Bir başka gelenek: Sovyet savaş edebiyatı

Sovyet edebiyatının o güne kadarki ilerici birikimi ve kurucu karakteri tüm gücünü faşizmin yok edilmesine yöneltti. SSCB’deki tüm sanat üretimi, tıpkı diğer tüm insani faaliyetler gibi savaşın gereklilikleri doğrultusunda seferber edildi. Sovyet yazarlarının tümü pek çok açıdan savaşa destek sunmak için gönüllü oldu, Sovyet yurttaşlarıyla aynı tehlikeye atıldı.

Kaya Tokmakçıoğlu

"Huzursuz bir zamanda yaşıyoruz. Yeryüzünde savaş isteyecek tek ülke yoktur. Oysa, ulusları savaş alevlerine iten güçler var. İkinci Dünya Savaşı’nın sınırsız yangınından arta kalan küllerin yazarların yüreğini dağlamaması hiç olur mu?

Namuslu yazarın, insanlığı kendi kendini yok etmeye mahkûm etmek isteyenlerin karşısına dikilmemesi hiç olur mu?

Şu halde, kendini karşıt güçlerin çarpışmasının üstünde Olimpos’a yükselmiş ve insanların acılarına kayıtsız bir tanrı gibi değil de, halkın oğlu olarak, insanlığın ufacık bir birimi olarak gören sanatçının ödevi ve görevleri nedir?

Okuyucuya namuslu söz söylemek, halka doğruyu anlatmak – gerçeği anlatırken kimi zaman sert ama her zaman yürekli olmak, insanların yüreğine gelecek adına, kendi güçleri adına, geleceği biçimlemekteki yetenekleri adına güçlü inanç salmak. Bütün dünyada barış için mücadele etmek ve yazdıkları kanalıyla yazılarının ulaşabildiği her yerde barış savaşçıları yetiştirmek, insanları, ilerlemek için duydukları soylu ve doğal isteklerinde birleştirmek."

Mihail Şolohov 1965 yılındaki Nobel ödül töreninde yaptığı konuşmada, üzerinden yirmi yıl geçmiş olmasına karşın II. Dünya Savaşı’nın etkilerinin hâlâ hissedildiğini dile getiriyordu. 20. yüzyıla Büyük Ekim Devrimi’ni armağan eden Sovyetler, devrim sonrası yaşadıkları iç savaştan sonra sosyalizmin inşasına koyuldular ve çok geçmeden kapitalist-emperyalist sistemin karşı saldırısına maruz kaldılar. Sovyet halklarının belleğinde silinmez izler bırakan savaş, kendisinden sonraki Sovyet tarihini de doğrudan etkiledi. Naziler’in Sovyetler Birliği’ni istilası sosyalizmin inşası sürecindeki bir ülkenin edebiyatında köklü değişikliklerin gerçekleşmesine yol açtı. Sovyet edebiyatının o güne kadarki ilerici birikimi ve kurucu karakteri tüm gücünü faşizmin yok edilmesine yöneltti. SSCB’deki tüm sanat üretimi, tıpkı diğer tüm insani faaliyetler gibi savaşın gereklilikleri doğrultusunda seferber edildi. Sovyet yazarları kamuoyu önünde zafere olan inançlarını ve bağlılıklarını ilan ettiler. Yazarların söz konusu bağlılığını Aleksey Tolstoy’un dönemin basınına verdiği bir demeç çok iyi özetler:

"Rus insanının karakteristik bir özelliği vardır. Yaşamın zor anlarında ve sıkıntılı dönemlerde, gündelik hayatını oluşturan, alıştığı şeylerden kolayca vazgeçer. Hepimizin olduğu gibi, sıradan biri olarak yaşayıp ölebilecekken, bir kahraman olmaya yazgılıdır Rus insanı ve sonunda kahramana dönüşür. Bu onun için fazlasıyla doğaldır. İşte bu benim ülkem, memleketim, anayurdum. Hayatımda seni sevmekten daha sıcak, derin ve kutsal bir duygu bilmiyorum."

