Biri Albayrak’a Eti Puf’la doların ilişkisini anlatsın

Albayrak katıldığı televizyon programında ciddi olduğuna inanmanın güç olduğu açıklamalar yaptı. Kurdaki artışların fiyatlara geçişkenliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biri olan Türkiye’de “dolarla iş yapmayanların” kurdan etkilenmeyeceğini ima etti. 2018’den bu yana kurdaki artışa rağmen düşen imalat sanayi ihracatını yok sayıp “rekabetçi kur”un ihracatçıyı ihya edeceğini iddia etti.

Haber Merkezi

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, birkaç gün önce Ahmet Hakan’ın programına katıldı. Albayrak’ın açıklamalarının neredeyse tamamı kötü bir mizahın sınırlarını zorladığını düşündürecek nitelikteydi. “Milli” ve “bağımsız”, üretim ve istihdamı önceleyen yeni ekonomi modeli retoriğini yineleyen Albayrak’ın özellikle “dolarla halkın ilişkisi”, “büyümede dünyadan pozitif ayrışma” ve “rekabetçi kur” üzerine söylediklerinin anlamsızlığını, doğrudan Albayrak’a bağlı kamu kuruluşlarının veri ve çalışmalarıyla da ortaya koymak mümkün. 

Ahmet Hakan’ın “Dolardaki yükselişten endişelenmeli miyiz” sorusuna “Dolarla mı maaş alıyorsunuz, dolar borcunuz mu var, dolarla bir işiniz mi var” yanıtını veren Albayrak, kur iniş çıkışlarının normal olduğunu, “kur algısıyla ekonomiyi ölçme algısı”nın bulunduğunu öne sürdü. 

Dünyadaki durumun çok daha kötü olduğunu, 2020 yılında Türkiye’nin ekonomik büyümede dünyanın kalanından daha iyi bir performans göstereceğini ileri süren Albayrak, aynı zamanda Türkiye’nin 2008-2009 döneminden çok daha iyi durumda olunduğunu iddia etti. Albayrak, Türkiye ekonomisinin çeyrek bazında 2008 yılında yüzde 14,4, 2009 yılında yüzde 8 daralma gördüğünü, 2020’nin en kötü çeyreğinde bile bu rakamların görülmeyeceğini söyledi. Hazine ve Maliye Bakanı, 2020 yılında uluslararası kuruluşların Türkiye için öngördüğü yüzde 4-5 daralma beklentisinden daha güçlü bir büyüme sergileneceğini, kendi tahminlerinin yüzde 2 daralma ile yüzde 1 büyüme arasında olduğunu açıkladı. 

Albayrak ayrıca kurun seviyesinin önemli olmadığını, rekabetçi olup olmamasının önemli olduğunu öne sürdü. Türkiye’nin tarihinde ilk defa rekabetçi bir kur düzeyiyle ekonomiyi dönüştürebilecek yapıya kavuştuğunu söyleyen Albayrak, mevcut kur düzeyinden turizm ve ihracatçı sektörlerin yararlanacağını iddia etti. 

‘Dolarla işi olmayanlar’ döviz bağımlılığının faturasını ödüyor

Türkiye’de AKP’li yıllarda hem sanayi üretimde ithal hammadde ve ara malı bağımlılığı hem de özellikle tarımsal ürünlerden otomotive, akaryakıttan ambalaja pek çok sektörde tüketimin üretim yerine ithalatla karşılanma oranı artış gösterdi. Buğday, mısır, yağlı tohum gibi geleneksel tarımsal ürünlerde bile ithalatın payı çok yüksek. Hemen tüm faaliyetlerin maliyetlerini etkileyen akaryakıtta ham petrol ya da akaryakıt olarak yüzde 100’e yakın ithalat bağımlılığı söz konusu. Çok geniş kullanım alanı bulunan demir-çelik, kimyasal ürünlerde yine ithalat düzeyi çok yüksek. Dolayısıyla kurdaki artışın yani TL’nin değer kaybının hem üretici fiyatları üzerinden hem de ithal tüketim mallarının fiyatları üzerinden enflasyona etkisi hızlı ve yüksek. 

