Bir katliamın yıldönümü: Hillsborough ve Leppings Lane

Hillsborough, kapitalizmin ve Thatcherizmin yarattığı bir yıkım döneminin en trajik halkalarından biriydi. 96 futbolseverin öldüğü bu can pazarını yaratanlar şimdi yoklar ancak düşünceleri iktidarda.

İsmail Sarp Aykurt

Başlı başına bir katliam ve trajedi! Ama bir bilinmeyen, müdahale edilemeyen olaylar zincirinin son halkası değil, Hillsborough Faciası. 

Bir futbol trajedisinin, ardı arkası kesilmeyen ihmaller içerisinde, insanların Thatcherizmin sıkışmışlığında ölmeye bırakıldığı, bir serbest piyasa düzenininin getirdiğidir yaşananlar...

Tek bir örnek ya da bağımsız bir olay da değildir.

Uzun adıyla Football Association Challenge Cup, bildiğimiz ismiyle FA Cup’ın tarihi 1871’de başlar. Ancak kupanın tarihsel rotasındaki en keskin sapma, bir facia ile gelmiştir. Britanya’nın en köklü turnuvası, 1988-89 yılında yine ve yeni sahibini arıyordur.

İlk aşamalardan sıyrılarak, rakiplerini alt ederek gelen iki tarihi kulüp, Liverpool ile Nottingham Forest, yarı finalde birbirlerine rakip olmanın tipik coşkusu içerisindedirler.

Kısalan mesafeler, kaybolan hayatlar arasında

Tarih, 15 Nisan 1989’dur. O dönemlerde yarı final maçları tarafsız sahada oynanmakta, bu kez adres İngiltere’nin kuzeyine, Sheffield’ın Hillsborough Stadyumu’na işaret etmektedir. 

Biletlerin günler öncesinden tükendiği, bileti olmayanların maça gelmemelerinin salık verildiği ve Liverpool taraftarlarının heyecandan tir tir titrediği anlardan birisidir bugün.

Keza, bilet edinemeyen sayısız Liverpool taraftarı maçın olduğu stadyuma gelmiş, ancak Liverpool taraftarına ayrılan yer, stadın kapasite açısından en dar tribünü olan “Leppings Lane” olmuştur. Nottingham Forest taraftarları için ise adres, “Spion Kop” tribünüdür.

Akademisyen Ian Taylor, bir çalışmasında Leppings Lane’den söz ederken, oranın ve genel olarak o dönemdeki stadyumların takım taraftarlarını kontrol etme amacıyla yapılan, “fiziki nezaret alanları” olduğundan bahseder. 

İnşa ve tarz biçimi bunu yansıtırken, kitlesel kargaşa ve panik anlarında kaçılacak bir “kaçış rampası” olmayan, bir nevi hapishanedir adeta tribünler... Seyirci güvenliği, daha önce yaşanan onca şeye ve  konuya dair ortaya konan raporlara rağmen görmezden gelinmiştir.

Maçın başlangıçı yaklaşınca ciddi sayıdaki Liverpool taraftarı, Yorkshire emniyetinin bilinçsizce ve plansızca, turnikelerin de yetersiz kalmasıyla açtığı acil çıkış kapılarından birine yönlendirilir.

Liverpool taraftarları buradan içeri girerken, önemli bir kısım da sıkışıklığın olduğu ana tünele yönelince panik ve izdiham başlar.

Leppings Lane’de yer alan taraftarlar yukarıdan gelenlerin de basıncıyla balkonlardan düşer, alt tribünde kalanlar ise ezilmeye başlarlar. Üst kısımdaki West Stand tribününde bulunanlar alttakilere ellerini uzatırlar ancak ortada ciddi bir can pazarı hâli vardır. 

Tel örgüler de dayanamamış, hakem durumu fark edip maçı henüz 6. dakikasında durdurup bu faciayı canlı canlı izlemek zorunda kalmıştır.

Siren, futbol, çığlık sesleri karışık bir kakofoni ile kulaklarda çınlarkan, yaralılara yardımcı olmaya çalışanlar, “Liverpool taraftarlarının Nottingham Forest tribünlerine yönelebileceği kaygısıyla” güvenlik güçlerince engellenmeye çalışılır.

Gerçi ambulansların ve önlemlerin yetersizliği zaten açıktır. Hillsborough Stadyumu tam  96 kişiye mezar olur. 

Leppings Lane ile Spion Kop’un arası yaşam ile ölüm çizgisi gibidir, ipince...

Sheffield taraftarları için kutsal olan yer, Hillsborough, artık bir acı yük olarak omuzlardadır.

Katliamdan sonra: Sıra katliamın meşrulaştırılmasında!

İngiliz futbolseverler için yaşanan bu korkunç ve tarifsiz acı yerini dayanışmaya bırakır. Hillsborough’dan bir süre sonra, ezeli rakipler ve aynı kentin farklı renkleri olan Liverpool-Everton taraftarları bir insan zinciri oluştururlar. Tüm kulüpler dayanışmadadır.

Dönemin tarifsiz acısını tanıdık bir isim de derinden yaşamıştır. Liverpool’un efsanevi oyuncusu, şimdiki Glasgow Rangers teknik direktörü Steven Gerrard 10 yaşındaki kuzeni ve katliamın en küçük kurbanı Jon-Paul Gilhooley’i yitirir. Gerrard onu hep anımsayacaktır:

“İlk maçımda onun beni izlediğini düşünerek oynadım. İkimizin hayalini gerçekleştirmiştim. Bunu daha önce kimseye söylemedim, evet her zaman Jon-Paul için oynuyorum." 