Anayurt için seferber olan Sovyet yazarları 

Sovyet yazarlarının tümü pek çok açıdan savaşa destek sunmak için gönüllü olurlar. Kimileri orduya yazılır, kimileri parti üyesi olarak halkı örgütleme görevini üstlenir; pek çoğu savaş muhabiri olarak günlük gazeteler için çalışırken, bir bölümü Kızıl Ordu’da aktif olarak görev alır. Savaşa katılan tüm Sovyet yurttaşlarıyla aynı tehlikeye atılırlar. İçlerinden ünlü mizah yazarı Yevgeni Petrov’la oyun yazarı Aleksandr Afinogenov öldürülürken, şair Yosif Utkin ciddi şekilde yaralanır. Öte yandan her bir yazar, yazar olarak savaşı yansıtmanın sorumluluğuyla cepheye geldiğinin de bilincindedir. Siperlerdeki hiçbir boş ânı kaçırmaz ve defterlerine kısa betimlemelerle savaş süresince olan biteni not ederler. Askerlerden savaşın gidişatına dair bilgi alırlarken, Naziler’den kurtarılan bölgelerde sivil halkla röportajlar gerçekleştirirler.
Savaşın doğrudan görgü tanıklığı ya da savaşın gerçek yansımalarını veri alarak kurgulanmış öyküler Sovyetler Birliği’nde savaş sonrası üretilen edebiyatın temelini oluşturur. Söz konusu yapıtların milyonlarca adet kopyası gazeteler, dergiler ve özel olarak hazırlanmış broşürler aracılığıyla okurla buluşur. Odessa, Sivastopol, Leningrad ya da Stalingrad zaferlerine dair sayısız tanıklık pek çok deneme, kısa öykü, oyun ve şiir için malzeme sunar. Roman türündeyse daha çok savaş sonrasında ürün verilecek, bunda da cephedeki yazarların uzun soluklu yazma pratiklerinin sekteye uğraması rol oynayacaktır.

Tüm Sovyet yazarları ve sanatçıları savaşın başlamasıyla birlikte halka destek vermeye çağrılırlar. Savaşa gerek cepheye katılarak gerekse alanlarında üreterek katılacaklarına dair karar, Sovyet Yazarlar Birliği’nin toplantısında alınır. Anayurdun düşmanlarına karşı, tüm yeteneği, gücü ve deneyimini kullanmaya hazır Sovyet yazarları Sovyet halkına da moral verirler. Her bir yazar hem anayurdu koruyan bir asker hem de halkından sorumlu bir sanatçı olarak kendini tanımlar. Savaş boyunca Sovyet halklarının yaşadıkları acılarla savaşın bitmesiyle elde edilen zafer sevincini paylaşan binden fazla şair ve yazar, savaş muhabiri olarak orduya katılır. İçlerinde Mihail Şolohov, İlya Ehrenburg, Nikolay Tihonov, Aleksandr Fadeyev, Yevgeni Petrov, Aleksandr Bek, Andrey Platonov, Vitali Zakrutkin, Vsevolod Vişnevski ve Aleksey Surkov da yer almaktadır. Cepheye giden yazarlar askerlerle birlikte geçirdikleri aylar sonucunda Sovyet halklarının yaşamını daha derinden kavramaya başlarlar. Bununla birlikte II. Dünya Savaşı, edebiyata yeni temalar ve bu temalar etrafında üreten pek çok genç yazar kazandırır. Bunların arasında daha sonra “savaş nesri” olarak adlandırılacak türün önemli üyelerinden Vasil Bıkov, Grigori Baklanov, Viktor Astafyev, Anatoli Ananyev, Konstantin Vorobyov ve Vladimir Bogomolov gibi genç askerler de bulunmaktadır.