Nitekim 2018 yılında TL, dolar karşısında yaklaşık yüzde 40 değer kaybederken Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) yüzde 16,3, Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) ise yüzde 27 arttı. TL’nin değer kaybının 2018 yılının ikinci yarısında gerçekleşmesi fiyatlara yönelik etkinin 2019 yılında da sürmesine yol açtı. 2019 yılında TL’nin değer kaybı yüzde 9 ile daha sınırlı olmasına rağmen TÜFE yüzde 15,2, ÜFE ise yüzde 17,6 artış gösterdi. Petrol ve emtia fiyatlarındaki gelişmeler de etkili olmakla birlikte 2018 ve 2019 enflasyon düzeyinde TL’nin değer kaybı ana etken oldu. Üretim ve tüketimdeki yüksek ithalat bağımlılığının yanısıra özel sektörün yüksek dış borcu ve toplam borcu içinde döviz kredilerin payının yüksekliği nedeniyle finansman maliyetlerindeki artış da fiyatlara yansıdı. Söz konusu iki yılda tüketici enflasyonundaki, çok büyük oranda kurdan kaynaklı yüzde 34 civarındaki artışa rağmen, reel ücret artışı için en basit gösterge olarak kullanılabilecek asgari ücret artışı yüzde 14 oldu. Yani emekçiler yüzde 20 civarında yoksullaştı. 

Uzun dönemli bakıldığında da Türkiye’de “kur geçişkenliği”nin yüksek olduğunu, kurdaki artışların enflasyona yüksek oranlı etkide bulunduğunu Merkez Bankası araştırmaları ortaya koyuyor. 2003-2013 dönemi için yapılan bir çalışma incelenen dönemde geçişkenlik katsayısının TÜFE’de yüzde 7,5, ÜFE’de ise yüzde 26,7 olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin dolarla “çok işi” olduğunu, üstelik bu sonuçta AKP iktidarının özel bir payı olduğunu Albayrak’a bağlı Merkez Bankası’nın başka çalışmaları da bir dizi detayla ortaya koyuyor. 

Çok açık ki “dolarla işi olmayan” milyonlarca emekçi, siyasi iktidarın sermayeyle elele inşa ettiği ağır döviz bağımlılığının faturasını ödüyor. Türkiye hem yüksek ithalat bağımlılığı hem de devasa dış borç stokuyla kur geçişkenliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biri. 

Albayrak’ın programdaki performansını zirveye çıkardığı çocukluk anekdotu Eti Puf’un bile ambalajından üzerindeki Hindistan cevizine dolarla ilişkisi zannettiğinden çok daha ileri.

Reel daralmanın üçüncü yılında ‘pozitif ayrışma’ ile övünülür mü?

Albayrak, 2020’de ekonomik daralmanın en yüksek olması beklenen ikinci çeyreğe ilişkin yüzde 8’in altında bir daralma bekledikleri öngörüsünü biraz örtük de olsa dile getirdi. Merkez Bankası’nın Temmuz sonunda yayımladığı Enflasyon Raporu’nda tanıtımını yaptığı HEKE (Haftalık Ekonomik Koşullar Endeksi)’ne dayalı tahmininde ikinci çeyrek daralması yüzde 10 civarında. Nisan ve Mayıs aylarında sanayi üretim daralmasının yüzde 25, ihracat daralmasının yüzde 40 civarında olduğu, turizm, yeme-içme başta olmak üzere hizmet sektörlerinde de çok büyük daralmalar yaşandığı dikkate alındığında yüzde 10 daralma bile iyimser görünüyor. Haziran’daki üretim ve ihracat canlanmasının Nisan ve Mayıs’taki derin daralmayı telafi edici etkisi sınırlı. 

İlk çeyrekte yüksek baz etkisi, ikinci çeyrekte belli ki makyaj, kalan çeyreklerde de kısmi toparlanmaya eşlik edecek kamu harcamaları artışı ve yine makyajla daralma olduğundan küçük gösterilmeye çalışılacak. 2009 yılında Türkiye’nin “pozitif ayrışması”nda park bahçe düzenlemesi, yol onarım bakımı gibi kamu inşaat harcamalarına hız verilmesinin önemli katkısı olmuştu. 

Türkiye ölçeğinde ve dinamiklerinde bir ülkenin orandan bağımsız üç yıl üst üste reel olarak daralması, (2018 yılındaki yüzde 2,6 ve 2019 yılındaki yüzde 0,9’luk GSYH artışı, reel anlamda daralmaya işaret ediyor) açıklanan oranların çok ötesinde istihdam ve gelir kayıpları yaratıyor. 

