Amaç bu: Kamusal hayatı yeniden dizayn etme ve başkanlık sistemiyle uyumlaştırma

2018 Temmuz ayında yayınlanan ve 'devlet kurumlarını ve kamusal hayatı yeniden dizayn etme ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine uyumlaştırma' kararnamesi olarak görülen 703 Nolu KHK ile sanat kurumlarının kanunları ve teşkilat yapılarında da sistemsel değişiklikler yaşandı. Süreci Kültür Sanat Sen Genel Hukuk ve Toplu İş Sözleşmesi Sekreteri Deniz Özsaygı ile görüştük.

Haber Merkezi

​2020 Ocak ayında toplu işten çıkarmalarla başlayan süreçte Kültür Sanat Sen emekçilerin özellikle hukuki mücadelesinde belirleyici bir rol üstlendi. DT ve DOB'daki sürecin ana uğraklarını aktarabilir misiniz? 

İlk etapta birçoğu Devlet Tiyatroları'ndan olmak üzere 157 sanat emekçisinin işten çıkarıldığı bilgisi sendikamıza ulaştı. Daha sonrasında Güzel Sanatlara Bağlı Koro ve Topluluklar ve yine Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nden işten atmaların devam etmesi üzerine, atılan emekçilerin sayısı 350'li rakamlara ulaştı. İşten atma süreçlerinde kurumlarda tam anlamıyla eş güdüm olduğu söylenemez. Örneğin Opera'da güvenlik soruşturmasına takılan 18 kişi iken ve açtıkları dava sonucunda aldıkları yürütmeyi durdurma kararları hemen uygulanırken, Devlet Tiyatroları'nda olayın boyutu çok farklı gelişti.

Tiyatro işten atılanlardan yürütmeyi durdurma alıp tekrar dönenlerin sözleşmelerini yapmamakta ya da kısa süreli yapma konusunda intikamcı bir tutum içerisine girdi. Kimi sözleşmeyi ileri tarihli yapıp işten atıldıkları süreden bu yana gelen haklarını gasp ettiler, kimine bir aylık sözleşme yapıp teknik olarak alınan Yürütmeyi Durdurma Kararı'nı uygulamış oldular. Kimine hem geriye dönük hem de yılsonunu kapsayacak şekilde sözleşme yaptılar. Buradan hareketle bile, özellikle Devlet Tiyatroları'ndaki işten atmaların ne kadar siyasi, hatta gerekçesiz olduğu görülebilir. 

Bu durumu kanıtlar nitelikteki bir başka olay da, açılan davalarda ciddi bir aşama kaydedilmesi ve yürütmeyi durdurma kararlarının birbirinin arkasına olumlu gelmeye başlamasıyla birlikte, Devlet Tiyatroları'nın YD kabul alanları arayıp "davalarından vazgeçip karşı vekâlet ücretlerini ödemeleri koşuluyla işe tekrar alınacaklarını ve sözleşmelerinin yapılacağını" söylemeleriyle netleşmiş oldu. 

Evet, duyduklarınız gerçek! Devlet Tiyatroları davaları kaybetmeye başlamasıyla birlikte ağır karşı vekâlet ücretlerinden kaçmak için işten atılanlara sözleşme yapmaya başladı.

Peki, sormak gerekir, hani bunlar azılı suçlulardı, uyuşturucu kullanıyorlardı, yok tacizcilerdi, yok bilmem ne suçları vardı? Hatırlarsanız, bakanın özel kalemi Twitter hesabından işten atmaları meşrulaştırmak için atılanlarla ilgili böyle açıklamalar yapmıştı. Sadece hukuksal anlamda değil, örgütlü mücadelemizle sanat kurumlarında aslında ne olduğunu tüm kamuoyuna anlattık ve sonucunu da olumlu bir şekilde almaya başladık. Biz Kültür Sanat Sen olarak, arkadaşlarımızın haklı mücadelesinde her zaman yanlarındayız. Sadece yargı aşamasında değil. Konuyla ilgili defalarca basın açıklamaları, sosyal medya eylemleri, partiler ve STK'larla görüşmeler de yaptık. Bütçe görüşmelerinde bile arkadaşlarımızın durumunun konu edilmesini sağladık. 

Siyasal iktidarlar, bu iktidarların kollukları, yargıları, idareleri, büyük ve küçük yöneticileri, hepsi ama hepsi bir uyum içerisinde ve emekçilerin örgütsüzlüğüne sırtını dayayarak güçleniyor ve besleniyorlar. Yaptıkları bin türlü alicengiz oyunları ile emekçileri bölmeye çalışıyorlar. Nitekim, çoğu zaman başarılı da oluyorlar. Maalesef sanat kurumlarında da belirgin bir kast sistemi mevcut. Bu kültür değişmeden örgütlü bir güç de olunamıyor. İdarelerde emekçilerin bu parçalı halinden haliyle pek memnun, devamı için de ayrıca uğraşıyorlar.

