Alım tekelleri yaşasın diye milyonlarca işçi topun ağzında

Formel olarak 1,1 milyon, kayıtdışı dahil edildiğinde 1,5 milyon işçinin çalıştığı, mal ve hizmet sağladığı diğer sektörlerle birlikte etki alanı 2,5 milyon işçiye uzanan bir sektörün yüzde 40-50’lere ulaşan üretim, ticaret dalgalanmalarına açık hale getirilmesi, 15-20 alım tekeliyle, onlara bağımlı hareket eden onlarca yerli sermayedarın keyfine teslim edilmesi çok daha kuvvetli sorgulanmalı.

Adile Kaya

Covid-19 salgını turizm, yeme-içme, havacılık gibi hizmet sektörlerini çok kuvvetli biçimde etkilerken imalat sanayi sektörleri arasında en ağır darbeyi tekstil-giyimin alması bekleniyor. Perakende zincir mağazalarının kapanması, tekstil-giyim ürünlerinin salgın günlerinde öncelikli olmaması önemli etkenler. Ancak sektörün yapısından ötürü “arz şoku” da bu darbede etkili. Üretimde öne çıkan ülkelerin salgından erken etkilenen ülkeler olması nedeniyle tedarik zinciri aksamaları yaşandı, yılın ilk aylarında Çin’deki üretim araları akışta aksamalara yol açtı. McKinsey gibi uluslararası düzeyde sermaye danışmanlığı yapan kuruluşların Nisan ayı tahminlerine göre 2020 yılında dünya ölçeğinde hazır giyim gelirlerinin (2019’da 2,5 trilyon dolar civarındaydı) yüzde 27-30 azalması, 2021 yılında ise 2019 düzeyinin ancak yüzde 2-4 üzerine çıkması bekleniyor.1

Salgından daha öldürücüler: Fatura on milyonlarca işçiye kesildi

Giyim ürünlerinde otomotiv, beyaz eşya, elektronik ürünler gibi diğer dayanıklı tüketim mallarından farklı olarak talebin ertelenmesi, ilerleyen dönemde kayıp talebin önemli bir bölümünün ek teşvikler gibi uygulamalarla uyarılması güç. “Hızlı moda” (“fast fashion”) olarak adlandırılan ve baskın olan tüketim eğilimiyle sezon sayısının neredeyse 52’ye çıktığı, yani haftalık ya da birkaç haftalık yeni koleksiyonların satışa sunulduğu bir yapı söz konusu. Salgınla birlikte yılın en az dörtte biri, en az 3-4 koleksiyon iptal oldu. Az sayıda alım tekeli, Avrupa’da, ABD’de ve salgının yayıldığı diğer ülkelerde hızla mağazalarını kapatırken imalat sanayi istihdamının yüzde 50’den fazlasını hazır giyim sektöründe istihdam eden Bangladeş, Kamboçya gibi ülkeler başta olmak üzere bu duruşun faturasını dünyanın dört bir yanındaki on milyonlarca tekstil-giyim işçisine kesti. Türkiye’de de çok ağır bir tablo oluştuğu, gelecek sezonlara ait sipariş iptallerinin ötesinde teslim edilmiş siparişlerin ödemelerinin alınmasında, üretimine hazırlık yapılan, hammaddeleri temin edilen siparişlerde önemli sıkıntılar yaşandığı, alım tekellerinin yönettikleri büyük ağı harcadıkları sermaye örgütlerinin açıklamalarından anlaşılıyor.2

