyor. Şimdilik 12 üyeye sahip olduğu görülen bu kurulun beş üyesi TÜİK ve TCMB adına katılan yönetici ve uzmanlardan oluşuyor. Bunların dışında "STK" olarak adlandırılan kuruluşlar adına dört üye ve akademisyen kontenjanından da üç üye kurulda yer bulmuş.

STK'lar içinde sayılan büyük sermayenin çatı örgütü TÜSİAD'ın baş ekonomistinin de yer aldığı bu kurulun, ilk gözlemlere göre, iktidarın ve sermayenin ortak yönlendirmesi dışına çıkması olasılığı bulunmuyor. Esasen, "STK ve akademisyenler" gruplarındaki üyelerin -ki çoğunluğunu akademisyenler oluşturuyor- iktidarın ekonomik politikalarına köklü eleştiriler yöneltenler arasından seçilmediği de ilk bakışta anlaşılıyor. Ayrıca, kurul üyeliğinin profesyonel bir ücretlendirme temelinde işleyecek görünmesi de, böyle bir kurulun bağımsızlığına halel getirecek nitelikte sayılmalıdır.

Toplumun geniş çalışan ve tüketici kesimlerinin temsilcilerine yer vermeyen böyle bir kurulun, fiyat istatistiklerine ilişkin olarak Türkiye'de dile getirilen köklü eleştirileri ve çözüm önerilerini dikkate alarak yol alması zor görünmektedir.

Bu oluşumla TÜİK'in itibarını iade edilmeye mi çalışılıyor ve bu mümkün mü?

Böyle bir "Danışma Kurulu" kurulmasının, TÜİK, TCMB ve ekonomi yönetiminin epeydir ciddi anlamda sarsılan itibarlarını restore etme amacını da taşıyor olması ihtimal dışı değildir. Belki de daha önemlisi, TÜİK'in böyle bir kurul aracılığıyla, kendi sorumluluğunu görece daha geniş bir tabana yayması ve en azından sermaye (ve onun etkisindeki çevreler) üzerinden gelen/gelebilecek eleştirilere karşı önleyici bir kalkan oluşturmasıdır.

Ama hesaba katılması gereken ve daha önemli olabilecek bir neden de, TÜİK'in/ekonomi yönetiminin gerçekten de böyle bir danışma kuruluna (kurullarına) olan ihtiyacının büyümüş olmasıdır. Bunun arkasındaki neden de, iktidarın ekonomi bürokrasisinde çok büyük bir tahribata yol açması, CB etrafında oluşturulan kurullarda dahi yetkin iktisatçılara yer vermemesi veya bu nitelikte iktisatçılarla bağının hiç kurulamamış olması, dolayısıyla çok zayıf kadrolarla iş yapmanın sancılarını çekiyor olmasıdır. (Damat bakan ve onun görevlendirdiği isimlerle son üç yılda elde edilen "performans", belki de gecikmiş bir ders niteliği taşımış da olabilir).

Dolayısıyla itirazımızın böyle bir kurulun kurulmasından ziyade, onun bileşimine ve temsil yapısına dönük olması bu nedenlerle daha anlamlı durmaktadır.

Bu kurulun oluşturulması Ekonomi Bakanının değişmesi, Merkez Bankası Başkanının değişmesi gibi adımların devamı olarak görülebilir mi?

Evet, ilk sorulara verdiğimiz yanıtlardan çıkan sonuç da bu yöndedir. Bu kurulun oluşturulması, Hazine ve Maliye Bakanının ile TC Merkez Bankası Başkanının değiştirilmesi, Türkiye Varlık Fonu yönetiminde ve birçok üst düzey bürokraside yapılan (ve yapılacak) görev değişikliklerinin çerçevesi içinde de görülebilir. Bu bağlamda, önümüzdeki süreçte, bu danışma kuruluna benzer nitelikte başka ekonomi danışma kurulları oluşturulması olasılığını da yok saymamak gerekir.

Bu kurulda bir işçi temsilcisinin olmamasını nasıl değerlendirirsiniz? Ve bunun ne tür sonuçları olur?

