Alaattin Çakıcı yattı çıktı!: Gayriresmî istihbarat görevlisi, resmi organize suç örgütü lideri

Mafyaydı, solla da bir kan davası vardı. Belli ki 'devlet' antikomünizm programında Fethullah Gülen gibi tarikat 'babaları'nın yanında bu tür mafya babalarını da istihdam etmişti. Daha çok MİT üzerinden yürütülüyordu program. Eski MİT mensubu Süleyman Seba Beşiktaş Kulübü başkanı seçilirken o da salondaydı... 

Haber Merkezi

Racon, dilimize kabadayılıktan bakiye bir kelime. Engin Bilginer’in “Babalar Senfonisi” adlı kitabına göre kelimenin kökeni İtalyanca. İtalyancası Raggione. Sebep, haklılık gibi anlamları var kelimenin. İstanbul’da dillerin ve kültürlerin yan yana yaşadığı zamanlarda kabadayılığın kültürüne ve dolayısıyla dilimize girip yerleşmiş. Kabadayıların aralarında çıkan kavgalar büyür ve içinden çıkılamaz hale gelirse birkaç kabadayı bir araya gelir, aralarında bir karara varırlarmış. Buna racon kesme adı verilmiş. Racona uymak şartmış haliyle. Eğer uyulmazsa bu İstanbul’un bütün kabadayılarını karşına almak anlamına gelirmiş ki, zamanın değerlerine göre böyle birinin hayatta kalma şansı neredeyse yokmuş.

Hukukun bittiği yerde baş gösteren bir tür kabadayı hukukundan söz ediyoruz yani. Mafya için de söylenmiyor mu, “Mafya devletin boşluğunda doğar” diye. Son yıllarda sistemin hukuksuzluğu o kadar ayyuka çıktı ki, yüzyıl öncesinin kabadayı hukuku geri döndü. Hukuk silinip gitti, yerine racon kesme geldi. Devlet idarecileri yok, gazeteci yok, polis yok. Racon kesen kabadayılar hüküm sürüyor ülkede.

“Mafya” yakın zamanların icadı, başlangıcı “kabadayılık”tır. Bilginer onlara “kent şövalyeleri” diyor ki herhalde uygun bir adlandırmadır. Şöyle devam ediyor; “İstanbul’un eski kabadayılığı bir tür kent şövalyeliğiydi. Bu şövalyeliğin de kendine göre yasaları, raconları vardı. O dönemin kabadayıları zayıfları korurlar, çizdikleri yoldan sapmamaya çalışırlardı… Birbirlerine saygı gösterir, bu saygıya layık olmaya çalışırlardı. Kendilerine ‘külhanbeyi’ denmesinden ödleri kopardı. Çoğu cahil ama terbiyeli kişilerdi…”

Demek ki tarihimizde kabadayıların bile “ahlaklı” olabildiği dönemler var. Peki, ne oldu da oralardan Sedat Peker türü ucubelere evirildi mafya tiplememiz?

Diyor ki Bilginer, 12 Eylül’den sonra yeraltı dünyası köklü değişikliklere uğradı. Güçlendi, giderek Türkiye’nin düzeninde kök saldı. Baş edilmesi zor, hatta imkânsız oldu. Politikacılar, yüksek bürokratlar, iş adamları Türkiye tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş bir biçimde yeraltı dünyası ile el ele verdiler. Bir bakıyorsunuz, bir içişleri bakanı, filancalılar gecesinde, uyuşturucu kaçakçısı bir baba ile sarmaş dolaş öpüşüyor, bir emekli general iş takipçiliği yapıyor, polis müdürleri içeri giren ünlü kabadayıları çıkarmak için yırtınıyor, savcılar kabadayıların silahını taşıyor...