Otomotiv, elektrikli teçhizat, hava taşıtları gibi bir ürünün yüzlerce, binlerce farklı parçadan oluştuğu sektörlerde üretimin parçalanması, farklı coğrafyalarda üretilen parçaların bir başka yerde bir araya getirilmesi, “küresel değer zinciri” yapısı, çok daha basit ürünler üreten tekstil-hazır giyim ürünler için de geçerli. Hatta bu yapının öncüsü tekstil-giyim sektörü oldu. Hindistan’da üretilen ham bezin Türkiye’de işlemden geçip ipliğe ya da kumaşa dönüştüğü, ipliğin ya da kumaşın bir başka ülkede tekrar işlem görüp kumaş olarak bir başka ülkeye gönderildiği, burada bir tişört ya da takım elbise haline getirildiği, nihai olarak bir ülkede paketlenip perakende zinciri mağazalarına dağıtımının yapıldığı, basit sayılabilecek bir tişört için, pamuk, sentetik elyaf gibi hammadde tedariği de eklendiğinde 6-7 ülkeyi kapsayan bir dolaşım ağı resmedilebilir. Bunun yanında çok standart, basit ürünlerin yüksek miktarda tek bir ülkede, hatta tesiste üretilmesi mümkünken lüks ürünlerde kişiye özel ürünlerin, özel tasarımların çok daha fazla işlemden, aşamadan geçmesi de söz konusu olabiliyor. Kapitalizmin doğuşunu, modern sanayi üretiminin başlangıcını temsil eden sektör, bugün aynı zamanda temel “ihtiyaç”la “piyasa”nın güdülediği tüketim iştahı arasındaki mesafenin en geniş olduğu “ürün sepeti”yle kapitalizmin her tür irrasyonalitesini de en uç halleriyle sergiliyor.

Sermaye yoğunluğu, teknoloji düzeyi yüksek tekstil fabrikalarından terzi ya da fason atölye ölçeğine milyonlarca farklı işletmenin dahil olduğu bir “değer zinciri”, son 30 yıldaki gelişmelerle büyük oranda perakende zincirleri/markalar tarafından yönetiliyor. Alım tekelleri, sermayelerin ölçeklerine ve üretim/hizmetlerinin niteliğine göre bir hiyerarşiye sahip olduğu karmaşık ve çok geniş bir üretim ve hizmet ağını yönetiyor. Son 30 yıl özellikle az gelişmiş ve orta gelişkinlikteki kapitalist ekonomilerde kentleşmenin artışı, tarımdan sanayi ve hizmetlere sektörüne kayışın hızlandığı, tüketim alışkanlıklarının hızlı değiştiği bir süreç olurken hazır giyim ve ayakkabı tüketiminin de hızlı arttığı bir dönem oldu. Çin başta olmak üzere “ucuz emekgücü cenneti” ülkelerin dünya ekonomisine ve ticaretine hızlı entegrasyonuyla sömürü olanakları genişledi. Alışveriş merkezleri başta olmak üzere dev zincir mağazalarla “hızlı” ve “ucuz” moda tüketimi sunan Inditex (Zara, Bershka, Massimo Dutti vb), TJX (TJ Maxx, Marshalls vb), H&M, GAP, C&A, Footlocker gibi 15 alım zincirinin dünya hazır giyim cirosundaki payı yüzde 10’u geçti.

Salgından önce de dönüşüm konuşuluyordu

Tekstil-giyim sektöründe mevcut yapısı, üretim-hizmet ağı ya da “küresel değer zinciri” yapısı üzerinden tartışılan “dönüşüm ihtiyacı”nın salgınla birlikte hız kazanması bekleniyor. Otomotivdekine benzer şekilde3 mevcut yapının düşen kar oranları, artan sermayeler arası rekabet, pazar büyümesinin yetersiz kalması gibi nedenlerle sorgulandığı ve zaten gündemde olan dijitalleşme (hem üretim organizasyonunda hem de pazarlama/satış kanalı olarak), daha küçük ölçekli mağazalar, yeni malzemelere dayanan, daha teknolojik ürünler gibi eğilimleri güçlendireceği, bir eliminasyonun yaşanacağı öngörülüyor.4 Mevcut durumda yüzde 30 civarında olan e-ticaretin artması beklenirken Amazon gibi e-ticaret platformlarının etkinliğinin artması, mevcut “değer zinciri” yapısında da buna uygun değişiklikler, şehir merkezlerindeki çok katlı mağazalardan daha lokal ve küçük mağazalara kayış salgınla birlikte iyice hızlanabilir. Hijyenik malzemelerden, nano teknolojik kumaşlardan üretilen giysiler, giyilebilir teknolojiler, tek kullanımlık giysilerin, ki bunların tamamı hem büyük tekstil tekelleri hem de alım tekelleri için daha karlı yeni ürünler demek, tüketiminin kışkırtılması da salgının ortaya çıkardığı çeşitli hassasiyetleri istismar ederek kolaylaşabilir. Hiç kuşkusuz bu dönüşümün hazırlıklı olmayan, hızlı adapte olamayan, mevcut yapının yükünü fazlaca taşıyan değer zincirinin değişik noktalarındaki değişik ölçeklerdeki sermayelerin eliminasyonu anlamına geleceği de söylenebilir.

