'Dayanışma eşitlik içinde olunca daha gerçek'

Otel emekçisi bir tiyatrocu ile söyleşi: 'Bu düzene dayanabilmek için değil de, onu değiştirmek için hayal kuralım demeye çalışıyorum. Bir de, Patronların Ensesindeyiz Ağı’na davet ediyorum tüm kültür sanat emekçilerini. Dert çok ama ortak dertler.'

Patronların Ensesindeyiz

Hem bir garson, hem de tiyatrocu Mertcan Kayretli. Patronların Ensesindeyiz Ağı (PE) ile otel işçisiyken tanışmış. Karantina günlerinin hemen çıkışında PE Kültür Sanat Emekçileri Dayanışma Ağı kurulunca, “Bir dosta rastlamış gibi oldum” diyerek, tereddütsüz içinde yer aldığını söylüyor ve ekliyor: "Birileri yardım etsin, her şeyi benim için düzeltsin diye beklemek daha zor geliyor."

Sizi tanıyalım mı kısaca?

Mertcan Kayretli. Çok uzun anlatacak bir şey yok aslında. 30 yaşındayım. Yeditepe Üniversitesi’nde tiyatro okudum. 16 yıldır çalışıyorum. Sanayide, tekstilde, barda, Starbucks’ta… Şu an otelde çalışıyorum, çalışıyordum. Aslında onda da çalışmıyorum artık. Bir süredir işsizim, bir sürü insan gibi. Bir yandan farklı işlerde çalışıp, bir yandan tiyatro yapıyordum mezun olduğumdan beri. İkisini  birlikte yürüttüm hep, mecburen. Orada da farklı değil halim, işsiz bir sanat emekçisiyim sonuç olarak. Hiç bir tür işim yok. Her türlü işsizim…

Burslu mu okudunuz?

Evet, elbette. Tam burslu okudum yoksa kapısından bile geçemezdim okulun.

Salgından hemen öncesine gidelim. Patronların Ensesindeyiz Ağı ile bir süre önce, otelde çalışırken tanıştınız galiba…

Evet. Bir süre önce istemediğim halde otele girdim. Enteresan bir örnek de değilim. Herkesin hali böyle. İstemiyordum, çünkü mesleğim değildi. İşi hor gördüğümden de değil, marangoza kaynak yaptırılır mı? Onun gibi bu. Ama öğrendim, iyi bir garsonum şimdi. Sonra yaklaşık bir yıl çalışmıştım ki, otelde işten çıkarmalar oldu peşpeşe. Mobbingler, hak gaspları. İhbarlar üzerine PE girdi devreye. Duyurdu meseleyi. O zaman sadece bizim otelde değil başka otellerdeki haksızlıklar da bir bir dökülmeye başladı. Sürekli farklı yerlerden haber alır olduk. Şurada da şunu yapmışlar, bu otelde bunlar olmuş… O güne dek örtülü olan bir sürü şey dökülmeye başladı. Ben de takip etmeye başladım.

O zaman mı iletişim kurdunuz PE ile?

Otelde PE çalışmasındaki arkadaşlarla görüşüyordum ama “Ben ne yapabilirim?” diye sormam daha yakın zamanda, PE Kültür Sanat Emekçileri Ağı kurulunca oldu. Otelde gözlemlediğim süreç çok kolaylaştırdı işimi. Bu defa bir şeye dahil olmak yerine, bir şeyin içinde gördüm kendimi direkt. Orada uyandım gibi oldu, bir dosta rastlamışım gibi…

Sizin üzerindeki etkisi ne oldu oteldeki sürecin?

Aslında çok aklımı açtı o zaman gördüklerim. Yani işçi, emekçi ne demek, çocuk yaşımdan beri bilirim ama onca yıl bu konuda özel olarak düşünecek bir şey yokmuş gibi çalıştım. Yani zaten öyleydi, normali buydu. Hakkını tam alamamak, hep bir eziklik hali, kötü şeyler zaten hep bizim içindi hayatta. Var olma şeklimiz, olayımız buydu yani. Hani hep başkalarının çocukları haklıdır ya kimi ailede… Hep “Bizim oğlan ayıp etmiş, kusuruna bakmayın” denir, hep kendinin özrünü dilersin, öyle idi benim için. Okulda burslu okurken biraz aştım o ruh halini ama o zaman da henüz bu durumu değiştirebileceğim fikri yoktu kafamda. Arada bir hâl o. Yanlışı görüyorsun ama değiştirme fikrin yok. Biraz fena bir durum. Sinir yapıyor insanda.

