Borç batağına batmış devlet paraları kime saçıyor?

Devletin dış ve iç borçlanmada gaza basması, eriyen Merkez Bankası rezervleri, kamu bankalarının kullandırdığı kredilerdeki büyük artış, kamu bankalarının artan döviz açığı, en büyüklerden başlayarak sermaye gruplarını yüzdürme gayretinin sonucu. Sadece patronlar batmasın diye değil, kâr etmeye devam etsinler, servetlerine servet katmayı sürdürsünler diye…

Adile Kaya

Türkiye işçi sınıfı, tarihinin en şiddetli yoksullaşma dalgasını yaşıyor. Pandemi süreciyle birlikte tablonun daha da ağırlaştığını işgücüne katılım, geniş işsizlik düzeyi, reel ücret düzeyi, pek çok göstergeden takip etmek mümkün. 

Emekçiler derin bir sefalete itilirken kamunun tüm kaynakları ve olanakları, artan bir şekilde sermayenin emrine sunuluyor. 2016’da Kredi Garanti Fonu kapsamının genişletilmesi, 2018’de finansal yeniden yapılandırmaların kolaylaştırmasına yönelik düzenlemelerle kurulan mekanizma, pandemi sürecinde tüm ölçüleri aştı. TCMB, Hazine, kamu bankaları varlarıyla yoklarıyla sermayeyi kurtarmaya soyundu. 

Piyasa batmasın diye piyasaya müdahale üstüne müdahale

2019 başından bu yana Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin 100 milyar dolar civarında eridiği hesaplanıyor. Kura müdahale edilmesi piyasa işleyişinin bozulması olarak değerlendiriliyor, siyasi iktidar yer yer alay konusu yapılıyor. Konu büyük bir muğlaklıkla ele alınıyor, bir kısım yabancı spekülatör ve onların kimi işbirlikçilerinin Türkiye’den çıkışını kolaylaştırdığı, siyasi iktidara yakın kimi çevrelerin kazandığı ima ediliyor. Oysa bankasıyla şirketiyle özel sektörün iki yıldır kapadığı dış borç, ithalat bağımlı yapının havlu atmadan döndürülmesi gibi esas kalemler hesaplandığında sermaye düzenini “olduğu gibi” korumak üzere muslukların açıldığı net bir şekilde görülüyor. Uluslararası sermaye mekanizmaları da dahil olmak üzere herkesin gizli bir memnuniyetle durumu kabullendiğini söylemek mümkün. 

Kamu net borç stokunun GSYH’ye oranı 2017 sonunda yüzde 8,4 iken 2020’nin ilk çeyreğinde yüzde 17,7’ye çıktı.

Türkiye’de kamu borcu büyük bir hızla büyüyor. 2017 sonunda 955 milyar lira civarında olan kamunun brüt borç stoku, 2020’nin ilk çeyreğinde 1,5 trilyon lirayı aştı. 2018 kriziyle birlikte hız kazanan süreç, pandemiyle birlikte yeni bir evreye taşındı. Kamu net borç stokunun GSYH’ye oranı 2017 sonunda yüzde 8,4 iken 2020’nin ilk çeyreğinde yüzde 17,7’ye çıktı. 

Kamu bankalarının döviz açığı da 10 Temmuz haftası için 9,7 milyar dolar olarak açıklandı, açığın bankaların özsermayesine oranı yüzde 30,22’ye ulaşırken BDDK’nın izin verdiği yüzde 20’lik yasal sınır aşıldı.1 2019 Aralık ayının ilk haftalarında kamu bankalarının döviz fazlası bulunuyordu. Kredi genişlemesinde de son yılların rekoru kırıldı, yılbaşından Temmuz’un ikinci haftasına kadar kredi hacmi yüzde 22,4 arttı. Kredi hacmindeki genişleme kriz öncesi yıl 2017’de yüzde 16, 2018 ve 2019’da ise yüzde 12 civarındaydı. Kredilerdeki hızlı artışta dikkatler faiz indirimiyle birlikte sıçramalı artış gösteren konut kredileri başta olmak üzere bireysel kredilere çekilse de banka borçlarının yüzde 80’i bireysel olmayan, önemli bir bölümü orta ve büyük ölçekli sermaye kuruluşları tarafından kullanılan kredilerden oluşuyor.

Merkez Bankası’nın iddia edildiği gibi karşılıksız para basıp basmadığı tartışma konusu olmakla birlikte karşılıklı para basmanın da ortadaki mekanizmalar düşünüldüğünde iç borçlanmadaki artıştan enflasyona pek iç açıcı sonuçları olmadığı söylenebilir. 

Buharlaşan dövizler, artan borçlar “sermaye düzeni yaşasın” diye

Yukarıda işaret edilen göstergeler, gelişmelerin seyrini anlamak, karşılaştırma ve değerlendirme yapabilmek için elbette çok önemli. Kötüleşen kamu finansmanı göstergeleri, halkın, emekçi yığınların sadece bugününden değil, geleceğinden çalınanların da büyüdüğünü ortaya koyuyor. Her gün bir yenisi açıklanan göstergeler üzerinden yapılan analizlerin ya da keşfedilen tuhaflıkların gerçek nedenlere işaret etmekte yetersiz ve aslında daha doğru bir ifadeyle isteksiz olunduğunu saptamak gerekiyor. 