Ne kadar ‘ileri’ entegrasyon, o kadar büyük batma riski

Tekstil-giyim sektörü dünya ölçeğinde 2,5 trilyon dolarlık gelir ve 751 milyar dolarlık ihracatın yanısıra en fazla istihdam yaratan sektörlerden biri. Yukarıda değinildiği gibi tamamen “üretim üssü”ne dönüştürülmüş bazı ülkelerde istihdam oranı imalat sanayi istihdamının yarısından fazlasını oluşturuyor. Tekstil-giyim-deri Türkiye için de en temel sektörlerden biri olma özelliğini, yıllar içinde ağırlığı azalsa da koruyor. Sektörün ekonomi içindeki payı dolaylı etkilerle yüzde 8-10, imalat sanayi üretimi içindeki payı yüzde 15, ihracattaki payı yüzde 15, imalat sanayi istihdamındaki payı ise yüzde 26, toplam istihdamdaki payı ise yüzde 8 civarında. 2000’lerin başına göre ihracat ve istihdam payı azalsa da hala en önemli istihdam sağlayan ve döviz geliri yaratan sektörlerden biri durumunda. Ki ihracata katkısı yüksek otomotiv, beyaz eşya gibi sektörlere göre ithalat düzeyi -yıllar içinde artsa da- daha düşük olduğu için, net ihracat katkısı da en yüksek sektör. Ama tabii ki sektörün son 40 yıllık hikayesi büyük ölçüde uluslararası sermayeye bağımlılığın artışının hikayesi. Türkiye’nin mevcut hazır giyim ihracatının yaklaşık yarısı 12 alım tekelinden kaynaklanıyor. “Küresel değer zinciri”ndeki yer ilerledikçe, taşınan risklerin arttığı, alım tekellerinin yönlendirmeleriyle sömürü oranlarının arttığı, nasıl kırılgan bir yapıya ulaşıldığının son iki ayda yaşananlarla iyice belirginleştiği söylenebilir.

Üretimin yaklaşık yüzde 70’i ihracata yönelik, nitekim Türkiye dünyanın 6. büyük ihracatçısı durumunda. Yıllar içinde Türkiye’nin konumunda bir farklılaşma yaşandı, uluslararası işbölümündeki rolünde değişiklikler oldu. Avrupa pazarına yakın olmanın, rakip ülkelerin bir bölümüne göre sanayi ve hizmet altyapısının daha gelişkin olması, emekgücü niteliğinin yüksekliği gibi faktörlerle üretim organizasyonu yapan, yer yer tasarım da dahil “ful paket” çözümler üreten bir role doğru kayıldı. Özellikle Çin’in dünya ticaretine serbest bir şekilde dahil olduğu 2005 sonrasında rekabet gücünün düşük olduğu alt sektörler, ürün gruplarından çıkıldı. Gümrük Birliği Anlaşması bu sürecin hazırlığına ilişkin önemli bir referans oldu. Çin başta olmak üzere Uzakdoğu ülkelerine göre rekabet gücünün düşük olduğu ürün gruplarında üretim kapasitesinin bir bölümü devreden çıkarken, büyük alım gruplarının tedarik politikaları doğrultusunda sektörde yapısal dönüşüm yaşandı. Büyük iplik ve kumaş üreticileri, rekabetin yüksek olduğu standart ürünlerden büyük ölçüde çıktı. Bazı gruplar bu ürün gruplarında üretim maliyetlerinin daha düşük olduğu ülkelerde yatırım yaptı. (Söktaş grubunun Hindistan’da ham bez yatırımı, Çalık grubunun Özbekistan yatırımları vb.) Özellikle sentetik iplik ve kumaşlarda hazır giyim ihracatındaki artışa ve yükselen talebe rağmen TL’nin değerli olmasının da etkisiyle üretim kapasitesini geliştirmek yerine ithalata yönelindi.

