'Bahçelievler Katliamı tarihsel bir aynadır'

'Bahçelievler Katliamı faşist hareketin içyüzünü, 12 Eylül darbesinin özünü, memleketin niçin bu durumda olduğunun özetini içeren / sergileyen tarihsel bir aynadır. Bu aynaya baktığınızda her bir parçayı ve bu parçaların oluşturduğu bütünü, yani sermaye düzenini olanca çıplaklığıyla görürsünüz. O gece Bahçelievler’de yaşananlar tam da budur.'

Haber Merkezi

1978 yılının Eylül ayında Ankara'nın Bahçelievler semtinde TİP üyesi 7 genç insan, aralarında Haluk Kırcı'nın da bulunduğu faşist çete üyeleri tarafından işkence edilerek katledildi. Yazar-şair Ozan Özgür, Gecenin Kapıları isimli belgesel romanında katliam gecesini, katliamcı çete üyelerini, dönemin siyasal ve toplumsal yapısını okurlarla buluşturdu. Kendisine Haluk Kırcı'nın bir televizyon kanalında katliama dair yapmış olduğu konuşmaya ilişkin görüşlerini sorduk.

'Faşist cinayet şebekesinin tetik çeken ellerinden biridir Kırcı'

AKP iktidarında tarihi çarpıtmak, uydurmak, yalanla yeniden yazmak çok karşılaşılan bir durum. Bunun son örneğini Haluk Kırcı'nın bir televizyon kanalında 7 TİP üyesini katletmelerine ilişkin, tahammülü zor, açıklamalarında gördük. En sonda soracağımızı en başta sorarak başlayalım: Kimdir bu Haluk Kırcı?

Kökleri Nihal Atsız’a ve Türkçülük akımına uzanmakla birlikte Türkçülüğü İslâmcılıkla harmanlamaya çalışan; yaslandığı ideolojinin tek ve başat temsilcisi olabilmek için bir zamanlar yol arkadaşlığı yaptığı Turancıları, kurşunlamak dahil, her tür yol ve yöntemle baskılayan; yasal düzlemde siyasi bir partiye ve çeşitli derneklere sahip; hareketin beyni / kumanda merkezi parti ile vurucu silahlı gücü dernekler arasında illegal hiyerarşik mekanizmalar kuran; Mussolini’nin ve Karagömleklilerin Büyük Roma Yürüyüşü ile sonuca ulaştırdıkları yaygın teröre dayalı “ülkenin idari merkezini kuşatma / yıldırım bir baskınla ele geçirme” stratejisine benzer bir iktidar perspektifi güden; işçi sınıfı nezdinde ülkenin aydınlık geleneğine ve bu geleneğin öncü kolu olan sosyalist hareketin bariyerine toslayınca da iktidar perspektifini, “Üniformalı Gladio şebekesinin önünde duran engelleri temizlemek ve darbe sonrasında ganimetten siyasi, ideolojik, iktisadi, örgütsel, idari paylar kapmak” şeklinde güncelleyen; bu amaç doğrultusunda, sermaye sınıfının ve kapitalist-emperyalist kampın hem tarihsel hem de güncel çıkarlarını korumak için, Gladio adlı illegal Nato örgütlenmesinin kanatları ve emri altına koşan faşist bir cinayet şebekesinin tetik çeken ellerinden biridir Kırcı. Sosyal açıdan ise hayatı boyunca çalışmamış, alın teri, göz nuru nedir bilmemiş, insanlığa zırnık katkısı olmayan ve ancak efendilerinin inayeti ve koruması sayesinde bugünlere ulaşabilen ayaklı bir tufeyli abidesidir.

'Bahçelievler tarihsel bir ayna'

Haluk Kırcı, Bahçelievler’de yaşananın bir katliam olmadığını söylüyor. O gece Bahçelievler'de ne yaşandı?

