Emekli diplomat Solakoğlu istikşafi görüşmeleri yorumladı

Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde bilgi ve tecrübe sahibi emekli diplomat ve Dayanışma Meclisi üyesi Engin Solakoğlu 4 yıl sonra yeniden başlayacak Türk-Yunan istikşafi görüşmelerini değerlendirdi.

Haber Merkezi

2002'de Ankara'da Türkiye ve Yunanistan'ın dışişleri bakanlığı müsteşarları arasında başlayan, 2016'ya kadar 60 tur görüşme gerçekleştirilen, kamuoyuna "iki ülke arasındaki sorunları çözme" hedefinde olduğu söylenen görüşmeler yeniden başlıyor. Taraflar, istikşafi görüşmelerin 61. turunun 25 Ocak'ta İstanbul'da yapılması konusunda mutabık kaldı. Görüşmelere 4 yıldır ara verilmişti.

Türkiye ve Yunanistan arasında son yıllarda artan bir gerginlik söz konusu. Bazı abartılı yorumlar en son Meis adası çevresindeki anlaşmazlık gündelerinde silahlı çatışma olasılığını dahi gündeme getirmişti. Ancak her iki ülkenin iç politika kurallarında bu tür abartılı söylemlerin popülizm adına kullanılması olduğu bilindiğinden, daha önemlisi iki ülkenin de batı ittifakına son derece angaje yapılar olmasından bu söylemler pek de ciddiye alınmadı.

Ancak görüşmeye ara verilen süreçte Doğu Akdeniz, mülteci sorunu gibi yeni kriz başlıkları da listeye eklendi. Türkiye'nin Lozan'ı tartışmaya açan söylemleri, Akdeniz coğrafyasında daha aktif bir politika yürütme kararlılığı son yıllarda göze çarpıyor. Yunanistan da Mısır, Fransa ve İsrail gibi Türkiye'nin gerginlik yaşadığı ama bölgede sözü geçen aktörleri kendi safına çekerek elini kuvvetlendirme çabasında.

Türkiye Yunanistan ilişkilerinde bilgi ve tecrübe sahibi emekli diplomat ve Dayanışma Meclisi üyesi Engin Solakoğlu yeniden başlayacak görüşmelerle ilgili iki ülkenin niyetleri ve muhtemel gidişat konusunda soL'a değerlendirmelerde bulundu:

İstikşafi görüşmeler:

2002’de Kemal Derviş - İsmail Cem ikilisinin başlattıkları ve çiçeği burnunda AKP Hükümeti ile onlara yanlamış olan liberallerin “ezber bozma” yaklaşımları çerçevesinde sahiplendikleri bir girişimdi. Girişimin öncüleri “Eski Türkiye’nin onlarca yıldır çözemediği” Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunlarının “win-win” anlayışıyla çözülebileceği iddiasıyla yola çıkmışlardı.

Türk-Yunan istikşafi görüşmeleri adından da anlaşılması gerektiği üzere öncelikle ikili sorunların tespitini, sıralanmalarını ve klasik “çatışma çözümü (conflict resolution)” formülleri çerçevesinde en kolaydan en zoruna doğru aşamalı bir yaklaşımla çözülmelerini hedefliyordu.

Görüşmelerin 62. turuna geldiğimiz bugün yukarıda belirttiğim yaklaşımın ne kadar “başarılı” olduğu açık.

Neden devam ediyor?

Klasik diplomasinin temel kurallarından biri olan “masa” ihtiyacını karşıladığı için önemli istikşafi görüşmeler. Aynı emperyalist çarkın iki komşu dişlisi işlevini yürüten iki ülkenin savaşması sözkonusu olamayacağına göre “masa”nın her iki ülke yönetiminin etrafa “konuştuk ama olmadı” diyebilmelerini sağlayan bir araç olarak mevcudiyetini koruması gerekiyor. 

Yunanistan’ın oyun planı

Yunanistan’ı yönetenler öteden beri Türkiye ile sorunlarını mümkün olan en geniş ittifakı yarattıktan sonra görüşmeyi tercih ediyorlar. İki ülke arasında eski deyimle “cesamet” farkına bakıldığına tabiatıyla anlaşılır bir yaklaşım. Burada sadece askeri güç farklılığından söz etmiyorum. Türkiye’nin en kötü yönetildiği dönemde bile emperyalist mekanik içindeki ağırlığı ve önemi Yunanistan’ın çok üzerinde. Zaten AB üyesi olmanın zahiri avantajını elinde tutan Yunanistan bu yüzden ikili bir görüşme sürecine girmeden önce bölgede de geniş bir “müttefikler” kulübü oluşturuyor. Bu bağlamda Suudi Arabistan gibi varlığı sorunlu ve süreli ülkelerden ziyade Kilisesi itibariyle Avrupa’nın en antisemit ülkelerinden biri olan Yunanistan’la yakınlaşan İsrail’i önemsiyorum.

Türkiye’nin durumu

Yunanistan’ın oyun planının işlemesi için elinden geleni yapan bir yönetimi var Türkiye’nin. Halkını sürekli yoksullaştıran ve karanlık çağ özlemleriyle malul bir iktidarı sürdürebilmek için bölge ülkelerinin tamamıyla kavga eden Türkiye’deki rejimin “Onurlu yalnızlık” politikası tam da Yunanistan’ın aradığı ortamı sağlamış durumda. 

AKP rejimi gerek meşruiyet gerek gerek ekonomi bakımından benzeri görülmemiş derinlikte bir çukura doğru yaptığı yolculuğun sonuna geldiği için şimdi yeniden kendisini iktidara getiren ve tutanlara beğendirme çabasında. Çok kısa bir zaman önce her türlü melanetin sorumlusu olarak takdim edilen AB’ye yapılan “durun biz kardeşiz” çağrılarını, Oruç Reis’in turistik Antalya Körfezi gezilerini ve Yunanistan’a verildiği söylenen güvenceler ile yeniden masaya oturulmasını kolaylıkla bu kapsamda değerlendirebiliriz.