Hazır giyimde de tişört benzeri, yüksek hacimli talebe konu ürünlerin üretim ve ihracattaki payı azalırken “fast fashion” trendiyle uyumlu, büyük alım gruplarına ve markalara koleksiyon hazırlamaya yönelik faaliyetler arttı. 2000’li yıllar aynı zamanda Türkiye’de organize perakendenin, özellikle sayısı hızla artan AVM’lerle çok hızlı bir gelişim gösterdiği bir dönem oldu. Bu gelişim yurtiçi pazarda giyim firmalarının markalaşma ve mağazalaşma konusunda önemli bir sıçrama yaşamasını da sağladı.

2000’li yıllarda Türkiye teksil ve giyim sektörünün Türkiye ekonomisi içindeki ağırlığı azaldı. Bu gerilemenin önemli nedenlerinden biri sosyoekonomik gelişmelere bağlı olarak diğer sektörlerdeki büyüme, özellikle de otomotiv, elektrikli teçhizat, makine gibi sektörlerin global değer zincirlerine entegrasyonunun hız kazanmasına dayalı daha hızlı büyüme oldu. İkinci önemli neden de tekstil ve giyim sektörünün küresel ticarette artan serbestleşme, büyük alım gruplarının tedarik politikaları, yeni üreticilerle artan rekabet, yeni teknolojik gelişmeler (IT bazlı uygulamalar), yeni iş modelleriyle birlikte Türkiye’nin global tekstil ve giyim değer zincirlerine entegrasyon düzeyindeki değişim oldu.

Buna rağmen 2005-2019 döneminde tekstil, giyim ve deri üretimi imalat sanayi ortalama üretim artışının altında kalmakla birlikte, artış gösterdi. Söz konusu dönemde tekstil üretimi ortalama yüzde 2,3, giyim üretimi yüzde 4,3, deri üretimi ise yüzde 4,8 büyüdü. 2005-2010 döneminde üretimde gözlenen inişli çıkışlı seyir üç sektör için de 2010 sonrasında yerini düzenli bir büyüme seyrine bıraktı. Bu gelişimde tekstil sektörü için ithalatta ek vergi uygulamalarının ve Suriyeli göçmenlerin istihdamıyla emekgücü maliyetlerinin düşürülmesi etkili oldu. Antep’te, Zeytinburnu’nda, pek çok şehirde fason atölye kapasitesi ve kayıtdışı çalışmada artış yaşanırken “rekabetçi” olunmayan ürünlerde, alt sektörlerde üretim artışı olduğu görüldü. 2008 krizi sonrası Avrupa tedariklerinde stok maliyetlerini düşürmek için yakın coğrafyalara yönelme, Çin’de emekgücü maliyetlerinin artışı, Türkiye’de daha hızlı gelişim gösteren sektörlerde büyümenin yavaşlaması ve bir “istihdam jeneratörü” olarak doğrudan ve dolaylı destek mekanizmalarıyla yeniden tekstil-giyime dönüş büyümenin sürükleyici unsurları olarak sayılabilir.

