Avcılık karşıtlarını 'dış güçlerin maşası' ilan ettiler ama... 'Hayvanların canı yabancılara ikram olarak sunulacak'

Avcılık Konfederasyonu Başkanı Ersin Düzyol, avcılığa ilişkin Meclis'e gelen bir düzenlemenin ardından 'Türkiye'nin üçüncü silahlı milis gücüyüz' dedi, avcılık karşıtlarını 'dış güçlerin elemanı' olmakla itham etti. Düzyol'un bu açıklamaları ve yabancılara Türkiye'de ücretsiz avlanma izni verilmesini HAYTAP Ankara Temsilcisi Pelin Sayılgan ile konuştuk

Haber Merkezi

"Türkiye'nin üçüncü silahlı milis gücüyüz" diyen Avcılık Konfederasyonu Başkanı Ersin Düzyol, avcılık karşıtlarını "dış güçlerden besleniyorlar", "teröristler" gibi ifadelerle hedef aldı.

Düzyol'un hedef aldığı isimlerden olan HAYTAP Ankara Temsilcisi Pelin Sayılgan, hem Meclis'teki avcılık düzenlemesi hem de bir köpeğin araçla ezilmesine ilişkin görüntüler sonrası yeniden gündeme gelen hayvana şiddet düzenlemesi hazırlıklarına ilişkin soL'un sorularını yanıtladı.

‘Tabii ki destekliyoruz ama…’

Meclis'te 'Merkez Av Komisyonu'nun yapısını değiştiren bir düzenleme görüşülüyor ve bazı önemli maddeler kabul edildi. Bu düzenlemeye ilişkin neler söylersiniz, neler getiriyor?

1/7/2003 tarihli ve 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun 3’üncü maddesinde bir değişiklik yapıldı. Mevcut kanuna göre 21 kişiden oluşan bir av komisyonu var. Düzenlemeyle bu komisyonun üye sayısı 25’e çıkarıldı ve sivil toplum örgütlerinden 3 kişi ve 1 tane de biyolog eklendi. Korunması gereken hayvanları, avlanmasına izin verilen av hayvanlarının avının başlama ve bitiş tarihlerini, avlanma günlerini ve zamanını, avlanma miktarlarını (bir av günü için avcı başına avlanma miktarları), avlanmada kullanılan araç gereçleri belirleyen, avlak alanlarını ava kapatan ya da açan, bazı türlerin avını yasaklamakla yükümlü olan bu komisyon şimdiye kadar tamamen avcıların isteği doğrultusunda bilime tamamen aykırı, keyfî, ekosistemi katleden kararlar alıyordu. Şimdi sivil toplum kuruluşlarının, doğa derneklerinin, uzman kişilerin katılımıyla işleri bir nebze zorlaşacak. Bu madde değişikliği olumlu bir gelişme tabii ki, destekliyoruz, lakin bu desteğimizin avcılığı meşrulaştırdığı düşünülmesin. Avcılık denen barbarlığın yeryüzünden silinmesi için mücadelemiz sürecek.

‘Yabancı misafirlere hayvanların canı ikram olarak sunuluyor’

Komisyon görüşmelerinde 15’inci maddeden sonra gelmek üzere  yeni bir madde ihdas edildi. 4915 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi “Bilimsel yönden tabiata ve türlerine zararlı olan hayvanların bu Kanun gereğince görevliler veya avcılar tarafından avlanması ile avlanma izin ücreti ve avlanma ücreti alınmayacak diğer kişilere ilişkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelikle belirlenir.” şeklinde değiştirildi. Buna göre, bazı hayvanların bilimsel yönden araştırılması, insana veya mala zarar verenlerin avlatılması, diplomatlar, uluslararası kuruluş temsilcileri veya Devlet misafirleri gibi üst düzey temsilcilere gerektiğinde ücretsiz av yaptırabilmesine yönelik düzenleme yapılması amaçlanmakta. Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğünün görevi bu ülkenin yaban hayvanlarının hayatını korumak, yabancı misafirlere bu hayvanların canını almayı ikram olarak sunmak olmamalı. Etik olarak, başka bir canlının hayatı üzerinde bizim söz hakkımız yok. Kendimizi doğanın efendisi gibi gördüğümüz insan merkezli bu yaklaşımımızdan artık vazgeçmeliyiz, zira bu insan merkezli düşünce bu gidişle insanlığı da yok edecek.