Olaydan hemen sonra devreye özelleştirme aşığı, sağ popülist ve “Tory”, Thatcher devreye girer ve stadyumda incelemeler yapıp, bilgi alır. Aldığı bilgilerle “kurulan düzenekte”, Liverpool taraftarlarının alkolikliği, ölen taraftarlarının cüzdanlarının diğer taraftarlarca çalındığı ve taraftarların görevini yapan polislerin üzerlerine işedikleri gibi gerçek dışı şeyler İngiliz The Sun gazetsinde yayımlanır. 

Thatcherizm, onun saçma “law and order”ları ve ana akım medya en iyi bildiği şeyi yapmıştır!

O dönemki FA Cup’ı kazanan ise Liverpool olur. Liverpool tarihindeki en acı veren kupa zaferidir bu. Ancak henüz dosya kapanmamıştır ve Hillsborough olayı bir hukuk meselesi hâlini alır. 

Liverpool cephesi olayı unutturmaya niyetli değildir ve artık her 15 Nisan haftasında açılacak olan “Justice for the 96” (96 kişi için adalet) pankartları adalet arayışındadır. 

Taylor Raporları ve facialar on yılı

Hukuki takip, “Taylor Raporları” ile başka bir yola girer. İlk raporda açıklanan facianın sebepleri, facianın facia değil, aslında katliam olduğunu ortaya koyar. Polisin ihmalkârlığı ve görevi yerine getirmemesi, turnikesiz kapıların açılarak olaya davetiye çıkarılması, taraftarların başıboş bırakılması gibi kusurlar ortaya çıkartılır. 

Rapor ayrıca tel örgüler ve koltuklandırma önerileri de sunar. Ancak raporların yetkililerce hemen kabulü, ardından stadyumların Thatcherist bir aceleyle dönüşüme uğratılmaya çalışılması, taraftarlığın baskılanması, endüstriyelleşme için bir fırsata dönüştürülür. Olayı sadece bir “modernleşme” sorununa bağlayan kasıtlı girişimler de tribünlerin dönüşümünde kullanılan iyi malzemelerdir.

Adeta bir kafes içerisinde ölen insanların canı, futbol kapitalizmine can kattığı müddetçe anlamlıdır!

Thatcherizmin ilk vukuatı değildir bu. Keza, tesadüf hiç değildir.

Akademisyen Ian Taylor, o dönemde meydana gelen olayları sıraladığı yazısında, İngiltere’de 1979’dan beri yaşanan katliamları konu edinir. 

1985’te 57 insanın öldüğü Bradford Yangını, 1987’de 188 insanın öldüğü Zeebrugge feribot kazası, yine 1987’de yaşanan ve 31 kişinin öldüğü metro durağı yangını, 1988’de petrol arama platformundaki patlamada ölen 167 işçi ya da sonra gerçekleşen iki tren kazasında ölen toplam 37 kişi ile devam eden süreçte yaşanan uçak kazası vb. eklendiğinde 1989’daki Hillsborough’un tesadüfen değil, serbest piyasa ve Thatcherizm’in yarattığı periyodun rasyonel bir sonucu olduğu görülecektir.

O dönemde Sosyalist İşçi Partisi tarafından hazırlanan ve şehirlerde dağıtılan bir afiş ise durumu özetlemektedir. Görselde Hillsborough tribünün darmadağın olmuş dikenli telleri önünde yıkılmış hâlde yapayalnız oturmuş bir Liverpool taraftarı gözükür:

“Thatcherizm: Facialar On yılı” metniyle birlikte...

Conn’un çabası, The Sun’un utanmazlığı, polisin yolsuzluğu

Olayın perde arkasının ortaya çıkarılması için harcanan vakit uzadıkça uzar. 10 yaşında ölen Gerrard’ın kuzenine dahi alkol testi yapacak kadar pervasızlaşan iktidar, “FIFA Skandalı” kitabı ile de bilinen Guardian yazarı David Conn’un 2016’da yapmış olduğu bir çalışma ile yeniden topa tutulur.

Conn, haklıdır ve katliam öncesinde meydana gelen çoklu yetersizlik, örgütlü ihmalkâlık süreçlerinden bahsederek, “alkollü taraftar” yalanı için çöplerin dahi karıştırıldığını anlatır.

Aslında vaziyet de sorumlular da bellidir.

Yalancı The Sun bile 23 sene sonra itirafta bulunur. Bu kez manşette “Truth” değil, “Real Truth” (Asıl gerçek) yazılıdır.

Bir süre sonra açığa çıkan başka bir gerçek ise maçın başlamasına 10 dakika kala iptalinin gündeme gelmiş olmasına rağmen stadyumdaki polis yetkilisi David Duckenfield’ın bunu reddetmesidir. 

Lepping Lane o gün bir toplu mezar hâline el birliğiyle getirilmiştir.

Hillsborough Katliamı, trajik bir “kapitalist cinayet” olarak tarihe geçer.

Liverpool taraftarı ise Margaret Thatcher’ı hiç unutmaz.

Pankartlarında onu anarak şu notu düşerler, Thatcher öldüğünde:

“Yalan söylediğinde umursamadın; ölmen de bizim umrumuzda değil”...