Fiyat istikrarı konusu, öncelikle ücretli ve tüketici kesimleri ilgilendirir. Çünkü fiyat enflasyonu, toplumun sabit ve düşük gelirli geniş kesimleri açısından adı konulmamış bir vergileme anlamındadır. Devlet, her ülkede en büyük istihdamı yapan ana sektördür. Dolayısıyla ücretlerin/maaşların reel düzeyinin fiyat enflasyonu yoluyla aşındırılması aynı zamanda bir devlet politikası da olabilmektedir. Ama kapitalist devlet, aynı aşındırma politikasını sermayenin çıkarlarını gözetmek için de kullanır. 

Dolayısıyla fiyat enflasyonuna ilişkin istatistiki veriler, bu temel sınıfsal çıkarlara bağlı olarak çeşitli manipülasyonlara açıktır. Şu noktalara özellikle dikkat çekilebilir:

Öncelikle, mevcut (gerçekleşen, gerçekleşmekte olan) enflasyon düzeyinin olduğundan düşük gösterilmesi, toplumun geniş kesimlerinin tepkilerini, ücretlilerin enflasyon farkı taleplerini baskılamak açısından elzemdir.

İkincisi, hedeflenen enflasyon düzeyini düşük tutmak, bütçenin personel ödeneklerini sınırlamak, toplu sözleşmelerde ücret artışlarını baskılamak ve bütün bunları "enflasyon beklentilerini yatıştırarak enflasyonist sarmaldan kurtulmak" gibi "teknik" gerekçelere de yaslamak bakımından çok elverişli bir düzenek olarak kullanılır. Sendikaların önemli bölümünün sarının çeşitli tonlarına büründüğü bir ortamda bu saldırgan sermaye politikalarına ciddi tepkilerin oluşması da önlenmiş olur. (Burada ele aldığımız kurulun bu yaklaşımda bir değişiklik yapması beklenir mi mesela?).

Üçüncüsü, ilan edilen resmi enflasyon düzeyi, aslında soyut bir ortalamadır. Farklı bireylerin ve çeşitli toplumsal kesimlerin maruz kaldıkları farklı enflasyon düzeyleri bakımından bir karşılığı yoktur. Bu nedenle seçilen tüketim sepetinin de farklı gelir türleri bakımından tam bir tüketim kalıbı karşılığı yoktur ve bu yüzden sepetin bileşimi de iktidarın siyasal tercihlerine bağlıdır. 

Dolayısıyla, fiyat enflasyonu olarak ilan edilen genel ortalamayı gelir türlerine veya dilimlerine göre ve farklı tüketim septelerini dikkate alarak biraz daha gerçeğe yakın özgül ortalamalar biçiminde hesaplamak gerekir. Ama TÜİK'in böyle bir çabası hiç olmamıştır. Olmamıştır ve olmaz çünkü o zaman gıda fiyatlarında her zaman ortalama enflasyonun üzerinde çıkan artışları dikkate almak ve bu kesimlere daha yüksek ücret artışları yapmak gerekecektir. Bilindiği gibi, gıdanın tüketim sepetindeki payı ortalama yüzde 20-22 gibi değerlendirilirken, düşük gelirli ailelerde bu pay yüzde 30'u aşkındır. Hatta, tek asgari ücret giren bir ailede bu payın yüzde 60'ı aşması işten değildir. Yüksek gelir kategorilerinde ise yüzde 10'lardadır, hatta en üst gelir düzeylerinde yüzde 10'un dahi altında kalması beklenir. 

Şimdi TÜİK'in yeni danışma kurulu bu türden yeni hesaplamalara girişebilecek, hiç olmazsa çoğunluğu oluşturan düşük ücret grupları için ayrı bir fiyat endeksi oluşturabilecek midir? Hiç sanmıyoruz. O zaman bu kurul ne işe yarayacaktır?

İşte bu olumsuz sonuçları ortadan kaldırabilmek için, böyle bir "Fiyat İstatistikleri Danışma Kurulu"nun üye bileşiminde sendikaların ve tüketici derneklerinin temsilcisi olacak uzman ve akademisyenlerin çoğunlukla yer almaları gerekirdi. (Ama ilaç için tek bir temsilciye bile yer verilmemiştir). Kuşkusuz bu önerimiz, bugünkü iktidar yapısının ve genelde kapitalist devletin doğasına aykırıdır. Ama bizim işimiz de bu devletin doğasını teşhir etmek ve kendi emek devletimizin doğasını kitlelere ulaştırmak değil midir?