21. Yüzyılda neden ulusların sosyalist bütünleşmesine ihtiyacımız var?

İklim değişikliğinden savaşlara kadar biriken sorunları aşılması için ulusal sınırların ötesinde üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti üzerine inşa edilecek bir merkezi planlamaya ihtiyaç var.

Erhan Nalçacı

Erhan Nalçacı, Bilim ve Aydınlanma Akademisi Kolektif Yaşamı Kurgulama Bilim Alanı

Giriş

2019’un Aralık ayında gerçekleşen Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu’nda ulusların sosyalizm altında bütünleşmesi sorununa kısaca bir giriş yapmıştık (Nalçacı, 2020a). Ayrıca Ali Somel aynı sempozyumda geçen yüzyılda yaşanan sosyalist ekonomileri bütünleştirme konusunda sınırlı ama çok önemli bir deneyim olan Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) hakkında bir bildiri sunmuştu (Somel, 2020).

Sosyalist bütünleşme denildiği zaman farklı bir modelden bahsedildiği sanılmamalıdır. Burada devrimci bir dalganın üzerinde zayıf halka adayı olan uluslardan başlayan sosyalist devrimler sonrasında bir bütünleşme sürecinden bahsedilmektedir. Yoksa birçok ulusun sosyalist devriminden önce sosyalist tarzda bütünleşmenin imkânsız olduğu çok açık, ama işi sağlama almak için bir kez baştan belirtmekte yarar var.

İkinci olarak, sosyalist bütünleşmenin mülkiyet biçiminde köklü bir değişikliği ifade ettiğini söylemeliyiz. Günümüz emperyalizminin bunalımının en çarpıcı yanının üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişki olduğunu biliyoruz. Ancak üretimin toplumsal niteliği uzun bir süredir ulusal sınırları aşan bir ilişkidir. Uluslar arasında sermaye transferi ve ara ürün dolaşımı üretimin toplumsal karakterini uluslararasılaştırmıştır. Bu nedenle mülkiyetin işçi sınıfının öncülüğünde emekçi sınıfların eline geçmesi aynı zamanda işçi sınıfının iktidarında toplumsal mülkiyetin de uluslararasılaşması anlamına gelecektir. 

Bu olayın günümüz hukukunun ve egemen ideolojinin tanımladığından çok farklı bir süreç olduğu ve fikir olarak alışmanın kolay olmadığını tahmin edilebiliriz.

Ancak Avrupa’da feodalizme bakılabilir, onlarca yüzlerce küçük tasarruf alanına bölünmüş devletlerin ulus olarak birleşmesi bin yıldan fazla bir süre hayal olarak kalmıştır. Örneğin, burjuva devrimine geç ulaşan ve ulusal birliğini ancak 1870’lerde kazanan İtalya tarihine göz atılabilir (Daha fazla bilgi için; Duggan, 2020). O dönemde yaşayan insanlara, dükalıklar, prenslikler ve küçük devletçikler arsındaki sonu gelmeyen savaşlar toplumun doğal hali gibi geliyordu muhakkak. Burjuva devrimleri bu çok sayıdaki parçayı bir ulus altında toplayarak üretimi, pazarı, emek gücü dolaşımını çok daha büyük bir coğrafyada bütünleştirdi. Burjuva devrimlerinin ulusal coğrafyalar yaratması birkaç yüzyıl aldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürgeciliğin çökmesi ile birlikte çok sayıda ulus kuruldu, bugün iki yüzün üzerinde ulus olduğu biliniyor. Şimdi bunlar arasında sonu gelemeyecekmiş gözüken sürtüşmeler, savaşlar ve rekabet söz konusu.

Bu kadar çok parçanın giderek büyüyen sosyalist bütünleşmesi ve nihayet tek bir dünya sosyalist sistemi olarak birleşmesi insana ilk anda imkânsız gibi geliyor.

Ama şu unutulmamalı, bugün birkaç sosyalist devletin dışında bütün uluslar gericileşmiş, ufuksuz ve en nihayet insanlığı bir felakete doğru sürükleyen sermaye sınıflarının tasarrufunda bulunuyor. Evet, tekellerin sanayi, finans, ticaret ve toprak mülkiyeti bulunur ama sınıf olarak ülkenin tasarruf hakkı bir özel mülk gibi sermaye sınıfına aittir. Milliyetçi ideoloji, sermaye transferi, emperyalizmle işbirliği, yayılmacılık tutkusu, kâr güdüsü, sömürü oranını yüksek tutma azmi, gericilikle ittifak eğilimi ve militarizm büyük ölçüde bu sınıfın ulusal egemenliğinin yansıyış biçimidir. Bu durum büyük bir akıldışılığın tüm emekçi sınıflara dayatılması anlamına geliyor.

Bütünleşmenin asıl konusu olan tedarik zincirlerini ise başka bir bildiride değinmek üzere erteleyeceğiz. Sonuçta sosyalist bütünleşme merkezi planlamanın uluslararasılaşması anlamına gelir. 