Mafya liberalizmin öz evladıdır

'80'li yıllarda Cuntanın inayetiyle iktidar olan “liberal” Turgut Özal yastık altında tutulan altınların ve dövizlerin çıkarılıp ekonomiye kazandırılmasına karar verdi. Türkiye serbest piyasa ekonomisine geçmişti, dışa açılmak istiyordu. Kaçakçılığa, mafyoz yöntemlere artık gerek yoktu. Kaçakçılar, mafya şebekeleri devletle iş tutarsa “saygın işadamları” sınıfında sayılacaktı. Hoş saygınların da bu kaçakçılardan ve mafyadan bir farkı yoktu. Yargı Cuntanın elinde bir oyuncağa dönüşmüştü zaten. Yasal boşluklar, işlemeyen yasalar, tahsil edilmeyen borçlar, alacaklar, verecekler, çekler, senetler mafya üzerinden işlem görmeye başladı. Serbest piyasa piyasadan önce mafyayı serbestleştirmişti. Mafya hukukun boşluğunu dolduruyor, Özal’cı ekonominin tamamlayıcı parçası haline geliyordu. 

Bu, “Babalar Senfonisi”nin finalidir. Devletin neo liberal politikalar uyarınca dönüşüp, mafyalaşması halidir. Evrenizm ve Özalizmin topluma galebe çalmasıdır. Haliyle mafyalaşan devletin yurttaşları da ahlaktan uzaklaşır, çürür, dağılır. Demek ki modern zamanlarda ahlakı bozan, çürüten, ortadan kaldıran bizzat piyasa düzenidir.

Çürüyen toplum koşup dindar görünüşlü Evrenlere, Özallara sığındı haliyle. Mafya, benzer yöntemlerle iş gören para-militer MHP bu düzenin tamamlayıcı parçası oldu. Artık her suç örgütü kendi içinde bir şirket gibi çalışıyordu. Tarikatlar hızla şirketleşiyordu. Aralarında “holding”e dönüşenler bile vardı. Her şey mutlu mesut ilerlerken Susurluk’taki o meşhur kaza oldu. Mafyalaşmış devlet devletleşmiş mafya ile aynı kazada yan yana fotoğraflanmıştı. 

“Ülkücü baba” işte o karanlık dönemin meşhurlarından. Daha çok da Alaattin Çakıcı’nın unvanı. Mafyaydı ama solla da bir kan davası vardı. Belli ki “devlet” antikomünizm programında Fethullah Gülen gibi tarikat “babaları”nın yanında bu tür mafya babalarını da istihdam etmişti. Daha çok MİT üzerinden yürütülüyordu program. Nitekim eski MİT mensubu Süleyman Seba’nın Beşiktaş Kulübü'nün başkanı seçilirken, Çakıcı’ya da seçimlerin yapılacağı salonun "güvenliğini" sağlama görevi verilmişti. 

Cebinde “kırmızı pasaport” taşıyordu zaten, tek sorun ara sıra yaramazlık yapıp söz dinlememeleriydi. Öyle zamanlarda tutup kulağından bir süre içeride dinlenmeye alınmaları gerekiyordu. Hoş, içerideki dinlenirken bile alıp işe götürüldükleri de oluyordu. Dedikoduya bakılırsa bir keresine Lübnan’daki Ermeni Kamplarını basmaya gitmişlerdi. Kenan Evren’e sordular, " MİT Çakıcı'yı kullanmış olabilir. Bazen yararlı olacaksa bu tür adamlar kullanılabilir" diye cevapladı. Serbest piyasa ekonomisine geçilmişti, her şey mümkündü. Kullanışlı babalar devridir.

Organize suç örgütü görevlisi

Çakıcı'nın ilk tutuklanması, 1980'de darbe sonrası dönemde gerçekleşti. "MHP ve ülkücü gruplar" davasında "Sol örgütlere mensup olduğu iddia edilen 41 kişiyi öldürdüğü" suçlamasıyla yargılandı, suçlu bulundu. İki yıl sonra "somut delil bulunamadığı" gerekçesiyle serbest bırakıldı. 