Savaşın başlarındaki yenilgilerden dolayı halkın umudunu kaybetmemesi için art arda yazılar kaleme Vasili Grossman, İlya Ehrenburg, Mihail Şolohov ve Andrey Platonov ise savaş muhabiri olarak görevlendirilenler arasındadır. Ehrenburg ne kadar yoğun bir biçimde çalıştıklarını anılarında anlatmaktadır:

"Başkaları gibi ben de kaygılı idim. Ömrümde hiçbir zaman böylesine çok çalışmamıştım, günde üç dört makale yazıyordum. Lavrişenski Sokağı’ndaki evimde oturuyor, yazı makinemi tıkırdatıyordum. Akşama ‘Kızıl Yıldız’ gazetesine gidiyor, gazeteye makale yazıyor, Almanca vesikaları, Alman radyolarından alınan haberleri okuyor, yaklaşan zaferimizi ispat etmeye çalışıyordum. O zamanlar ne benim için ne de yurttaşlarım için başka çıkar yol yoktu."1

Sovyet savaş edebiyatı geleneği

Büyük Anayurt Savunması sadece Sovyetler Birliği açısından değil, yüzünü sosyalizme dönmüş ve bunun için mücadele eden, dolayısıyla işçilerin iktidarının Sovyetler Birliği’nde yıkılmamasının ne kadar hayati olduğunu kavramış dünya halkları açısından da çok önemliydi. Sovyet halklarına yalnız olmadıklarını hissettirmek için çaba gösteren şair, yazar, gazeteci ve besteciler savaş boyunca halkların ihtiyacı olan güveni ve inancı yarattıkları yapıtlarla ortaya koymaya çalıştılar. Milyonlarla ifade edilen kayıplar, yıkılan şehirler, yerlerinden edilmiş aileler, savaşın Sovyet halkları üzerindeki tahribatlarından sadece birkaçını oluşturur. Kurmaca ve kurmaca olmayan Sovyet edebiyatı savaşın yarattığı yıkımın kaydını tutarken geçmişteki savaş edebiyatı geleneğinden beslenmiştir. Söz konusu gelenek en yetkin ifadelerini Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı ile Sivastopol Öyküleri’nde bulur. Savaşın korkunç gerçekliğini vurgulayan Tolstoy, ölüme yazgılı bu mücadelenin “insancıl” ögelerini asla yok saymaz. Ülkesinden ve kahramanlarından gurur duyarken, düşmanını “anlamaya” çalışır. Savaş sonrasında üretilen Sovyet edebiyatının pek çok örneği bu geleneğin sürdürücüsü niteliğindedir. Gerçek insanların fedakârca davranışlarına, tarihsel olayların yansımalarına dayalı belgesel nitelikteki yapıtlar, halkın kahramanlığını överken siper yaşamının sert yönlerini Tolstoy’un aydınlattığı savaş karşıtı gelenekle yansıtır.

Boris Vasilyev’in Sakindi Oranın Şafakları, savaş dönemini ele alan romanlar açısından öne çıkanlar arasındadır. Öykü, kadınlardan oluşan bir asker taburu hakkındaki gerçek olaylara dayanmaktadır. Vasilyev, önemli bir savaşa ya da özellikle tarihî bir kahramanlık eylemine değil, kadın askerlerin cesaretine odaklanmayı tercih eder. Çavuş Vaskov, taburlarının yakınında Almanlar’ın olduğundan şüphelenmektedir. Yanına aldığı beş genç kadın askerle, cephe hattında oldukça uzak bir demiryolu istasyonunda sayıca kendilerinden üç kat büyük bir Nazi birliğine karşı amansız bir mücadeleye girişir. Hikâyedeki mizah, desteksiz ve sayıca az kalan taburun imkânsıza yakın bir görevi yerine getirmesiyle yön değiştirecektir. Vasilyev’in bir başka önemli yapıtı da olayların henüz savaşın başlangıcında geçtiği, Türkçe'ye Bu Toprak Onları Unutmaz olarak kazandırılan romanıdır. Genç bir teğmen olan Nikolay Pluşnikov, savaş başlamadan önce Brest Kalesi’ne gönderilir. Kale, 1941’de Naziler’in Sovyetler Birliği’ni istila etmesiyle savunma hattının en önemli noktalarından biri haline gelir. Sovyetler’in faşizmi yenilgiye uğratacak olmalarının ilk tohumlarını eken kale düşmez, yara alır. Vasilyev romana yazdığı sonsözde kalenin ve onu savunanların önemini vurgular:

