ABD'nin petrol hamlesi: YPG'ye bekçilik, Türkiye'ye tüccarlık

YPG petrollerinin satışına aracılık etmek, Suriye'nin kuzeyini Türk sermayesine açacağı gibi, bölgeyi Türkiye'ye siyasi olarak bağımlı hale getirecek bir potansiyele sahip. Zira Ankara, "ekonominin görünmez eli"yle vurulan pranganın, askeri güçle sağlanan caydırıcılıktan çok daha kalıcı olduğunu Kuzey Irak'ta gördü.

Ali Örnek

ABD'nin Suriye petrollerinin gaspı için resmen harekete geçmesi YPG'nin rolü açısından yeni bir duruma işaret etmiyor. Zira Trump yönetimi bir süredir YPG'ye petrol kuyularına bekçilik misyonu verdiğini açıkça dile getirmekten sakınmıyordu. Ancak gasp konusunda Türkiye'nin tutumunun ne olacağı henüz muallak. Ankara ilk elden YPG ile ABD'li şirket arasında yapılan anlaşmayı kınasa da, Türkiye üzerinden yapılacak petrol satışının getireceği ekonomik ve siyasi faydayı kolaylıkla göz ardı edemez. Nitekim YPG petrollerinin satışına aracılık etmek, Suriye'nin kuzeyini Türk sermayesine açacağı gibi, bölgeyi Türkiye'ye siyasi olarak bağımlı hale getirecek bir potansiyele sahip. Zira Ankara, "ekonominin görünmez eli"yle vurulan pranganın, askeri güçle sağlanan caydırıcılıktan çok daha kalıcı olduğunu Kuzey Irak'ta gördü.

ABD merkezli petrol şirketi Delta Crescent LLC ile PKK bağlantılı YPG'nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında varılan petrol anlaşması geniş bir yankı uyandırdı. İlk kez ABD'li Senatör Lindsay Graham tarafından ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun ağırlandığı 31 Temmuz'daki senato oturumunda açıklanan anlaşma, YPG kontrolündeki bölgelerde kalan petrol sahalarının işletilmesini kapsıyor. Pompeo'nun da yönetimin desteklediğini belirttiği  anlaşma için Delta Crescent'in ABD Hazine Bakanlığı'na bağlı Dış Varlıklar Kontrol Ofisi'nden gerekli lisansı aldığı belirtiliyor. Lisans, ABD'nin Suriye'ye uyguladığı yaptırımlar konusunda Delta Crescent'e muafiyet sağlıyor.

Şirket yeni, sicili eski

Delta Crescent LLC, petrol sektöründe oldukça yeni... Trump'ın YPG lideri Mazlum Abdi ile yaptığı ve sonrasında "'Kürtlerin petrol bölgelerine dönmelerinin vakti geldi' dedim" tweet'iyle ünlenen 2019 yılındaki görüşmeden sadece 7 ay önce, Şubat ayında kuruldu.

Delta Crescent'in yönetiminde ise üç isim bulunuyor. Bunlardan ilki ABD'nin eski Danimarka Büyükelçisi James Cain. Diğer bir isim ise petrol konusunda deneyimli yegane kişi olan John Dorrier. Dorrier, 2011 yılındaki ABD ve AB yaptırımlarına kadar Suriye'de varlık gösteren İngiltere merkezli Gulfasands Petroleum'un eski genel müdürüydü. Tam olarak Dorrier gibi olmasa da petrol konusunda "tecrübesi" olan diğer bir isim ABD ordusuna bağlı Delta Force'tan emekli James Reese. Reese sıklıkla, Suriye'de ABD'nin daha fazla askeri varlık göstermesi gerektiğini belirtiyor ve özellikle petrolün elde tutulması konusunda görüş bildiriyordu. Ancak onun petrol konusundaki deneyimi, kurucusu olduğu özel güvenlik şirketi TigerSwan'dan ileri geliyor. ABD'nin Dakota eyaletindeki petrol hattının 'güvenliği'ni üstlenen bu şirket, hattın topraklarından geçmesine karşı çıkan yerlilerin eylemlerine saldırarak gündeme gelmişti.

Esasında ABD yönetimi, Suriye petrolünün gaspı konusunda 2018 yılından bu yana petrol tekelleriyle temas halindeydi. Ancak Washington'un halihazırdaki petrol tekellerini ikna çabaları, gaspın bu tekeller için bile fazlasıyla uluslararası hukuka aykırı olması, devam eden savaşın riskleri, ancak her şeyden önemlisi Suriye petrollerinin ekonomik olarak cezbedici olmaması nedeniyle karşılık bulamadı. Bu nedenle de ihale, ABD'nin paravan şirketler cennetindeki Delaware'de kurulu yeniyetme petrol şirketine kaldı.

