Britanya’da normalleşme planı ne getiriyor?

Britanya'da Boris Johnson tarafından açıklanan ve sert eleştirilere hedef olan normalleşme planı, işçi sınıfına ve yoksullara yönelik bir savaş ilanı anlamına geliyor.

Eren Korkmaz

Britanya Başbakanı Boris Johnson 10 Mayıs akşamı ulusa seslenerek Covid-19 pandemisiyle mücadelenin yeni aşamasında neler yapılacağına ve normalleşme sürecine dair planlarını açıkladı. Yeni sürecin sloganı da “evde kal” yerine “tedbiri bırakma/tetikte ol” şeklinde değiştirildi. Buna göre devlet büyük veri analizi ve cep telefonu uygulaması üzerinden süreci yakından takip edecek, 5 dereceli bir alarm sistemi üzerinden ülkenin ve farklı yerellerin hangi seviyede olduğu belirlenecek, seviye düştükçe, salgın kontrol altına alındıkça önlemler esneyecek, yeniden yükselirse de frene basılacak. Alarm sisteminde 1 hastalığın yok olduğu aşamaya 5’ ise en kötü senaryoya tekabül ederken ülke şu an 3,5 seviyesinde. Seviye, 3 ve 2’ye düştükçe insanlar daha rahat hareket edecek.

Gevşetilen önlemler

Buna göre evde çalışamayanların dışarıda, işyerlerinde çalışmasına izin verildi. Ancak toplu taşımanın mümkünse kullanılmaması, işyerine bisikletle veya servisle gidilmesi önerildi. Dışarıda egzersiz için sınırlama kalktı. Şehirler arası seyahatlere ve kırsal alana gezmek için gitmeye izin verildi. Koşulların iyiye gitmesi halinde Haziran başında ilkokullar açılacak, Temmuz ayında kafelere, restoranlara vb. izin verilecek.

Hükümet aynı zamanda çeşitli rehber kitaplar hazırlayarak uyulması gereken önlemleri de paylaştı. İşyerlerinde, okullarda sosyal mesafeye önem verilecek, koruyucu kıyafetler giyilecek gibi şartlar belirlendi. Hem işyerleri hem de okullar açılıp açılmama konusunda rehber kitaplara bakarak ve kamu görevlilerine danışarak gerekli önlemleri alıp karar verecekler. Önlem alamayanlar açmayacak. Okullarda velilerle okul yönetimi de beraber karar verecekler. Okul açılsa da göndermek istemeyenler devamsızlık engeliyle karşılaşmayacak.

Başbakanın yeni sloganı ve yol haritası daha ulusa seslenmeden medyada yer buldu ve ciddi bir tepkiyle karşılandı. İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda hükümetleri bu yol haritasını reddetti, gerçekçi bulmadı. Tedbirli olmak yerine evde kal sloganının geçerli olduğunu, insanların zorunlu olmadıkça sokağa çıkmamalarını ve yalnızca altyapı için zorunlu işyerlerinin açık olacağı belirtildi. Ayrıca İngiltere’den Galler ve İskoçya’ya gezmeye gitmeyi düşünenler de uyarıldı, sınırları geçenlerin yasaları ihlal ettikleri için ceza alacakları belirtildi. Galler ve İskoçya’da oturup İngiltere sınırları için çalışanların ne yapacağı da belirsizliğini koruyor. İşyerlerinde de işçiler şayet çalışmak istemiyorsa işe gitmeme ve izin hakkını kullanabilecek. Sendikalar hem işe başlama zorunluluğu olmaması hem de işyerinde alınacak önlemlere dair rehber kitap nedeniyle eleştirileri olsa da bu adımları olumlu buldular. 

Normalleştirme Planına Tepkiler

Bu politikanın iki önemli politik sonucu ortaya çıktı. İlki Johnson hükümeti ülkeyi yönetme kapasitesini ve otoritesini kaybetti. İkincisi bu politikayı bir sınıfsal savaş ilanı, milyarderleri koruma ve işçileri çalışmaya zorlama çabası olarak yorumlamak mümkün.

Johnson hükümet zaten başından itibaren salgına dair gerekli önlemleri almamakla, geç kalmakla eleştiriliyordu. Birçok medya organı da hükümetin ilk başta gösterdiği ciddiyetsizliği ve önlemleri almada geç kaldığını kanıtlarla ortaya serdi. Geç de olsa ciddi önlemleri alan Johnson hükümeti Pazar gününe kadar tüm ülke sathında belirlediği kurallara uyulmasını sağladı. Ancak Pazar günkü strateji değişikliği ve normalleşme planı İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda hükümetleri tarafından reddedildi. Dolayısıyla Johnson’ın otorite kurabildiği coğrafya sınırlanmış oldu, Birleşik Krallık hükümeti, gücü ve etkisi fiilen İngiltere ile sınırlı kalan bir hükümet haline geldi. Bu önlemelerin ardından İngilizlerin serbestçe Galler’e ve İskoçya’ya gitmesi mümkün değil. Dolayısıyla Johnson attığı adımla iktidar kapasitesini sınırlamış oldu. 