Uzun zamandır hem meslekten iktisatçılar hem de başka “kanaat inşa ediciler” kötüleşmeyi AKP’nin beceriksizliği ve nepotizmine indirgeme konusunda ısrar ediyor. Akıllar ve gönüller istiyor ki konu AKP iktidarının kötü ekonomi yönetiminden, “üç beş” yandaşa kaynak akıtmasından ibaret olsun. Çubuklar hep ama hep buraya bükülüyor. Siyasi iktidarın beceriksizlikleri ya da nepotizmi de önemli olmakla birlikte esas mesele kamu finansmanındaki hızlı bozulma özelinde bakılırsa her tür kaynağın, olanağın iki yılı aşkın süredir irili ufaklı sermaye gruplarını yüzdürmek için kullanılıyor olması.

Uzun zamandır hem meslekten iktisatçılar hem de başka “kanaat inşa ediciler” kötüleşmeyi AKP’nin beceriksizliği ve nepotizmine indirgeme konusunda ısrar ediyor. Akıllar ve gönüller istiyor ki konu AKP iktidarının kötü ekonomi yönetiminden, “üç beş” yandaşa kaynak akıtmasından ibaret olsun. Çubuklar hep ama hep buraya bükülüyor. 

Siyasi iktidarın beceriksizlikleri ya da nepotizmi de önemli olmakla birlikte esas mesele kamu finansmanındaki hızlı bozulma özelinde bakılırsa her tür kaynağın, olanağın iki yılı aşkın süredir irili ufaklı sermaye gruplarını yüzdürmek için kullanılıyor olması. Dış borçtaki büyük yer değiştirmede de, kamu bankalarının artan açık pozisyonunda da, enflasyonu azdıran kredi genişlemesi, para basmada da halkın yaşadığı felaketi hafifletmekten çok sermayenin burnu kanamasın diye verilen uğraş belirleyici. 

“Mahşerin dörtlüsü” ya da bir avuç yandaş daha fazla kazansın diye yapılıyor merceğinden bakmak sadece hedef daraltıp sermaye içinden ittifak yapılacak unsurlar bulmak gibi siyasi yanılsamalara yol açmıyor. Aynı zamanda Türkiye kapitalizmini hafife almaya, 20 yıl öncesine göre hayli karmaşıklaşmış sömürü mekanizmalarının üzerinden atlamaya da yol açıyor. 

Siyasi iktidar, ekonomi bürokrasisi, sermaye grupları büyük bir işbirliğiyle hayli karmaşık ve gün geçtikçe daha riskli hale gelen bir mekanizmayı çevirmeye çalışıyor. Tüm veriler “sermaye düzeni yaşasın” diye özel sektör borcunun ve riskinin kamuya yüklendiğini gösteriyor. 1994 ya da 2001’de devlet, batık bankaları, batık şirketleri devralarak yaptığını şu anda kredi hacmini genişleterek, borç stokunu kamu bankaları başta olmak üzere devlet kurumlarına yönlendirerek yapıyor. Özel sektörün dış borcu ve toplam döviz borcu azalırken kamunun dış  borcu ve döviz yükümlülüklerinin artması durumu fazlasıyla ortaya koyuyor. 

Sanayi tekellerinin kulaklarından para fışkırmaya devam etsin diye fonlama

Geçen hafta açıklanan İSO En Büyük 500 Sanayi Kuruluşu sonuçları aslında tüm anlatılanların iyi bir özeti. 2017-2019 döneminde toplam ciroları artan, kârlarını sürdüren Türkiye’nin en büyük 500 sanayi şirketinin bankalara olan borcu 243 milyar liradan 406 milyar liraya çıkıyor. Muazzam bir artış. Ama bu artış esnasında üç önemli değişim oluyor: Kısa vadeli borçlar azalırken uzun vadeli borçlar artıyor. Yani yıllık finansman gideri azalmış oluyor ki bu durum 2018’den 2019’a değişimde açıkça görülüyor. Diğer iki gelişmeyi İSO 500 verilerinden takip edemesek de BDDK verilerinde görebiliyoruz. Borcun kompozisyonu değişiyor, yani döviz bazında borç azalıyor, TL borç artıyor. Tabii bunlar olurken borçlanma adresi de kamu bankalarına kayıyor.

Keşke konu kamunun gelir garantisi verdiği projelere yaptığı ödemeler basitliğinde olsa. Sermaye düzeni çok büyük bir enkaz yarattı. Siyasi iktidardan uluslararası sermayeye, enerji patronlarından siyasi iktidara, tedarikçiden montajcıya, “batarsam batarsın” şantajının çalıştığı, bir gün büyük çöküşlere yol açacağı belli iş modellerinin zorlanmaya devam ettiği,  baştan sona asalak yapıyı sürdürmenin maliyetinin de eriyen rezervler, artan borçlarla emekçilere yıkıldığı bir yapı…

Türkiye’nin önünde iki yol var: İlki iktidarıyla muhalefetiyle düzen güçlerinin arayışlarının toplamı: Enerji özelleştirmelerinden, devlet desteklerinden kazanan patronların, Türkiye’yi devasa bir ithalat açığına mahkum eden demir-çelik, otomotiv, beyaz eşya patronlarının, bir koyup 10 alan uluslararası sermayenin, uluslararası sermayeye değer aktarımının büyük işbirlikçisi tekellerin yığdıkları servetleri ne olursa olsun büyütmeye devam etmelerini sağlamak.

Düzen siyasetinde nüanslar ne olursa olsun ortak çerçeve, kimsenin dışına çıkmaya niyetli olmadığı yol bu...

İkinci yol ise emekçilerden çalınanların geri alındığı, toplumun ihtiyaçlarına göre, emekçilerin kararlarıyla örgütlenmiş bir ekonomi inşasına soyunmak.