‘Avlanma nedeniyle birçok hayvanın nesli tükenme noktasına geldi’


Türkiye'de avcılık deyince nasıl bir tablodan söz ediyoruz? Buna ilişkin neler söylersiniz?

Maalesef avlanma sebebiyle ülkemizde birçok hayvanın nesli tükenme noktasına geldi. Geçtiğimiz sene elmabaş patka ve üveyiklerin avlanmasının yasaklanması için Doğader’in başını çektiği 19 dernekle bir kampanya yapmış, avlanma gün sayısını ve kotasını düşürtebilmiştik. Bu noktada ODTÜ biyolojik bilimler bölümünde araştırma görevlisi ve ekoloji uzmanı İbrahim Kaan Özgencil’in çalışmasından bazı istatistikleri sizlerle paylaşmak isterim:

“Elmabaş patka ülkemizde az sayıda ve lokal olarak üreyen bir türdür. Türün üreyen popülasyonu 2004 yılında yapılan bir değerlendirmede 2500-3500 çift arası tahmin edilmiştir. Yapılan en güncel tahminlere göre ise ülkemizdeki üreyen popülasyon 500-1000 çift arasına kadar gerilemiştir ve 2000-2012 yıllarındaki net değişim %70-89 azalma yönündedir. Çok daha büyük olan ve daha geniş bir alanda görülen kışlama popülasyonunun ise 2004 yılında 50.000-280.000 arasında bir büyüklüğe sahip olduğu tahmin edilirken bu sayı en son yapılan güncellemelerde 38.620-93.480 birey arasına gerilemiştir ve bu da %23-53 arası bir azalmaya tekabül etmektedir. Ülkemizde yapılan kış ortası su kuşu sayımlarının sonuçlarına göre ülkemizde tespit edilen toplam elmabaş patka sayısı artıyor gibi görünse de bunun sebebinin zaman içinde sayılan alanlarının sayısındaki artması olabileceği ve sayılan alan başına düşen elmabaş patka sayısının ciddi bir düşüş trendinde olduğu görülmüştür.

Elmabaş patka, Türkiye’nin kapsama alanında olduğu fakat taraf olmadığı Afrika ve Avrasya Göçmen Su Kuşları Koruma Sözleşmesi’nin (AEWA) 7.verisyonunun 2.ekine, Avrupa Birliği Kuş Direktifi’nin 2. ekine ve Vahşi Göçebe Hayvan Türlerinin Koruması Anlaşması (CMS) ya da Bonn Anlaşması’nın 2. ekine göre, bu anlaşmalara taraf olan tüm ülkelerde koruma altındadır. Tür, ayrıca, Uluslararası Doğayı Koruma Birliği tarafından (IUCN) 2015 yılından bu yana Hassas (VU) kategorisinde Kırmızı Liste’ye dahil edilmektedir. Türkiye’de 2004 yılında yapılan ulusal Kırmızı Liste değerlendirmesinde ise tür o zamanki üreyen ve kışlayan popülasyonlar görece stabil olduğu için Asgari Endişe (LC) kategorisinde listelenmiştir fakat daha sonra yapılan araştırmalarda türün ülkemizdeki popülasyonlarının keskin bir düşüşte olduğu görülmüştür. Elmabaş patka ülkemizde koruma altında değildir ve Milli Av Komitesi tarafından 2018 yılında alınan karara göre, 2018-2019 av sezonunda, ekim ve mart ayları arasında, bir av gününde, bir avcının 6 bireye kadar elmabaş patka kadar vurmasına izin verilmiştir.

‘Üveyik popülasyonu son 15 yılda yüzde 67 azaldı’

Üveyik için 2004 yılında yapılan ilk ulusal tahminlere göre Türkiye’de yaklaşık 300.000-900.000 çift üreyen birey olduğu tahmin edilmiştir. Aynı çalışma ulusal popülasyonun %1-20 arasında küçüldüğünü de tespit etmiştir. Ülkemizde yapılan en güncel çalışma olan ve 2019 yılında yayınlanan Türkiye Üreyen Kuş Atlası sonuçlarına göre ise ülkemizde üreyen üveyiklerin popülasyon büyüklüğü 113.000-301.000 çift civarındadır. 2004 ve 2019 yılı tahminlerini kıyaslayarak varacağımız sonuçlara göre üveyiğin ülkemizde popülasyonu son 15 yılda inanılmaz bir şekilde %63-67 oranında küçülmüştür.