Bu durum İskoç, İrlanda ve Galler milliyetçiliklerine de güç katacaktır. İskoçya hükümeti zaten bağımsızlık için zorluyordu, bu salgınla beraber İskoç halkına kendilerini Londra’dan yöneten, sağcı, göçmen düşmanı, kendi içine kapalı, beceriksiz bir yönetimle sürdürmek yerine bağımsızlığın gerekli olduğunu anlatmaya başladı. Bu sayede İskoçya dünyaya açık, AB üyesi bir sosyal devlet olarak yoluna devam edebilir fikri hem Brexit hem de salgın yönetimi nedeniyle pekişti. Benzeri bir durum Kuzey İrlanda için de geçerli. K. İrlanda’da son seçimlerde ilk kez İrlanda ile birlik yanlısı partiler çoğunluğu almıştı. Brexit ve İrlanda Cumhuriyeti ile araya sınır konulması tepki çekiyordu. Salgınla beraber benzeri iddialarla İrlanda ile birleşme çağrısı yeniden güç kazanmaya başladı. Galler’i İşçi Partisi yönetiyor ve Galler’in milliyetçi partisi halen daha zayıf ancak salgınla beraber İşçi Partisi sebebiyle de Johnson’a tepki gelişiyor.

İkinci siyasi sonuç ise “tedbirli ol” sloganıyla ekonominin yeniden serbest bırakılması oldu. Johnson’un konuşmasında hem evde kalın ama çalışıyorsanız dışarıya çıkabilirsiniz, ama dışarıya çıkacaksanız mümkünse toplu taşımayı kullanmayın ama kullanacaksanız da mesafeyi koruyun, okullar açılabilir ama istemezseniz açılmayabilir gibi açıklamalarıyla çok dalga geçildi, tutarsızlıkla eleştirildi. İşçi Partisi’nin yeni “sınırlı sorumlu” lideri Keir Starmer de hükümeti “sert” şekilde eleştirip, yavaş olmakla ve net bir planı olmamakla suçladı.

‘İşçi sınıfına yönelik savaş ilanı’

Oysaki bu açıklama oldukça net bir politik tercihi ortaya koyuyor. Artık İşçi Partisi içinde muhalif bir grup olan ve Corbyn’in de içinde yer aldığı “Sosyalist Kampanya” parlamento grubu da 11 Mayıs’ta yaptığı açıklamada aslında bu netliğe işaret etmiş oldu. Bu yeni strateji, işçi sınıfına yönelik bir savaş ilanıdır ve amaç milyarderlerin çıkarlarını korumaktır şeklinde özetledi.

Artık İngiltere’de dışarıda çalışmak zorunda olan, evinden çalışamayan fabrika işçileri, inşaat işçileri ve mağazalarda/dükkanlarda çalışan işçiler çalışmayı sürdürecekler. Evinden çalışabilen ve evde kalabilenlerse kendilerini korumaya devam edecekler. Okullar da bu yaklaşıma göre açılacak. Yoksul, işçi semtlerinde oturanlar çalıştıkları için çocuklarının okula gitmesini isteyecek ve buralarda okullar faaliyet göstermeye başlayacak. Orta sınıf ve üstü aileler evinden de çalışabileceği için onlar okullar açılmasın, çocuklar evde kalsın talebinde bulunacak ve bu talep karşılanabilecek.

Johnson hükümeti bu yaklaşımıyla aslında bir yandan ülke nezdinde otoritesini kaybederken diğer yandan ekonomik yaşamı da serbest bırakarak kamusal alanda artan harcamalardan kendisini kurtarmış oldu. “Tedbirli olun dedik, uymanız gereken kuralları da 50 sayfalık rehber kitapta anlattık, artık hasta olursanız bu sizin sorununuz” şeklinde bir yaklaşım elbette ülke içindeki sosyo-ekonomik eşitsizliklere uygun sonuçlar yaratacaktır. Buna çok ciddi bir tepki de gelmeyebilir, çünkü ölüm oranının en yüksek olduğu meslekler en düşük ücretle çalışan, çoğunu göçmenlerin yerine getirdiği işler. Bir siyahın beyaz İngilize göre salgın nedeniyle hayatını kaybetme oranı 3 kat daha fazla ve bu oran Pakistanlı/Bangladeşli göçmen topluluklarında 2 ile 2,5 arasında değişiyor.

Johnson hükümetinin yavaşlığı, beceriksizliği ve politik tercihleri kendi otoritesini eritiyor. Buna İşçi Partisi zamanında hükümetin baş bilim danışmanı David King’in başkanlığında kurulan alternatif ve bağımsız bilim kurulunun etkisini de eklemek gerekir. Örneğin bu kurulun maske takılması önerisinin ardından en sonunda hükümet de aynı öneriyi yapmak zorunda kaldı.

Pandemi Johnson hükümeti açısından ciddi bir kriz ve sınav haline gelmiş durumda. Muhafazakâr Parti ve ana akım medyada da Johnson aleyhinde eleştiriler artıyor. Partinin mecliste çoğunluğu olduğu için bu sürecin sonunda Johnson istifaya zorlanabilir. Johnson Brexit için gelmişti, onu gerçekleştirdi ve misyonunu tamamladı. Bu krizi atlatması güç görünüyor.