'Bir gün adam karpuz seçer gibi seçip topluca işten çıkartıyor'

Otele başladığınızda sinirliydiniz yani…

Ha ha. Asabım bozkuktu evet. Bir de, zaman içinde otelde de sıkışmaya başladım. Çok küçük yaşımdan beri çalışıyorum ben, ufak tefek ve sessiz olduğum için de çok itilip kakıldım sanayide falan. O yüzden de bu “işçinin işçiye ettiği” meselesine biraz takığım galiba. Bir şey oluyor, müdüre ispiyonlamalar; hakkı yeniyor birinin, yalnız kalıyor iyice, dedikodu zaten her yer… Umutsuzdum, otelde bunları gördükçe bana da bulaşıyordu, umutsuzluğa kapılıyordum. Yani sonunda vardığı yer, hem görüyorsun yanlışı, artık değiştirmek de istiyorsun belki, sıtkın sıyrılıyor gördüğün muameleden ama bu defa da “Olmaz, değişmez, yapılamaz”lar giriyor devreye. Beni de içine alıyordu bu hal. Bir süre sonra ben de bu değiştirilememe halinin değiştirilemeyeceğine inanmaya başlamışım, şimdi onu farkediyorum.

Sonra işten çıkarmalar oldu. Bütün o ispiyonlar, itiş kakışlar önemsizleşti. Çünkü işten çıkarmaların yahut diğer hak gasplarının bunlarla hiçbir ilgisi yok tabi. Gasp dedin mi herkes topun ağzında. Yani sen orada türlü olaylar yaşıyorsun işçiler arasında, dedikodular, fırtınalar, haklılar, haksızlar… Sonra bir gün adam karpuz seçer gibi seçip topluca işten çıkartıyor. Diyor ki “küçülmeye gidiyoruz”. Rakamsın yani. O zamana kadar aileydim, şimdi rakam. Aslında pandemide sahne için de aynı şey olmadı mı? Yani aileydik şuyduk buyduk da, şu an rakamız işte.

Mertcan Kayretli

Sektör küçüldü o alanda galiba…

Evet de, bizim başımıza gelen hep aynı şey. Küçülen her ne ise, hepsi gelip bizi buluyor en nihayetinde.

Peki iki alan birbirinden çok farklı değil mi?

Çok mu, bilmiyorum. Bir tarafta “sanat yapıyoruz” ya, inandığın şeyin tiyatrosunu yapıyorsan durum değişir tabi, bu başka bir sohbet ama, sonuçta tiyatro kendi başına bir inanç değil. Mesleğimiz bu bizim. O yüzden, elbette farkları var ama giderek daha çok benziyorlar birbirlerine. Şu en başta dediğim ezilmeyi kabullenmek meselesi de, değiştirilemeyeceğine duyulan inanç da, bir de korkuyu ekleyebilirim bunların yanına… Hepsi iki sektörde de var. Hayaller gibi korkular da çeşitli ama onlar da birleşip bir şey oluyor. Hep beraber korkmak çok fena bir şey… Birbirini sindiriyor insanlar. Konuşma, ses çıkarma, kavga etme… Bu her yerde böyle, kimse farklı demesin bence. Otelde de böyle, sahnede de böyle artık.

'Pandemi aynı olanı ortaya çıkardı'

Artık derken neyi kastediyorsunuz? Pandemi mi sebep oldu bu aynılaşmaya?

Pandemi aslında yeni bir şey yapmadı, olanı ortaya çıkardı bence. Reddedilemez hâle, görünür hâle getirdi. Sektörün krize girmesi başka bir şey, alandaki kayıtsız, tanımsız çalışma, gönüllülük falan, bunlar hep vardı. Şimdi sektörü kurtarma tartışmaları başladı ama bir baktık bunlar yok o tartışmada, biz yokuz. Pandemi bunu görmemize yardımcı olmuş olabilir. Bana oldu en azından.

Peki şimdi gördüklerinizle ne yapacaksınız? Bir plan var mı kafanızda?