Ekonomik gerekçesi yok

Anlaşma kapsamında Delta Crescent'in iki modüler rafineri kuracağı kaydedilirken, şirket yetkilileri Suriye'nin petrol arzını savaş öncesindeki rakamlara ulaştırmayı hedeflediklerini belirtiyor. Nitekim Suriye'nin petrol rezervinin yüzde 90'ı "IŞİD'le mücadele" adı altındaki operasyonlarla YPG'nin kontrolüne girmişti.

ABD yönetimi de, Suriye petrolünün gaspıyla YPG kontrolündeki bölgeye istikrarlı bir ekonomik kaynak yaratılacağı görüşünde. Ancak Suriye petrolleri bu konuda çok da iç açıcı değil, özellikle Suudi Arabistan'ın petrol arzını artırarak varil fiyatlarını dibe vurduğu bu dönemde...

Suriye, 2010 yılında günlük 385 bin varil ham petrol üretiyordu. Petrol satışından elde edilen gelir de kamu bütçesinin yüzde 25'ini oluşturuyordu. Ancak 2010 yılında ham petrolün varil fiyatı 79.48 dolarken, bugün Suudi Arabistan'ın arzı artırması sebeyle varil fiyatı 38 dolara kadar geriledi. YPG'nin düşen fiyatları, arzı daha da artırarak dengeleme şansı da bulunmuyor. Zira Suriye'de bugün günlük 200 bin varil üretimi bile uzmanlar için "oldukça iyimser bir tahmin". Dahası Suriye'nin rafineri ve boru hatlarından mahrum olunması da petrolün maaliyetini artırıyor. Buna bir de şimdi SDG altında yer alan, IŞİD'in eski ortağı aşiretlerin alacağı pay eklendiğinde -Zira en önemli petrol sahalarından bazıları bu aşiretlerin bölgelerinde bulunuyor- petrolden edinilecek gelirin Suriye'nin kuzeyindeki özerk yönetimi finanse etmesi imkansız hale geliyor.

Bu nedenle de anlaşmayı yorumlayan YPG yetkilileri de, ekonomik boyuttan çok işin siyasi yönüne dikkat çekiyor. Anlaşma, yetkililere göre ABD'nin Suriye'nin kuzeyindeki "özerk yönetimi" tanıması anlamına geliyor.

ABD'nin planında Türkiye'ye de yer var

Ancak bu yorum da anlaşmanın önemini betimlemekten uzak. ABD yönetimi, YPG'ye binlerce tırlık silah ve mühimmat yollamıştı. ABD'nin Suriye siyasetine yön veren bürokratları da YPG ile düzenli olarak toplantı halindeydi. Hatta Trump bile Mazlum Kobani ile doğrudan görüştü. Esasında ABD, 'IŞİD'le mücadele' adı altında Suriye'yi petrol, doğalgaz, tarım kaynaklarından mahrum bırakma planını yürürlüğe koyduğu ve bunun için YPG'yi vekil güç tayin ettiği günden beri onun Suriye'nin kuzeyindeki oluşumunu da fiilen tanımış oldu. Trump'ın 2018'de asker çekerek, YPG'yi Türkiye ile başbaşa bırakması ve sonrasında YPG'yi 'petrol kuyularına bekçi tayin etmesi' da 'tanıma'dan geri adım değildi.

Dolayısıyla asıl sorulması gereken soru, Suriye petrollerinin gaspına kimin aracılık edeceği. Zira Suriye yönetiminin bu anlaşmayı kabullenmesi beklenemeyeceği gibi, ABD'nin de Suriye'yi ekonomik olarak boğmak için yaptırımları ağırlaştırdığı bir dönemde Şam'a yeni bir gelir kapısı açması imkansız. Bu durumda gasp edilecek petrolün dünya pazarına nasıl ulaştırılacağı merak konusu... Irak bu iş için fazlaca riskli. Zira, petrolün İran destekli Haşd-i Şabi'nin bulunduğu Irak'tan kilometrelerce taşınarak, yine Haşd-i Şabi'nin kalelerinden Basra üzerinden dünyaya ulaştırılması gerekiyor. Diğer bir alternatif ise halihazırda işletilen Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Türkiye hattı. IŞİD'in de kullandığı ve şimdilerde YPG'nin de kısıtlı petrol satışı yapabildiği bu güzergah şöyle işliyor: Aracılar petrolü tankerlerle IKBY'ye taşıyor. Burada IKBY'de üretilen petrole karıştırılan Suriye petrolü, Yumurtalık'a pompalanıyor, daha sonra da uluslararası markete ulaştırılıyor. Ancak bu ticaret, günlük 200 bin varillik bir üretimi dünya pazarına ulaştırmaktan uzak. Dolayısıyla Türkiye'nin limanlarına ve rafinerilerinin bu ticarete tümüyle açılması gerekiyor ve bunu sadece Washington'un tam desteğini alan ABD'li bir şirket yapabilir. Nitekim, Al Monitor'den Amberin Zaman'ın konuştuğu ABD'li kaynaklar, Trump'ın Suriye özel temsilcisi James Jeffrey'in anlaşmayı Türkiye'ye bildirdiğini ve onayını aldığını kaydediyor.