Somut örnekler üzerinden gidelim. DT işten atılanlardan davaları olumlu seyreden sekiz kişinin davalarını çekmeleri karşılığında sözleşmelerini yapacağını söyledi. İki amacından biri, karşı vekâlet ücretlerini ödemek istemeyişi ise, diğeri dava süreçleri devam eden diğer emekçiler için de bekleyiş yaratmak ve mücadeledeki kararlılıklarını pasifize etmekti. Onlar çok iyi biliyorlar ki, bu ülke çocuğuna pantolon alamadı diye kendini asan babaların, ailecek siyanürle intihar eden insanların ülkesi. Bu zor durumlar karşısında insanların algılarıyla oynamak maharet değil, vicdanı olmayanlar için zor da değil. Yalnız emekçilerin birliği, yarattıkları bu korku ve çaresizlik ikliminin kara bulutlarını onların üstüne gönderebilir. Sarılacağımız tek güç sınıf kardeşlerimizdir.    

İşten çıkarmalara ek olarak yeni sözleşmenin sebep olduğu hak kayıpları neler? Mücadele neleri hedeflemeli?

Sanat kurumlarında yıllardır kadro verilmemesi ve sınav yapılmaması dolayısıyla mezun, misafir, süreli sözleşmeli figüran vs. pozisyonlarında çalışmak zorunda kalan sanat emekçileri 657 4/B nin Ek 8. Maddesine göre sözleşme imzalamaları yeniden işe alınma şeklinde gerçekleşmesinden dolayı geçmişe dönük kıdem tazminatı gibi haklardan maalesef yararlanamadılar. Bu ciddi bir hak gaspıdır. Bahsi geçen insanların birçoğu 10 yılın üzerinde çalışmış hatta 24 yıl çalışan bile var. Neredeyse asgari ücret koşullarında çalışan emekçiler için bu paralar çok ciddi paralar. Ayrıca alınacak kıdem tazminatı sadece para gözüyle bakılamayacak kadar önemli. Bu paranın üzerine kurulmuş onlarca hayal ve plan var. Emeklilikte en azından başımı sokacak bir evim olsun, komik de olsa emekli maaşımla açlıktan ölmem, düşüncesi var. Kıdem tazminatı haktır, işçinin alın teridir ve dokunulamaz. Arkadaşlarımızın kıdem tazminatlarını alabilmemizin tek koşulu, emeklilik ya da haksız yere işten çıkarılmaları sonucunda dava yolu ile kazanım sağlayabilecek olmamızdır. 

Hukuki mücadele yeterli olacak mı bu süreçte? 

Hukuki mücadele, hukukun üstünlüğünün korunduğu hukuk devletlerinde yeterli olabilirdi. Ama söz konusu maalesef bizim ülkemiz olunca, yeterli değil. Yargı kararları olumlu çıksa dahi idareler uygulamaktan imtina ediyorlar. Bir idareci çıkıp “Bir itirazı olan varsa bana söylesin, ne var, ben işten çıkardım n'olacak!” diyebiliyor örneğin. Ya da işten atılıp yargı kararıyla geri dönene “Şimdi sözleşmeni yaparım ama sezon sonunda yine çıkarılacaksın.” diyebiliyor. İşte burası hukukun bittiği, vahşi kapitalizmin, orman kanunlarının başladığı yer. Dava ile alınanı, mobingle geri atmaya çalışıyorlar. Şimdi istediğiniz kadar dava edin, dönüp dolaşıp yine aynı durumları yaşamak işten bile değil. Özellikle son yıllarda artan liyakatsiz atamalarla birlikte göreve gelen sözüm ona yöneticiler, bilgileri ile işin hakkını veremedikleri için psikolojik şiddet baskı ve mobingle durumu kotarmaya çalışıyorlar. 

Bunun tek ve köklü çözümü bu kokuşmuş düzenin çarklarına çomağı sokmak ve dişlileri dağıtmaktan geçiyor. İş yerlerinde baskı, mobing ve işten atmalara karşı emekçiyi koruyacak asıl şey, diğer bir emekçinin koluna girmekten, örgütlü mücadeleden geçiyor. 

Pandemi koşullarında durum ne peki? Salgından kaynaklı hak gaspları da var mı?

Sanat kurumlarında çalışma koşulları malesef vahşi kapitalizm koşullarının sembolü olan 1800'lü yılların çalışma koşullarına benzer. Günde 16-17 saatlere varan çalışmalar söz konusu. Özellikle sanat alanı için kamu sektörü demenin mümkünü yok, tam tersi özel sektör özellikleri gösteriyor. Bir kere mesai kavramı kesinlikle yok, "iş ne zaman biterse" kavramı mevcut. Sanat emekçileri yıllardır doğum, ölüm, bayram, tatil bilmeden aralıksız çalışıyorlar. Güvencesizlik de işin başka bir boyutu. 