Üveyikler, Türkiye’nin kapsama alanında olduğu fakat taraf olmadığı uluslararası anlaşmalar olan Avrupa Birliği Kuş Direktifi’nin 2. ekine ve Vahşi Göçebe Hayvan Türlerinin Koruması Anlaşması (CMS) ya da Bonn Anlaşması’nın 2.ekine göre, bu anlaşmalara taraf olan tüm ülkelerde koruma altındadır. Türkiye’de 2004 yılında yapılan Kırmızı Liste değerlendirmesinde türün ülkemizdeki yayılımı geniş olduğu ve popülasyon küçülme hızı yavaş olduğundan ötürü tür ulusal çapta Asgari Endişe (LC) olarak belirlenmiştir. Avrupa ölçeğinde ise 2015 yılı Kırmızı Liste değerlendirmesinde göre Hassas (VU) olarak belirlenmiştir. Küresel çapta ise 2012 yılına kadar yapılan tüm Kırmızı Liste değerlendirmelerinin tamamında Asgari Endişe (LC) olarak belirlenen üveyiklerin, 2015 yılında yapılan değerlendirmede çok hızlı bir popülasyon küçülmesi yaşadıkları fark edilmiş ve bu sebeple Kırmızı Liste kategorileri Hassas (VU) olarak atanmıştır. Üveyik en güncel değerlendirme olan 2016 yılı değerlendirmesine göre hala küresel çapta Hassas (VU) kategorisindedir.

Üveyikler küresel ve kıtasal çapta nesilleri ciddi şekilde tehlike olmalarına rağmen ülkemizde koruma altında değildirler. 2018 yılı Milli Av Komisyonu kararlarına göre Üreme ve yavru büyütme mevsimlerinin tamamını kapsayacak şekilde, ağustos ve ocak ayları arasında bir av gününde, bir avcının 5 taneye kadar üveyik vurması serbesttir.

‘Anayasa ihlal ediliyor’

Görüldüğü üzere ülkemiz yaban hayatının korunmasına dair birçok uluslararası sözleşmeye imza atmış fakat hayvanların nesli hızla tükenirken Merkez Av Komisyonu avlanma gün sayısını ve kotaları artırmış. Anayasa’mızın 90’ıncı maddesine göre uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir ve bu uygulamalarla resmen Anayasa ihlal edilmektedir.

Kuşların popülasyonundaki azalma doğanın dengesini birçok yönden bozmakta. Zirai mücadele için senede yaklaşık 2 milyar dolar civarında bir meblağ harcanıyor. Her yıl 8 tona yakın çinko-sülfat fare için, 350 bin ton ilaç da süne ve kımıl mücadelesi için sarf edilmekte. Bu zehir insanları ve hayvanları çok olumsuz şekilde etkiliyor. Oysaki bıldırcın, çil, keklik gibi av hayvanlarının çoğaltılmasıyla sağlıklı bir biyolojik mücadele mümkün.

‘Bu varoluş meselesi’

Avcılar av turizminin ve av malzemelerinin ekonomiye katkılarından söz ediyor her fırsatta. Hâlbuki nesli tükenen türler için bakanlığın yaptığı koruma harcamaları çok büyük meblağlar ortaya çıkarmakta. Bir örnek; adını ceylanlardan alan Ceylanpınar Ovası’nda avlanma sonucu nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan ceylanların yerine yenisini koyabilmek için ceylan üretme merkezine 2012-2017 yılları arasında 718 bin TL yatırım yapmışız, kelaynak üretme merkezi için 2 milyon 962 bin 742 TL masraf yapılmış. Avcılıktan elde edilen gelirle doğanın sağladığı yaşamsal imkânlar arasında kıyaslanamayacak bir uçurum vardır, bu sadece para meselesi değil, hem insanlar hem hayvanlar için yaşamsal bir varoluş meselesidir.

‘Mesaj kutularımız tecavüz ve ölüm tehditleriyle dolu’

"Türkiye'nin üçüncü silahlı milis gücüyüz" diyen Avcılık Konfederasyonu Başkanı Ersin Düzyol, hayvan hakları savunucularına yönelik "dış güçlerden besleniyorlar", "teröristler" gibi ifadeler kullandı. Buna ilişkin neler söylersiniz?