‘Rekabetçi kur’ artık ihracatta sıçrama yaratmıyor

Türkiye’nin geçmiş krizlerinde, 1994, 2001, TL’nin hızlı değer kaybı, emekgücü maliyetlerinde düşüşe yol açarak ihracatta sermayenin diğer ülkelerin sermayeleri karşısında rekabet gücünü artırmıştı. Ancak 2018’de bu mekanizmanın artık çalışmadığı görüldü. Geçmiş krizlere göre hem ithalat düzeyindeki hem de borç yükündeki artış nedeniyle döviz bağımlılığının çok yüksek olması, emekgücü maliyetlerindeki düşüşe rağmen üretim maliyetlerinde artış yarattı ve ihracatta fiyat kırmaya çok izin vermedi. İkinci bir neden de üretim kapasitesi kısıtları: Kimi ek mekanizmalarla görece “rekabetçi” olabilecek sektörlerde yeni yatırım yapılmaması nedeniyle üretim kapasitesinin sınırlı olması ihracatta sıçrama yapılmasına olanak tanımıyor. Toplam ihracat 2018 yılında yüzde 7,7, 2019 yılında ise yüzde 2,1 artarken “rekabetçi kur”un esas çalışması beklenen imalat sanayi artışı da 2018 yılında yüzde 7,7, 2019 yılında ise yüzde 2,4 oldu. Söz konusu artışlar da rekabetçi olması beklenen tekstil, giyim, otomotiv gibi ana ihracatçı sektörlerde kalıcı bir sıçramadan kaynaklanmadı. Petrol fiyatlarındaki artışa bağlı olarak kimya başta olmak üzere petrole dayalı girdi kullanan sektörlerdeki fiyat artışları daha fazla etkili oldu. 

Özetle Albayrak’ın rekabetçi kur önermesi kısa vadede gerçekçi görünmüyor. Emekgücü maliyetlerindeki ve diğer yerli girdilerdeki düşüş nedeniyle rekabetçi olunması mümkün tek sektör turizmde de zaten pandemi koşulları nedeniyle bu “fırsat”ın değerlendirilmesi mümkün değil. 

Pandemi sürecinin başında bel bağlanan Çin tedarik zincirlerinin Türkiye’ye kayması beklentisinin gerçekleşme ihtimali de düşük görünüyor. Bir neden çok açık ki pandeminin kontrolü başta olmak üzere Çin’in durumunun dünyanın kalanından iyi olması. Ayrıca dünya kapitalizminin orta-uzun vadeli yönelimleri içinde tedarik zincirlerinin dönüşümü önemli bir tartışma olmakla birlikte kısa vadede büyük kaymalar yapısal nedenlerle zaten güç. 

Albayrak’ın ‘yeni ekonomik modeli’

Albayrak, siyasi iktidarın diğer temsilcileri gibi “milli”, “bağımsız”, üretim ve istihdam öncelikli yeni ekonomi modeli söylemini liberal politikaların ve dış güçlerle işbirliği içindeki faiz lobisinin çöktüğü türü değerlendirmelerle süslüyor. AKP’nin uzun yıllar mimarı ve uygulayıcısı olduğu politikaların çöktüğünün ilan edilmesinde bir siyasi ikiyüzlülük olmakla birlikte bir sahici yön değişikliğinin verdiği rahatlık da bulunuyor. İktidar “faiz lobisi”ne karşı “üretim ekonomisi”ni savunurken düzen muhalefeti de “Saray rejimi”nin keyfiyeti, “rant ekonomisi”ne karşı “üretim ekonomisi”ni savunuyor. “Üretim ekonomisi” Türkiye kapitalizminin yaşadığı tıkanıklığı sermaye adını aşmaya yönelik arayışların genel ifadesi haline gelmiş durumda, düzenin bekası adına sahici bir arayış olduğu söylenebilir. “Üretim ekonomisi” hiç kuşkusuz çağrıştırdığı kadar olumlu anlamlar içermiyor, sermayeye sömürüyü genişletmek üzere yeni olanakların sunma arayışlarının özet bir ifadesi. 

AKP’den CHP’ye çöken liberal politikalar tezinin bu kadar rahat kullanılması dünyadaki rüzgarlarla yakından ilgili. Ancak aynı zamanda Türkiye’nin içinden geçtiği krizde devletin sermayeyi kurtarma rolünü uygulamasını kolaylaştırma ve bu bağlamda kamunun ekonomi içinde artan ağırlığını, sermayeden devraldığı borç yükünü meşrulaştırma ihtiyacı da belirleyici.