3 MART | Bugün halifeliği sadece meczuplar mı tartışıyor?

Kaldırılmasının 97. yılında 'halifeliğin geri getirilmesi' tartışmalarını TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'a sorduk.

Haber Merkezi

3 Mart 1924 günü Cumhuriyet'in Meclis'i üç devrim yasasını kabul etti. Hilafetin kaldırılması, devrim yasalarından birisi olarak tarihe geçti. Bugün her üç devrim yasasının da Cumhuriyet'in ilk yıllarına damga vuran etkileri zayıflamış gibi görünüyor. Hilafet ise tartışmaya açılmış durumda. Hilafetin kaldırılmasının "yanlış" olduğunu söyleyenler var. Halifeliği geri getirme isteğini gizlemeyenlerin marjinal islamcı militanlardan ibaret olduğunu da artık söylemek zor görünüyor.

Hilafeti ve kaldırılmasını TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'la konuştuk.

'Birileri meczuplaşarak öncülük yapıyor, mayınları temizliyor'

Geçmişten değil, bugünden başlayalım. Bugün "hilafet" tartışmalarının bir karşılığı var mı? Halifeliğin geri gelmesi gibi bir şey meczupluk seviyesinde marjinal bir takım grupların fantezisi olmaktan öte bir anlam taşımıyor gibi görünüyor. Ama tartışma da bir türlü gündemden düşmüyor. Neden böyle?

Türkiye’de gericilik, çoğu kez meczup bir görüntü verir. En ciddileri için bile geçerlidir bu. Öte yandan, bu görüntüden, Türkiye’de gericiliğin gerçek bir olgu olmadığı sonucuna varılmamalıdır.

Yıllar öncesinden bir örnekle devam etmekte yarar var. Geçtiğimiz günlerde iktidarı ve muhalefeti ile göklere çıkarılan Erbakan’ın yıldızının parladığı 1970’li yıllarda, Milli Selamet Partisi’nin söylemi birçok kişi açısından “komedi”ydi, dalga geçenler vardı. Erbakan başarının kimilerinin gözünde meczuplaşmaktan geçtiğini kavramıştı, bayağı rol yapıyordu.

O MSP yüzde 11 oy aldı ve Türkiye’nin kilit partisi haline geldi. Bu nedenle “meczup” diye kestirip atarken dikkatli olmalı. Bugün en uç örneklerini Osmanlı Hanedanlığından gelen kişilerde gördüğümüz “abartılı” ve gayri ciddi görüntü, gerçek-üstü hissi yarattığı oranda tehlikenin küçümsenmesi ve kanıksanmasına neden oluyor. Bunu bilerek yapıyorlar. Şu anda halifeliğin yeniden ilanı türünden bir çıkışın henüz karşılığı yok ama bu Türkiye’de bunun için altyapı çalışmalarının sürmediği anlamına gelmiyor. Birileri meczuplaşarak öncülük yapıyor, mayınları temizliyor, buzkıran işlevi görüyor ve yolu açıyor. AKP’nin hilafet diye bir gündemi olmadığını söylemek fazlasıyla saflık, naiflik olur.

'Hiçbir sıfat ya da makam, gerçekliği ters yüz edemez'

Hilafetin kaldırılmasına dönük eleştirel değerlendirmeler özellikle AKP iktidarının ikinci yarısında öne çıkmaya başladı. "Türkiye'nin islam dünyasındaki önderlik potansiyelini ortadan kaldırdığı" yönündeydi bu görüşler. Siz ne düşünüyorsunuz?

Hilafet makamının kendi başına büyük bir otorite ya da iktidar kaynağı olduğunu söylemek gerçekçi değil. Dört halifenin ardından İslam’ın daha geniş bir coğrafyaya yayılması hem ona ilişkin yorumları çeşitlendirdi hem de İslamiyet adına son sözü söyleme iddiasındaki odakların sayısını artırdı. Uzun bir süre halife değil, Halifelerden söz etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bir rekabet ve hatta çatışma söz konusu. Burada halifelik ilanı, belli bir güce ulaşan İslam Devletleri’nin, o gücü tescil ettirme girişimi olarak görülmelidir. Osmanlı İmparatorluğu’nda da halifelik, imparatorluk belli bir genişliğe ulaştığında ciddiye alınır bir olgu haline geldi. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu, İslam coğrafyasının tamamı olmasa bile önemli bir kısmına hakim durumdaydı. Hatta öyle ki, İmparatorluğun sınırlarına ulaştığı ve artık yavaş yavaş gerilemeye başlayacağı dönem halifeliğin padişahlar için ek bir otorite kaynağı haline geldiği dönemdi. Sonra dünyada burjuva devrimlerinin etkisi hissedilmeye, Osmanlı’da da Tanzimat ve ardından Meşrutiyet ilanı gerçekleştiğinde, halifelik makamının ağırlığının azaldığını görüyoruz. Osmanlı’nın son dönemine damga vuran milliyetçi hareketlerin Müslüman halkları da kapsaması ile birlikte Yavuz ya da Kanuni döneminde baskın bir biçimde kullanılan Halifelik makamının etkisi de doğal olarak azalıyordu.