Petrol prangası

Ankara'nın ilk resmi tepkisi ise beklenildiği üzere kınama oldu. Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, anlaşmanın uluslararası hukukun ihlali olduğu gibi, Suriye'nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine kast ettiği ve hatta terörizmi finanse etmeye yönelik olduğu kaydedildi. Ancak Dışişleri açıklaması, Ankara'yı sık sık ziyaret eden Jeffrey'in anlaşma konusunda bilgilendirdiği Türk muhattaplarının tepkisinin ne olduğuna dair fikir vermekten uzak. Zira Ankara, atıf yaptığı Suriye'nin egemenliği ve toprak bütünlüğünü ihlal etmek kosunuda oldukça kabarık bir sicile sahip. Bu sicili tek başına, TSK'nın kontrol ettiği bölgeleri cihatçı gruplar için "güvenli bölge" haline getirmek oluşturmuyor.  Örneğin son dönemlerde TSK'nın kontrol ettiği Suriye topraklarında, Türk lirasını kullanma zorunluluğu getirildiği ortaya çıktı. Suriye lirasını yok etmeye yönelik bu çaba, ABD'nin Sezar Yaptırımları ile Suriye ekonomisini tümüyle çökertme çabasına parallelik arz ediyor.

Adı zikredilmese de son petrol anlaşmasında, gözler esas olarak Ankara'ya çevrili. Türkiye açısından, Suriye petrollerinin gaspına aracılık etmek, bu ülkenin kuzeyini Türk sermayesine açmak için oldukça iyi bir girizgah olabilir. Ayrıca Türkiye, Kuzey Irak deneyimiyle, ekonominin görünmez elinin vurduğu pranganın, askeri caydırıcılıktan çok daha kalıcı olduğunu öğrenmiş oldu. Nitekim bugün IKBY Türk şirketleri tarafından imar edilirken, petrol gelirine bağımlılık da Erbil'i Ankara'nın siyasi olarak güdümüne soktu. Aynı senaryonun Suriye'nin kuzeyinde de işleyebileceği açık. Üstelik, YPG, IKBY lideri Mesud Barzani'ye yakın Suriyeli Kürt partileriyle diyaloğa girerek hem Ankara'ya hem de Erbil'e olumlu bir mesaj da gönderdi.

Plan işler mi?

ABD'nin yeni planının işleyip işlemeyeceği ve bunun bir YPG-Ankara müzakere sürecini başlatıp başlatmayacağı sorusuna yanıt vermek için henüz erken. Zira sorunun yanıtını verebilmek için, Ankara-Washington-Moskova ilişkilerinin seyrinin ne olacağı ve Suriye'de planın yaratacağı pürüzlerin aşılıp aşılamayacağını kestirebilmek gerekiyor.

Türkiye, Rus uçağının düşürülmesi sonrasında Suriye'de yumurtaları tek başına ABD'nin sepetine dizmekten vazgeçmiş, Rusya-ABD çatlağının tam ortasına yerleşerek el yükseltmişti. YPG petrollerine aracılık ise yumurtaların yeniden sadece ABD'nin sepetine dizilmesi anlamına geliyor ki, Türkiye niyeti olsa da yeniden ABD'nin gerisinde arz-ı endam etmek konusunda tereddütlere sahip. Ayrıca yeni bir YPG açılımı, zaten oy kaybeden Erdoğan'ı iç siyasette de zor durumda bırakabilir. Dahası Suriye yönetimi Deyr Ezzor'daki aşiretlerle ilgili oldukça geniş bir birikime sahip ve petrol rantının bu aşiretler arasında yaratacağı anlaşmazlıkları kendi lehine kullanabilecek kadar mahir.... Şam'ın, 1980'li yıllara kadar uzanan ilişkileri neticesinde PKK ve YPG'yi çok iyi tanıdığı biliniyor. Suriye bugüne kadar YPG'yi doğrudan hedefe koymaktan imtina etmişti, ancak petrol anlaşması YPG açısından Ankara ile masaya oturmayı hedeflerken, Şam ile masanın tamamen devrilmesini beraberinde getirebilir.