Her şeyden önce hayatta kalmak elbette, şu an o sınırdayım. Bir çocuk tiyatrosunda provaya başladım mesela bu hafta. Umarım paramı alırım. Diğer yandan, artık alamazsam ne yapacağımı biliyorum. Sigorta, kayıt, çalışma saatleri, prova parası… Bir sürü şey var değiştirilecek ve bir günde değişmiyor bunlar ama başlamak gerek. Yani madem çalışıyorum ve kim bilir kaç yaşına kadar çalışacağım, otel, sahne, başka iş, farketmiyor. Sahnede de başıma hep aynı şeyler geldi çünkü. Işıkçılık da yaptım, dekorculuk da, oyunculuk da… Eşitsizlikler büyük zaten. Turneye gidiyorduk, yeni mezun başlamışız, herkes otelde kalıyor, biz dekoru kur kaldır aynı gün geldiğin kamyonun kasasında geri dön, üç kuruşa hem de… Söyleyince nankör oluyorsun, otelde de, sahnede de. İşin fenası, tiyatro yapıyoruz ya, bir sürü insan tüm bunları gönüllü yapıyor. Yevmiye almadan, “asistan”sın, koşuyorsun, yahut paranı alamamışsın, sonra oyun gecesi bakıyorsun kutlama masasında senin bütün yıl alamadığının misliyle ödeme yapılıyor, ne güzel iş başardık diye.

Karşılıksız, seneye de beni oynatır mı diye, bir şey öğreneyim diye ortada koşan insanlar. De ki 100 kişiden 10 kişi bir sonraki aşamaya geçebiliyor ilişkileri iyiyse, 90 kişi dışına düşüyor. İşte o “sektör”ü taşıyor o günüllüler. Her biri kendisi için bir şey hayal ediyor ama toplamda bayağı bir iş gücü bu. Bir geliştiriciliği de yok çoğunlukla. Yahut her şey kişisel inisiyatiflere, ilişkilere, tekil örneklere veya tesadüflere kalmış durumda. Ama, o gönüllü ordusu tesadüf değil sonuçta, o normalleştirilmiş genel bir durum, bir havuz. İşsizler ordusu gibi bir gönüllü ordusu var. Buna da takılıyorum çok fena. Bununla mücadele etmeliyiz.

'Biz de birikiyoruz artık, örgütleniyoruz'

Birikmiş bir hayli mücadele başlığı var gibi duruyor…

Evet bir sürü işimiz var, uzun zamandır birikiyor haksızlıklar. Biz de birikiyoruz artık, örgütleniyoruz. Örgüt lafı çok korkutmuş insanları yahut hiç bilmemişiz, özellikle bizim nesillerimiz. Ama örgüt işte, aile de bir örgüt ya, insan dediğin örgütleniyor ama ne için? Biz birlikte mücadele edeceğiz bizi yok sayanlarla, bu düzenle. Dayanışma böyle olunca daha gerçek geliyor kulağa. Eşitlik içinde, hep beraber güç birleştirerek. O yüzden biri “olmaz, değişmez, yapılamaz” dedi mi önce bir bi irkiliyorum ben. Bugün değilse yarın bu düzen benim hakkımı yiyecek, yarın taklaya gelmemek için devam ediyorum mücadeleye. Eğlenme, sosyalleşme, barınma, karnımı doyurma, herkes için. 60-70 yıl sürdürmemiz gerekiyor değil mi? Birileri yalnız, birileri hasta, birileri aç ama… Bu benim de başıma gelir. Hazırlıklı olmak gerek çünkü kendimi bildim bileli kötüye gidiyor emekçilerin hali. Aniden sebepsiz yere iyiye gideceğine nasıl inanayım ki şimdi. Bir şey yaparsak iyiye gider. Yoksa, biri yardım etsin, biri her şeyi benim için düzeltsin diye beklemek daha zor geliyor bana. Şu süreçte gördük işte, yardım paketleri, dayanışma fonları falan, devede kulak kalıyor bunlar. Çoğu insan alamadı bile. Zaten pek çoğu koşullara bağlı. Bu düzenin dayanışmasında, yardımında bile eşitsizlik var.

Bir son söz alalım mı sizden?

Hayal kurmaya karşı değilim ama, tatile çıkar gibi hayal kurulmaz gibi geliyor bana. O yüzden gerçeklerle bir alakası olmalı hayal kurmanın, bir işe yaramalı. Bu düzene dayanabilmek için değil de, onu değiştirmek için hayal kuralım demeye çalışıyorum. Bir de, Patronların Ensesindeyiz Ağı’na davet ediyorum tüm kültür sanat emekçilerini. Dert çok ama ortak dertler. Birlikte yapabileceğimiz de çok şey var. Vakit kaybetmeyelim…