Sosyalist bütünleşmede hem dünya eşit olarak kalkınacak, emekçiler çok yönlü olarak bu sürecin içinde yer alacaklar, hem de bugünkü burjuva toplumunun yarattığı akıldışı tüketim bir tasarrufa dönüşecektir. İki yüz yıl önce İngiltere’de, yüz yıl önce Almanya ve ABD’de ve şimdi Çin’de meta üretiminin yoğunlaşması ve büyük miktarlarda ham maddenin dünyadan toplanıp bu merkezlere aktarılması bu akıldışılığın başlıca örneğidir. Oysa merkezi planlama ile dünya sosyalist sisteminde ham madde, sanayi ve tarım ürünleri mümkün olan en kısa yolu kat etmelidir. Bu ancak toplumsal eşitlik ve toplum refahını öngören bir merkezi planlama ile başarılabilir. Üretim birimleri1 ihtiyacından yeteneğine kadar ilkesi ile planlamaya birlikte bağlanacaklardır.

Bu bildiride ulusal düzeyde burjuva hukukunun neden olduğu tıkanmalar ve saçmalıklardan örnekler vereceğiz. En önemlileri değil bu örnekler ve bunlar gibi binlercesi verilebilir. Ama şimdi esas meseleyi ele almayı öteleyip üç tali örnek üzerinden burjuvazinin ulusal egemenliğinin nasıl zarar verdiğine ve çözümsüzlük ürettiğine bakalım.

1-İklim sorunu ve Amazon ormanlarının ulusal düzeyde yok edilişi

Bu yılın başında Bilim ve Aydınlanma Akademisi İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu (2021) iklim sorunları üzerine bir rapor yayınladı. Rapor kapitalist üretim ilişkilerinin son 200 yılda iklimi ne kadar hızla değiştirdiğini belgeliyor. Özellikle CO2 emisyonundaki artışın sera etkisiyle ısınmaya neden olduğu, bunu yarattığı kısır döngülerin su seviyesinde yükselme, kuraklık veya aşırı yağış gibi yaşamı, tarımsal üretimi tehdit eden olaylar zincirine yol açtığı bildiriliyor.

Bu kapsamlı konuya burada girmeyeceğiz, ancak CO2 bilançosuna en çok etkili olaylardan birinin ormanlık alanlar olduğu biliniyor. Dünyanın akciğerleri olarak kabul edilen Amazon ormanlarının korunmasının ayrı bir değeri bulunuyor. 

Amazonlar üç ayrı devletin sınırları içinde bulunmasına karşın burada en büyük parçasını içeren, Amazon ormanlarının sistematik olarak tahrip edilmesinin sermayenin ulusal bir politikası haline geldiği Brezilya’dan bahsedeceğiz.

Amazonların ormansızlaştırılmasının ulaştığı hız korkutucu bir boyuta ulaşmış durumda, her bir dakikada beş futbol sahası kadar alan ağaçlardan temizleniyor.

Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro ve hükümeti uzun süredir, Amazon ormanlarının tahrip edilerek yeni tarım alanları açılmasında rolü olduğu gerekçesiyle eleştiriliyor.

Ormanların korunması ile ilgili görev yapan kurum Ibama'nın bütçesinin % 40 oranında kesilmesi, eleştirilen uygulamalardan birisi. Ülkenin uzay kurumu Inpe'nin verilerine göre Ağustos 2019 - Temmuz 2020 döneminde 11.088 kilometrekarelik orman alanı yok edildi. Bu, bir önceki yıla kıyasla % 9,5'lik artış anlamına geliyor. Hatta Brezilya'da Amazon ormanlarının Facebook'ta satıldığı haberi çok yeni infial yarattı (BBC, 2021). 

Ormansızlaştırmanın sorumlusunun sığır ve soya fasulyesi yetiştirip ihraç eden az sayıdaki Brezilyalı tekel olduğu söyleniyor. Brezilya’dan talep arttıkça ve fiyatlar uluslararası dengeler nedeniyle yükseldikçe bu tekeller kâr hırsıyla ormanları hızla kemiriyorlar.

Brezilya’yı etkileyen uluslararası ortam ise emperyalist hegemonya krizinden fazlasıyla etkilenmiş gözüküyor. ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşı bu tekellerin gözünü döndürmüş.

Çin gıda tüketiminde büyük yeri olan soya fasulyesini ABD yerine başta Brezilya olmak üzere diğer ülkelerden temin etmeye başladı. Bu gereksinimi büyük oranda karşılayan Brezilya’nın sadece 2017 ile 2018 soya ihracat rakamları karşılaştırıldığında, %27’lik bir artış görülüyor.

Sığır ihracatı da öyle. Buna aslında yabancı değiliz, “ölüm gemisi” diye basına yansıyan Brezilya’dan Türkiye’ye canlı sığır taşıyan gemileri biliyoruz. Bir iki tanesinin bile Türkiye’de sorun olduğu bu gemilerden binlercesinin Çin limanlarına yanaştığını düşünün.