"Tarihçiler destanlardan pek hoşlanmazlar, ama size mutlaka tam on ay boyunca, 1942 Nisanı'na değin kaleyi inatla savunan adı belirsiz direnişçiden de söz edeceklerdir. Bir yıla yakın bir zaman savaştı. Tam bir yıl, kimse bilmeden, ne bir yoldaş, ne de emir alacak bir üst olmadan, erzaksız, malzemesiz... Adını ve rütbesini öğrenemedik. Bir Rus askeriydi."2

Bir Konstantin Simonov üçlemesi olan Yaşayanlar ve Ölüler adını üçlemenin ilk romanından almaktadır. Simonov her ne kadar karakterleri değiştirmiş olsa da hikâye gerçek kişiler üzerine kurulmuş ve her bir roman tarihsel olaylara referansla yazılmıştır. Hikâye silsilesi 1941’den 1944’e kadar dört yıllık savaş boyunca uzanırken, üçleme savaşın kronolojisiyle uyumlu bir biçimde ilerlemektedir. Aleksandr Stolper’in 1964’te sinemaya uyarladığı üçlemenin ilk romanı savaşın başlangıcına odaklanırken, ikincisi Stalingrad’ın son günlerini kapsar. Üçüncü romansa 22 Haziran ve 19 Ağustos 1944 tarihleri arasında Naziler’in Belarusya’dan ve Doğu Polonya’dan çıkartıldığı Bagration Harekâtı’nı ele alır.

Günümüz yazarlarından, 2015 yılında Nobel Ödülü alan Svetlana Aleksiyeviç’in Kadın Yok Savaşın Yüzünde başlıklı anlatısı yazarın diğer pek çok metni gibi çok sayıda röportajın kurgulanarak bir araya getirilmesinden oluşur. Savaşı deneyimleyen kadınlarla yaptığı onlarca söyleşiyi ajitasyona kaçmadan, kendi ifadesiyle “kadının sesi” olmaya çabalayarak okura sunar. Kadın Yok Savaşın Yüzünde’nin kadın kahramanları doktorlar, pilotlar, cephede ön saflarda savaşanlar, telefon operatörleri ve annelerdir. Yazarın ailesi açısından da Aleksiyeviç’in doğduğu 1948 yılında savaşın yaraları tazedir. Ev içinde deneyimlediklerini ve tanıklıklarını yüceltmeden okura aktaran yazar, kadın olmanın savaşta da hiç kolay olmadığının altını çizer.

Sergey Bondarçuk’un aynı adla sinemaya da uyarladığı İnsanın Yazgısı, pek çok Şolohov romanı gibi gerçek bir tanıklığa dayanır. II. Dünya Savaşı hakkında en bilinen edebi yapıtlardan biri olan bu kısa öykü, Şolohov’un avlanırken tanıştığı bir adam tarafından kendisine anlatılan bir anekdota dayanmaktadır. Yazar öyküyü yaklaşık on yıl sonra kaleme alacaktır. Öykünün ana karakteri olan tır şoförü Andrey Sokolov savaşın başlangıcında ailesinden ayrılmak zorunda kalır. Naziler tarafından yakalanır, bir toplama kampına götürülür, fakat oradan kaçmayı başarır. Karısı ve iki kızı hava saldırısında ölmüştür. Asker olan oğluysa savaşın son günü ölecektir. Başına gelen tüm bu olumsuzluklardan sonra yetim ve öksüz kalmış bir çocukla tanışan Sokolov yeni bir hayata başlayacak ve ikisi de birbirlerine destek olacaklardır.