Osmanlı’nın son döneminde, hele hele 1918 yılında Halifelik belki yok hükmünde değildi, hâlâ belli bir ağırlığı vardı ama eski önemini büyük ölçüde yitirmişti. Hiçbir sıfat, ya da makam, gerçekliği ters yüz edemez. Osmanlı kurulduğunda ve genişleme döneminde ilerici bir işlev üstlenmiş, bir imparatorluğa dönüşürken üretici güçlerin gelişimine ayakbağı olmak bir yana, o gelişimin önünü açabilmişti. Ancak bir noktadan sonra bütün imparatorluklar gibi, Osmanlı da çağdışı kaldı. Bazı makamların bu gidişatı tersine çevirmesi mümkün değildi.

'Hilafet Osmanlı için tescil işlevi gördü'

Bu tarih penceresinden baktığımızda "hilafetin Osmanlı'ya bir yararı oldu mu?" sorusuna da bir yanıt oluşuyor galiba. Bir yandan Osmanlı padişahlarının "halife" sıfatını kullanma konusunda uzunca bir dönem çok da ihtiraslı olmadığı biliniyor. Hilafetin Osmanlı için "bir enstrüman" olarak iş gördüğü oldu mu gerçekten?


Hilafet Osmanlı için daha çok bir tescil işlevi görmüştür. İmparatorluğun gücünü simgelemiştir. Bu güç azaldığında o simgenin de değeri azalmıştır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun ve padişahların İslamiyet’in Hıristiyanlığa karşı korunması ve yaygınlaşmasında üstlendiği rol, fetihlerin bu açıdan anlamı küçümsenmemeli. Kuşkusuz Osmanlı’nın yayıldığı alanda farklı inançların varlığını sürdürmesi, özgün ve önemsenmesi gereken, hatta Osmanlı yayılmasını da bazı açılardan açıklayan bir olgu. Ancak yine de Osmanlı’nın gücü, tüm İslam coğrafyası açısından (ister istemez) oldukça değerliydi. Bu güç zayıfladıkça, Osmanlı’ya karşı İslamiyet içinden tepkiler de daha fazla duyulur hale geldi. Halifeliğin İstanbul’da olması, bu tepkileri yatıştıramazdı. Çağın ruhuna aykırıdır bu.

'Mustafa Kemal'in başından itibaren hedeflediği bir dönüşümdü'

Hilafetin kaldırılması olayına gelirsek... Bu adımın arkaplanında ne var? "Cumhuriyet hilafeti neden kaldırdı?" sorusu tuhaf bir soru bir yanıyla elbette... Ama kurtuluşa yakın günlerde hilafetin "TBMM uhdesine verilmesi" fikri de ortaya atılmış, hatta Mustafa Kemal'in kendisinin halife olmak istediğini iddia edenler olmuş. Saltanatın ilgası'ndan neredeyse bir buçuk yıl sonra gerçekleşiyor Hilafetin kaldırılması. Genç Cumhuriyet'in hilafete son vermesinin nedenleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Liberallerin idda ettiğinin tersine, laiklik, yani dinin siyasal düzlemin ve devletin tamamen dışına çıkarılması, Mustafa Kemal’in başından itibaren hedeflediği bir dönüşümdü. Hilafet kurumu bu dönüşümün önündeki engellerden biriydi. Kendisini güçlü gördüğü bir anda bu adımı attı. Genç Türkiye Cumhuriyeti için hilafet bir yük olurdu. Çünkü Cumhuriyet’in kuruluşu, biraz da Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasını terk anlamına geliyordu. Oradaki iddialardan vazgeçmek… Hilafetin kaldırılması bunun ifadesidir.

'Halifelik, bu perspektifle yeniden gündeme sokulmaya çalışılmaktadır'

Bugün tartışmaya açılan sadece bir tarih değil o zaman?

Şimdi, kapitalistleşme yolunda büyük mesafeler alan ve hatırı sayılacak hacimde bir sermaye sınıfına sahip olan Türkiye’nin yeniden İslam coğrafyasına yayılması için arayışlar içine girmesi sadece AKP’nin ideolojik tercihlerine bağlanamaz. Türkiye’nin bu coğrafyadaki rekabete katılmasının ekonomik arka planı hafife alınamaz. Erdoğan bugün Pakistan, Malezya gibi ülkelerle kurduğu ilişkiler ile, Avrupa’daki Türkiye çıkışlı büyük nüfus üzerindeki etkisi ile, Hindistan’daki müslümanlar arasındaki popülerliği ile, Balkanlar ve Kafkaslarda dinselliği ve Türklüğü kullanarak yarattığı kanallar ile, Afrika’da tuttuğu kritik noktalar ile İran, Suudi Arabistan ve Mısır’la beraber İslam dünyasında hegemonya kavgasına giriştiyse, bunun itici gücü Türkiye burjuvazisidir. Halifelik, bu perspektifle yeniden gündeme sokulmaya çalışılmaktadır. Öte yandan AKP sayesinde ortaya çıkan etki alanı ne olursa olsun, Türkiye kapitalizminin İslam coğrafyasında diğer rakipleri alt ederek öne çıkması mümkün değildir. Daha doğrusu İslam coğrafyasında hiçbir gücün tek başına borusu ötmeyecektir. Bu açıdan Osmanlı’nın tekrarı olanaksızdır.