1992'de sahte bir pasaportla yurtdışına kaçtı.

Uzun yıllar kaçak yaşadı. 1998'de modacı Canan Yaka ve Selçuk Ural'ın kızı Aslı Ural'la birlikte Fransa'nın Nice kentinde yakalandı. Üzerinde sahte isimle düzenlenmiş kırmızı bir pasaport vardı. Yakalandığında arandığı suçlardan bazıları şöyleydi: Karagümrük Spor Kulübüne baskın, Hınca Uluç’u yaralamaya azmettirme, Borsacı Adil Öngen’in arabasının kurşunlanması, eski eşi Uğur Çakıcı’nın öldürülmesi…

1999'da cezaevine girdi. 2002'de salıverildiğinde yeniden yurtdışına kaçtı. 2004'te Avusturya'da yakalandığında, üzerinde eski bir MİT yöneticisine ait sahte pasaport vardı.

Borsacı Adil Öngen'in kurşunlanmasıyla ilgili davaya katılan Çakıcı, yurtdışında MİT adına çalıştığını açıkladı. Kaldı ki yeni bir ilişki değildi bu, Devlet 12 Mart’ta hapishanelerdeki mafya üyelerine el uzatmış ve o tarihten sonra sola karşı kullanmaya başlamıştı. Ülkedeki neredeyse bütün mafya babaları kırmızı pasaportla dolaşıyordu. Devlet mafyalaşırken, mafya devletleşmişti. 

Tayyip Erdoğan ve Süleyman Soylu hedefindeydi 

Hapisteyken Tayyip Erdoğan’a ağır hakaretler içeren mektuplar yazdı. Hapiste bir de Erdoğan’a hakaret iddiasıyla yargılanırken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ziyaret etti. AKP-MHP yakınlaşıyordu. Bahçeli’nin 2018’de sosyal medya hesabından yaptığı af çağrısı Çakıcı için özgürlüğe açılan yolun başlangıcı oldu. Bu paylaşımdan bir hafta sonra, Çakıcı cezaevinde sağlık sorunları yaşadı ve Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi'nde tedaviye alındı. Bunun üzerinde Bahçeli, Çakıcı'yı Kırıkkale'deki hastanede ziyaret etti ve "Rahatsızlığı nedeniyle önemli sıkıntılar çekmeye başlamış bir şahsı cezaevinde mahkûm tutacaksın. Bunu hiç dikkate almadan mafya diyeceksin. Yetki bende olsa şimdiye kullanmıştım" diyerek Çakıcı'nın cezaevinde olmasını eleştirdi. 

2018'in Mayıs ayında yaşanan bu gelişmeler üzerine Çakıcı, Erdoğan'a "Sayın Cumhurbaşkanım beni sevmiyorsunuz, ben de sizi sevmiyorum" diye başladığı bir mektup yazarak kendisinin af talebi olmadığını belirtti.

Organize Baba Çakıcı “Tayyip Affı” ile ilk salınanlardan biri oldu. Halbuki yazarlara gazetecilere karşı çok kindar olan AKP üst yönetimini ayrımsız nedef almıştı. Bunlar arasında Süleyman Soylu ve Berat Albayrak da vardı. Bir açıklamasında şöyle diyordu: "Karar gazetesinin bazı yazarları ve Süleyman Soylu birlikte hareket etmektedir. Bir yıldan beri konuşulan Berat Albayrak ile aralarındaki problemi bilmeyen yoktur. İslamcı, Yeşil Natocu terörist gazeteciler, Liberal Yeşil Natocu Süleyman Soylu'nun birlikte karar verdiği bir yazıdır Karar gazetesinin haberi. Yasaları ihlal ettiysem cezasını da çekmek benim için şereftir. Hakaretler devam ederse, gerekirse eyleme dönüştürebilirim."