Savaş sonrası yetişen yazarların “biz hepimiz Nekrasov’un siperlerinden çıktık” diye andıkları Viktor Nekrasov’un yapıtları ağırlıklı olarak savaştaki insanların çaresizliklerini dile getirir. Yazarın Stalingrad Siperlerinde başlıklı romanı dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan Sovyetler’in Stalingrad Zaferi’ne adanmıştır. Hikâye, otobiyografik öğeler taşımakta ve yazarın kendisine benzeyen bir teğmenin bakış açısıyla anlatılmaktadır. Teğmen Kersentsev roman boyunca, kimileri kahraman kimileri hain olan pek çok farklı karakterle karşılaşır. Savaşta aktif olarak görev almış bir yazar tarafından bitirilen ilk roman olma özelliğine sahip Stalingrad Siperlerinde, Nekrasov’un 1947’de Sovyetler Birliği Devlet Ödülü almasına aracı olacaktır.

Sovyet savaş edebiyatı, 19. yüzyıl Rus edebiyatının açtığı kaynaktan beslenir ve 20. yüzyılda üretilen diğer savaş edebiyatıyla karşılaştırıldığında benzersizdir. Kurulmakta olan yeni uygarlığın halkların elinde yükseldiği gerçeği Sovyetler’in ürettiği savaş edebiyatını farklı kılmaktadır. Savaş öncesinde onca çaba ve fedakârlıkla inşa edilmeye çalışılan sosyalizmin halkların eseri olduğundan hareket eden bu gelenek, Naziler eliyle sosyalizmi yıkmaya çalışan emperyalizme karşı verilen savaşın da bir halk savaşı olduğu gerçeğini göz ardı etmez. Sadece Kızıl Ordu değil, tüm Sovyet halkları işgalcilere karşı savaşmakta ve kendi elleriyle inşa ettiklerini korumaya çabalamaktadır. Sovyet savaş edebiyatı da açık bir biçimde savaşın bu özelliğini yansıtmaktadır. Stalingrad, Leningrad ve Sivastopol kuşatmalarında cephe ardındaki işçilerin harcadığı sınırsız emek ve tüm sivil halkın gösterdiği cesaret pek çok halk şarkısı ve öyküde yankılanırken, Sovyetler’in açtığı edebi gelenekten yeni bir enternasyonalizm doğmaktadır. Sovyet halklarının büyük insanlık uğruna verdikleri ölüm kalım savaşı, eşitlik ve özgürlüğü arzulayan tüm insanlığın mücadelesinde yaşamaktadır. Şair Nikolay Aseyev “İnsanlık Bizimle” başlıklı şiirinde söz konusu bu mücadeleyi vurgulamaktadır:

"Bugün omuzlarınızda
Yeryüzünün yazgısını taşımaktasınız,
Adalet yolunuzu döşemeli,
Hakikat yeniden doğmalı.

Çünkü ardınızda bir duvar gibi
Koca insanlık durmakta,
İnsanlık siz nasıl yürürseniz
O şekilde heyecanlanır ve etkilenir,
İnsanlık, öfkeyle yükselmekte,
Alev ve har üflemekte."


 

  • 1. İlya Ehrenburg, İnsanlar, Yıllar, Hayatlar, Altın Kitaplar, çev.: Hasan Ali Ediz, 1968, s. 215.
  • 2. Boris Vasilyev, Bu Toprak Onları Unutmaz, Ceylan Yayınları, çev.: Fatih Erdoğan, 2009 (2. baskı), s. 235.