Sektörün karmaşık yapısı ve hiyerarşisi hem bağımlılığın yüksek olduğu alım tekelleri hem de Türkiye’de suyun başını tutan sermaye grupları için sömürü olanaklarının genişletmeye, riskleri aktarmaya yarıyor.

Tekstil-giyim-deri sektörleri 88 bin işletmeyle en yüksek üretim tesisi sayısına sahip sektör. İşletmelerin yüzde 90’ı 100 işçinin altında işçi çalıştıran işletmeler olmakla birlikte üretim değeri üzerinden bakıldığında payın yüzde 50’sinin 100 üzeri işçi çalıştıran işletmelerde olduğu görülüyor. Tekstil tek başına alındığında sermaye yoğunluğu daha yüksek olduğu için İstanbul Sanayi Odası ilk 500 sıralamasında yer alan şirketlerin üretimdeki payı yüzde 38 iken, Türkiye İhracatçılar Meclisi ilk 1000 ihracatçı sıralamasındaki giyim şirketlerinin de ihracatın yüzde 15’ini gerçekleştiriyor. Çok oyunculu yapı günün sonunda kuvvetli bir tekelleşmeye bağlanıyor.

Tahribatın işçilere yıkılması kader olmamalı

Kısa vadeli bakıldığında, Mart ayındaki yüzde 20 civarındaki ihracat daralmasının, 3 Mayıs olmasına rağmen hala açıklanmayan Nisan verisinde yüzde 50’nin üzerine çıkması bekleniyor. Mayıs ve Haziran için de yüzde 30-50 aralığında daralmalar olası. Bu tablonun 2020’nin kalanında Çin’e tercih edilecek olmakla, yılın son çeyreğinde görece normalleşmeye bağlı olarak talebin artmasıyla telafisi güç.

Orta-uzun vadeye bakıldığında da yukarıda sözü edilen uluslararası dönüşümden Türkiye sermayesinin payına ne düşer konusu tartışmalı. Uluslararası sermayenin, alım tekellerinin yeni çerçevelerine uyum sağlamak için daha fazla risk alınacağı, sömürü koşullarını daha ağırlaştırmaya yönelik “yenilikler” devreye alınmaya çalışılacak. Ancak TL’nin değer kaybına rağmen döviz bazında birim fiyat düşüşleriyle rekabet edebilen bir sektörde, son darbeyle birlikte iflasların kaçınılmaz olduğu, devlet desteklerinden ve alım tekellerinin kısmi kayırmalarından yararlanan büyük ve orta ölçekli şirketlerin bir bölümünün ayakta kalacağı, herkesin riskini bir alttakine aktarması sonucu ölçek küçüldükçe eliminasyonun artacağı öngörülebilir.

Formel olarak 1,1 milyon, kayıtdışı dahil edildiğinde 1,5 milyon işçinin çalıştığı, mal ve hizmet sağladığı diğer sektörlerle birlikte etki alanı 2,5 milyon işçiye uzanan bir sektörün yüzde 40-50’lere ulaşan üretim, ticaret dalgalanmalarına açık hale getirilmesi, 15-20 alım tekeliyle, onlara bağımlı hareket eden onlarca yerli sermayedarın keyfine teslim edilmesi çok daha kuvvetli sorgulanmalı. Yukarıda çizilen tablonun sermaye cephesinden “kaçınılmaz” sonucu 500 bin civarında tekstil-giyim işçisinin işsiz kalması.

İşçi sınıfı cephesinden bakıldığında ise sektörün uluslararası sermaye boyunduruğundan ve bir bütün olarak sermaye keyfiyetinden kurtarılması gerektiği açık. Çok acil tüm işçilere çalışma güvencesi sağlanması, sektör için ekonominin bütünü için uygulanacak bir kamulaştırma programı çerçevesinde bir planlama yapılması, kaynakların sermayeyi değil halkı kurtarmaya ayrılması talebi yükseltilerek başlanabilir.