Pandemi sürecinde asılan oyunların kadrosuna baktığınızda, örneğin 30 kişilik kadrosu bulunan oyunun 26 kişisinin güvencesizlerden oluştuğunu görüyorsunuz.

Örneğin Trabzon DT, 13 günlüğüne turneye çıktı. Oyunların bazıları sonradan iptal edilmiş ve turnenin altıncı gününde izin verilmiş. Turnede günde iki oyun oynamak demek 13 gün boyunca nefes almadan çalışmak demek. Yola çıkacaksınız, gittiğiniz gün dekoru kurup iki temsili gerçekleştireceksiniz, gecenin bir vakti dekoru söküp yollara düşeceksiniz, sabahın beşinde kalkıp yine dekoru kuracaksınız, yine iki temsil yapılacak, yine gecenin bir vaktine kadar sökülecek, yine yolculuk… Bu tempoya ne sinir dayanır, ne de beden… Peki bu tempo karşılığında sanat kurumlarında 1. derecenin 1. kademesindeki bir uzman memurun maaşının ne olduğunu biliyor musunuz?

Üç bin lira…  

KISA SÜREÇ DEĞERLENDİRMESİ VE HATIRLATMALAR

24 Haziran seçimleri sonrası 2018 Temmuz ayında yayınlanan ve kamusal yaşamı "Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine uyumlaştırma kararnamesi" olan 703 numaralı KHK ile Kamu’daki pek çok kurum ile birlikte Sanat Kurumları’nın kanunlarında ve teşkilat yapılarında da sistemsel değişiklikler yaşandı.  

703 nolu KHK ile sanat kurumlarının yasaları mülga edilerek mevcut kadrolu personeli ilgilendiren personel kanunlarına dönüştürüldü. Bu dönüşüm aşamasında sanat kurumlarında birçok farklı ad altında yapılan sözleşmeler ile çalıştırılan güvencesizlerin istihdam edilebilmelerinin dayanağı olan maddeler de ortadan kaldırıldı.  

703 Sayılı KHK ile sadece kültür sanat alanında değil kamuya ait hemen her kurumda uygulanmak üzere yeni istihdam biçimleri doğurdu. Güvenceli istihdamı tamamen bitirmek isteyen siyasal iktidar görece daha güvenceli sayılan 4B sözleşmesini bile yapmak istemeyerek zaten ziyadesiyle parçalı olan istihdama yenilerini eklemiş oldular. Örneğin sanat kurumları yasalarında yapılan değişikliklerle çalıştırılmalarının dayanak maddesi ortadan kaldırılan personel 4B ek 8 madde ile ilişkilendirilerek istihdamları sağlanmış oldu.  

Yani aslında süreçten de anlaşılacağı gibi devlet kurumlarını ve kamusal hayatı yeniden dizayn etme ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine uyumlaştırma kararnamesi olan 703 Nolu KHK sonrası sanat kurumlarında çalışan güvencesizlerin 4b nin ek 8. maddesine göre yeniden istihdam edilmeleri yasal bir zorunluluk halini almıştı. O dönemde genel müdürlerden bakana, bakandan cumhurbaşkanına kadar, "Sanat emekçileri için çalıştık, yıllardır çözülmeyen sorunlarını çözdük, devlet güvencesi verdik..." vs söylemleri işin maalesef ki reklam yanıdır. Aslında olansa zorunlu bir düzenlemedir ayrıca verilen kadro da bilinen anlamıyla kadro değildir. Kadro kelimesi, güvenceli çalışanlar için olan bir pozisyon, güvencesizler için kullanılmaktadır. Ortada ehvenişer bir durum var anlayacağınız. Yeni yapılan sözleşmeler ise eskisine nazaran kimi açılardan iyi olmakla birlikte, sanat emekçileri yine güvencesizdir. Şöyle ki ; 

1. İmzalatılan sözleşmeler Bir Yıldan Az Süreli Hizmetlerde Sanatsal Faaliyetler Kapsamında Çalıştırılacak Türk Uyruklu Personel İçin “HİZMET SÖZLEŞMESİ” dir. 

2. Aylıklı ve saat ücreti ve parça başı ile çalıştırılmak üzere farklı şekilde istihdam edilme söz konusudur.  

3. Sözleşmelerin mali yılla sınırlı olduğunu ve sonraki yıllarda sözleşmenin yenilenmesi konusu kurumların inisiyatifindedir.  İdareler açısından bu sözleşme sonraki yıllarda aynı şekilde yeniden çalıştırma zorunluluğu doğurmaz. 

İdare kişi ile sözleşme yapmak istemezse sözleşmede yer alan  

· İşe alınma açısından gerekli olan niteliklerden herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması,  

· İşe alınma açısından gerekli olan niteliklerden herhangi birini sonradan kaybetmesi,

· Hizmetinin gerektirdiği pozisyona ihtiyaç kalmaması,

Gibi ucu açık muğlak maddelerin varlığı ile bunu kolaylıkla gerçekleştirebilir.