Adli Yıl 2020: Ne kapandı ne açılıyor?

Adli yıl: Kaynağını 1980 darbesinden ve Anayasası'ndan alan uzun AKP iktidarı esas alındığında 'her seferinde önceki yıllara göre daha kötü geçecek yılın başlangıcı' tanımı uygun görünüyor.

Ali Rıza Aydın

Adli yıl… Hak arama özgürlüğünün arandığı, adil yargılanma hakkının beklendiği; iddia, savunma ve karar sacayağının eksiksiz, sorunsuz ve eşit olarak ayakta durmasının istendiği; üzerinde hiçbir baskının olmamasının beklendiği, hakkında hiçbir şekilde duraksamaya düşülmemesi gerektiği, her seferinde müdahale edilen ve bağımsızlığı yok edilen yargının usulen yerleştiği yıllık dönem. Her açılışında önceki yıla, yıllara ilişkin aksama ve zaafların, sorunların ortadan kalkması için umut beslendiği, yeniden ve yeniden adalet arandığı yeni yıl.

Gerçeklerle buluşulduğundaysa tanım değişiyor. Kaynağını 1980 darbesinden ve Anayasasından alan AKP uzun iktidarı dikkate alındığında, “her seferinde önceki yıllara göre daha kötü geçecek yılın başlangıcı” tanımı çok şey anlatıyor. 

Ne yargı reformları ne de adli yıllar, fark etmiyor. Ne yapılırsa yapılsın adalet cephesinin sorunları ve çürümesi devam ediyor. 

Bu uğurda yitip giden canlar var. Geçen adli yıl adil yargılanma hakkı için son çare mücadelesine başvuran bir savunman Avukat Ebru Timtik adli tatilde aramızdan ayrıldı. O ayrılmadı, ayırdılar… Avukatlar aynı mücadeleyi sürdürmeye devam ediyor, edecek. Toplumsal gerçeği bilen tüm hukukçular aynı mücadeleye devam edecek. Bu mücadele alanı geçen yılın ve yılların adaletini anlatmak için o kadar anlamlı ki.

Adalet Bakanının yeni adli yıl için önerisi adil yargılanmanın uzaklarda olacağını söylüyor. Hukuk devleti ilkesi yüz yüze değil uzak ara yapılacakmış, pilot olarak e-duruşmalara geçilecekmiş. 

Zaten baroları da, yalnız parçalamadılar, örgütsel olarak paramparça ettiler. 

Geçen yılın her şeyine  pandemi vurdu damgasını. Pandemi dönemi eşitsizlikler ve adaletsizlikler dönemi oldu, salgın emekçi halkı vurdu. Sömürülenler ve ezilenler salgınla ve önlemleriyle daha çok mağdur oldular, daha çok hak gaspına uğradılar. Burada, bu düzen içinde adaleti kim sağlayacaktı?

Devlet… Devletin sağlayamadığını kim deneyleyecekti? Yargı…

Pandemi adaletsizliğin gerekçesi olmaz, Pandemide adaletsizlik olmaz

Devlet de pandemide, yargı da… Öyle mi?

Öyle değil. Devlet salgında atakta durur, daha disiplinli yönetime geçer. Pandemide adaletsizlik olmaz, eşitsizlik olmaz. Olursa yargısal denetim devreye girer. Bu, maske cezası örnekleriyle yapılan tekil denetim değildir, Anayasanın yaşam hakkı denetimidir. 

Ayasofya kararı: Laikliğin tabutuna bir çivi de yargıdan

Yargı Ayasofya için öyle bir karar verdi ki geçtiğimiz adli yılda, hukukun yerine dinsel davranışları devreye soktu ve bu kararla pandemide dinsel davranışı, Türkiye için daha kötüsü tarikat ve cemaatlerin her birinin kendi davranışlarını uygulamayı meşru gösterdi.

Laiklik ilkesi askıdaydı, salgında daha yükseğe kaldırıldı.

Laikliğin ayaklar altına alınmasına yargının katkısı yadsınabilir mi?
İmar bütünlüğüne, mevzuatına ve ihlallerine hakim olamayan yargının var olduğu yerde doğal afetlerin yıkımına ve kayıplarına karşı önlemler de sönük kalıyor.

Kararname devleti hukuk devletine karşı

Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı kararnameleri (CBK) için verdiği “yasada var/yok” üzerine kurulu kararı ise hukuk devletinin en temel ilkelerinden olan öngörülebilirlik ve hukuk güvenliği ilkelerini sarsarak idari düzenlemelere geniş ve esnek yol açtı. 

Yaşam hakkını, sosyal devlet hakkıyla birlikte okuyamayan bir yargı erkek egemenliğine karşı kadını, çocuğu, LGBT’leri ezmeye devam etti. Kadın cinayetleri gibi işçi cinayetleri de meşrulaştırılmaya devam ediyor. 

Pandemide ekonomik önlemler derken, ekonomiyi yalnızca sermayenin çıkarı olarak gören siyasal iktidar ve ona bu konuda destek veren yasama organı hangi yargı kararıyla durdurulabilir ki. Parti devlet yargısı “onay” dışında devreye girebilir mi?

Gayet iyi bilinen konunun özü şu: Hukuku ve yargıyı sorun alanlarıyla boğan ve adaleti tıkayan toplumsal ve ekonomik ilişkidir, sınıfsallıktır. 

Sermaye sınıfının sömürücü düzeni, bu düzen içindeki sınırsız özel mülkiyet ve üretim ilişkilerinden kaynaklanan çıkar ilişkileri sürdükçe sağlığımız, eğitimimiz, sosyal güvencemiz, mülkiyet ve gelir dağılımımız eşitsiz, adaletsiz olacaktır. Her adli yıl açılışı da bu düzenin minik çatlaklarını üzerini kapatarak onarmanın söz ebeliğiyle başlayacaktır.  

Adaletsizliği, suçu ve hukuksuzluğu teşvik ederek yaşatan, toplumu suça ve hukuksuzluğa iten kapitalist düzenin kendisidir ve bu düzen eşitsizlikle, keyfilikle, adaletsizlikle ve suçlarla beslenir. Bu düzende düzen içi kurumlarla adalet aramak yanılsamadır.   

Adaletsizlik düzende var

Düzenle mücadele edilmeden düzenin adaletsizlikleriyle mücadeleyle yetinmek uzlaşmacılığın ekmeğine yağ sürer. 

Geçen yıl dikkati çeken konulardan birinin bireysel başvuru yoluyla hak aramanın müessese olarak tıkanması olması emperyalizmin dayattığı adaletsiz uluslararası hukuk ve yargılama sisteminin de, o çok önemsenen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini de kapitalist düzenle birlikte çürümeye başladığını göstermektedir.

Hukuku ayaklar altına alanlar düzenden besleniyor, hak aramayı ve adil yargılanma hakkı talebini suç sayanlar düzenden besleniyor. Adaletsizlik, baskı ve şiddet düzenden besleniyor.

Çürümenin yargıya da yansıması kaçınılmaz. 

Kapananla açılan farklı değil. 

O halde emekçi halk için, ezilenler için her adli yıl açılışı durum tespiti ve hafif eleştirilerden öte doğayı ve insanı katleden bu düzene karşı mücadele yollarını döşemek, mücadele kalelerini güçlendirmek olmalı.