1 Mayıs 1977 katliamıyla perdesi açılan ve 1980 yılının 12 Eylül şafağında doruk noktasına ulaşan süreç, burjuva siyasetinin tüm kollarının eşitlik ve özgürlük mücadelesi karşısında, sosyalizm talebi karşısında çaresiz kaldığı gerçeğinin tescillendiği ve Gladio’nun tam boy devreye sokulduğu bir terör / imha / yıkım ve kıyım sürecidir. Ülkemizin aydınlık yüzüne ve insanımıza karşı vahşi bir savaş açılmış, sermaye düzeninin devamından yana olan her unsur bu savaşın halk düşmanı cephesinde, ama dayak zoru ama gönüllü, yan yana saf tutmuştur. En iştahlı saf, Kırcı’nın da içinde yer aldığı faşist saftır. Bu saf, Gladio planının barındırdığı “darbeye zemin hazırlama” işlerinden payına düşeni üstlenmekle yetinmemiş, görevi icra esnasında, kişisel ve grupsal menfaatleri gözeten mafyatik aksiyonları, içlerinde saklı canavarları doyurmaya dönük kan dondurucu hunharlıkları, Süleyman Demirel’li ve Necmettin Erbakan’lı Milliyetçi Cephe Hükümetlerinden yadigar “devlet mekanizmasında elde edilen ayrıcalıklı konumları” koruma haydutluklarını söz konusu planın içine sokuşturma cingözlüğü de göstermiştir. Bahçelievler Katliamı işte tüm bunların ve daha nice rezilliklerin kesişim noktası; faşist hareketin içyüzünü, 12 Eylül darbesinin özünü, memleketin niçin bu durumda olduğunun özetini içeren / sergileyen tarihsel bir aynadır. Bu aynaya baktığınızda her bir parçayı ve bu parçaların oluşturduğu bütünü, yani sermaye düzenini olanca çıplaklığıyla görürsünüz. O gece Bahçelievler’de yaşananlar tam da budur. Türkiye İşçi Partili yedi gencin evine silah zoruyla girmek, ellerini arkalarından elektrik kablolarıyla bağlamak, eter koklatıp bayıltmak, ceplerindeki paraları çalmak, bedenlerini ve akıllarını işkenceye yatırmak; en nihayetinde de birini boğarak, Devlet İstatistik Enstitüsünde çalıştıkları için asıl hedef olan diğer ikisini Eskişehir yoluna götürüp başlarından, evde bekleyen diğer dördünü ise çeşitli yerlerinden kurşunlayarak “infaz etme” suretiyle bu ayna dökülmüş, sırlanmış, çerçevelenmiş ve yakın tarihin giriş kapısına asılmıştır.

'Bu tablodan yılgınlık değil cesaret çıkar'

Haluk Kırcı'nın, tam da bugün, işlediği alçakça cinayetleri insanların gözüne baka baka savunabilmesini neye bağlıyorsunuz?

Tarihsel bir ayna işlevi gördüğü için Bahçelievler Katliamının üzeri sürekli olarak örtülmeye çalışılmıştır. Ancak bugün olan başka bir şeydir. Türkiye burjuvazisi ile siyasi kollarının, özellikle de sağın, Ayasofya üzerinden simgesel zafer kutlamaları yaptığı bugünlerde aynanın üzerinin örtülmesine değil, dehşet yansımasının açığa çıkmasını sağlayacak şekilde yarı yarıya açılmasına ihtiyaç var. Burjuvazinin, kapitalizm yanlısı siyasi kolların, bilhassa da sağın kazandığı zaferle kocaman bir cehennem çukuruna dönüşen Türkiye’de bugün, odun niyetine ateşe sürülecek insandan, insanlarımızdan gayrı hiçbir şey kalmamıştır. Ülkemiz her yönüyle ve her şeyiyle talan edilmiş, sıra kitlesel halde insanlarımızı yağlı çıra demetleri olarak heba etmeye gelmiştir. Bundan kaçış imkânsızdır, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” reçetesinin koruyuculuğu mazide kalmıştır. Zaferin cehenneminde odun olmaya pandemi provası ile hazır edilmeye çalışılan büyük yığınlar artık ya yanacak ya da yakacaklardır. Öfke büyürken, enerji birikip sıkışırken, kriz çığırından çıkarken aynanın üzeri kapalı kalamaz. Patronların, sermaye diktatörlüğünün ve onlara zafer kazandıran koalisyonunun dehşet verici çarpık ifadesi tekrar ve olanca çıplaklığıyla gün ışığına çıkarılmalı, tehditkâr bir parmak olarak tüm ülkeye sallanmalıdır. Kırcı’yı ekranlara taşıyan işte bu ihtiyaçtır. Korku dağları sarmıştır. Burjuvazi ve suç ortakları, sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde aynı endişeyle kıvranmakta, kapitalizmin bekası için her yol ve yönteme başvuracaklarını beyan etme ihtiyacı duymaktadırlar. Bu tablodan yılgınlık değil cesaret çıkar. Umudu Kırcı ve türevleri olan bir rejim tükenmiştir ve yıkılıp gideceği tekmenin gelmesini beklemektedir.