Bilimsel bir argümanları ve yeterlilikleri olmadığından ötürü avcılar kendilerini savunabilmek için iftiraya, tacize ve tehditlere sığınıyorlar. Avcılık karşıtı kampanyalarımızdan ötürü mesaj kutularımız tecavüz ve ölüm tehditleriyle dolu. HAYTAP’ın sayfasına bakarsanız yorumlarda da bunu çok açık görebilirsiniz. Arkalarına kanlı bir silah sanayisini almış, öldürmekten zevk alan bu insanlar, hayatını yaşatmaya adamış, eline hiç silah almamış, kurduyla, kuşuyla, toprağıyla, insanıyla ülkesini seven biz hayvan hakları savunucularını terörist olmakla suçluyor. Kendini savunma şansı olmayan bir canlıya silah doğrultan, onun hayatı hakkında söz sahibi olduğunu düşünen bu kişilerin insanları da tecavüz etmekle, öldürmekle tehdit etmesini tuhaf karşılamamak lazım.  Gülüp geçiyoruz. Bizi yıldırıp korkutacaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar, tüm canlılar için eşitlik ve yaşam hakkı mücadelemize devam edeceğiz.

‘Hayvana şiddete karşı düzenleme raflarda tozlanıyor’

Önceki gün ortaya çıkan bir görüntü yeniden hayvanlara yönelik şiddeti gündeme getirdi. Bu şiddet olaylarının bu kadar yaygın olmasının nedenlerinden biri de oldukça düşük cezalar. Bu konuda bir yasal düzenleme için de uzun zamandır mücadele veriyorsunuz. Burada gelinen noktaya ilişkin neler söylersiniz?

Sizin de söylediğiniz gibi 2004 yılından bu yana 5199 sayılı Yasa’nın değişmesi için mücadele ediyoruz. Öncelikli talebimiz, hayvana şiddetin Kabahatler Kanunu kapsamından çıkıp Ceza Kanunu kapsamına girmesi, hapis cezasının para cezasına tecil edilememesi için iki yılın üstünde verilmesi ve şiddet eyleminde bulunan kişinin siciline işlenmesi. Bugün hayvanlara tecavüz eden, işkence eden insanlar yasak yerde sigara içenle aynı cezayı yaşıyor ve bu insanlarla aynı toplum içinde yaşıyoruz, yeri geliyor, çocuklarımızı emanet ediyoruz. Madem insan merkezli düşünülüyor, şöyle söyleyelim: Hayvana şiddeti önlemediğiniz müddetçe kadına şiddeti de çocuk tecavüzlerini de önleyemezsiniz.

24’üncü Dönemde önerilerimiz kanun tasarısı şeklinde Çevre Komisyonuna gelmiş ve biz STK’lerin de büyük oranda mutabık kaldığı şekilde Komisyondan geçmişti. Araya seçimlerin girmesiyle kanun tasarısı kadük kaldı. Bu kanunun çıkarılması hususunda kararlı olunsaydı tasarı yeniletilip Genel Kurula sunulabilirdi fakat bunun yerine bir araştırma komisyonu kurulması tercih edildi. Bu eleştirilerimizi kendilerine yönelttiğimizde amaçlarının dört dörtlük bir kanun çıkarmak olduğunu ifade ettiler. Araştırma komisyonu kurulmasına tepki göstermemizin nedeni ise bu komisyonların aldığı kararların sadece tavsiye niteliğinde olması, hiçbir bağlayıcılığının olmaması. Komisyon raporu Genel Kurulun bilgisine sunuldu ve muhtemelen raflarda tozlanmakta. Aylar geçti, hâlâ yasalaşmadı. İşin içine kâr odakları girince maalesef yaşam hakkı ikinci plana atılıyor. 15 yıldır kanun değişikliği ne zaman gündeme gelse pet shoplar, atçılık lobisi, yunus parkları, köpek üretim çiftlikleri, avcılar devreye giriyor ve yasa değişikliği sekteye uğruyor. Komisyon üyelerinin samimiyetini ve hayvan sevgilerini gözlerimizle gördük. Temennimiz bu sevginin somut yansımalarını görmek, bu tavsiye kararlarının hayata geçmesi ve bir an önce kanunlaşması.