Çin’deki domuz gribi salgını nedeniyle Çin halkının başlıca besin kaynağı olan domuzların büyük rakamlarla itlaf edildiği ve açığın Brezilya’dan ithal edilen canlı sığırlarla sağlandığı söyleniyor.

Brezilyalı tekeller ve onlar tarafından yönlendirilen çiftçiler ise, devlet başkanı Bolsonaro’nun başlıca destekçileriydi. Brezilya’da yaşanan sadece bir ABD komplosu değildi, Bolsonaro tipi faşizan eğilimin bu şekilde bir toplumsal tabanı da bulunuyordu.

Bolsonaro çevre duyarlılığının Marksist bir sapkınlık olduğunu söylüyor. Ormanları koruyan yasaları değiştiriyor veya uygulanamaz hale getiriyor. Böylece kısa vadeli çıkarlarından başka ufku olmayan tekeller-kâr-tekellere bağlı siyasetçi döngüsü tamamlanıyor (Nalçacı, 2019).

Şimdi başlıktaki, 21. yüzyılın temel sorusuna gelebiliriz.

İnsanlığın yaşamını sürdürmesi için; ormanlar gibi doğal kaynaklar ulusal tekellerin mülkiyetinde veya egemenliği altında mı bulunmalı, yoksa dünya emekçi sınıflarının egemenliği altında mı?

2-Suyun uluslararası paylaşımı sorunu 

Su paylaşımının ve kıtlığının uluslararası bir savaş nedeni olabileceği uzun süredir yazılıyordu (Öngür, 2009). Şimdi bu neredeyse gerçekleşmek üzere. Türkiye’nin Fırat sularını tutarak Suriye’yi susuz bıraktığı söyleniyor örneğin. Ama bu bildiride dünya siyasetinde öne çıkan bir başlığı, Nil sularının Afrika ulusal devletleri arasında paylaşımı meselesini ele alacağız.

Mısır ve Etiyopya Nil sularının paylaşımı nedeniyle neredeyse savaşacaklar. Kavganın nereden çıktığı aşağıdaki haritadan daha kolay takip edilebilir.

Haritada antik çağlardan bu yana Afrika’ya ve uygarlıklara yaşam sunmuş olan Nil nehri görülüyor.

Şekil 1: Altı bin 500 km uzunluğundaki Nil nehrinin iki kaynağı bulunuyor. Biri Viktoria Gölü’nden gelen Beyaz Nil, diğeri ise Etiyopya’dan doğan Nil debisinin %80’inden fazlasını sağlayan Mavi Nil. Haritada Etiyopya’nın Sudan sınırının 30 km yakınına Mavi Nil üzerine inşa ettiği Büyük Etiyopya Rönesans (Nahda) Barajı’nın yeri görülüyor.

Haritada izlendiği gibi Etiyopya 2011 yılından itibaren Mavi Nil üzerine Büyük Etiyopya Rönesans Barajı’nı inşa etmeye başladı ve Afrika’nın bu en büyük barajına yıllarca sürecek su tutma işlemine başlandı. Etiyopya halkının %65’ine yakınının elektriksiz yaşadığı düşünülürse çok sevindirici bir gelişme. Ayrıca barajın Sudan’daki Nil taşkınlarını da önleyeceği söyleniyor.

Ama Mısır ve Etiyopya’nın ulusal çıkarları şiddetli ve dramatik bir şekilde çatışıyor. Nüfusunun %95’i Nil kenarında yaşayan Mısır önemli bir su ve elektrik kaybına uğruyor. Mısır’da barajlarda su seviyesinin düşmesi ile %40’lara varabilecek elektrik üretimi kaybı bekleniyor.

Ancak bugüne kadar çok sayıda uluslararası anlaşma emperyalizmin etkisi ile Mısır’ı kayırmış gözüküyor. Nil’e kıyısı bulunan Afrika ülkeleri içinde Etiyopya suyun ancak binde altısını kullanma hakkına sahipti yakın zamana kadar.

Şimdi ise ağırlıklar değişmiş gözüküyor. Rönesans barajı büyük ölçüde Çin kredileri ile inşa edildi. İsrail ise askeri olarak Etiyopya’ya destek veriyor gözüküyor. Sorunun müzakeresi için ülkeler ABD arabuluculuğu ile buluşuyorlar.

Bu uluslararası çıkar çatışması emperyalizme alan açıyor.

Artık baraj inşa edildiği için en büyük gerilim barajın doldurulma hızı etrafında çıkıyor. Etiyopya barajı 6 yılda doldurmak istiyor, Mısır en az 15 yıl öneriyor. Çünkü 6 yılda dolmasının Mısır’da tarım arazilerinin %17’sinin kurumasına yol açacağı ileri sürülüyor (Nalçacı, 2020b).

Mısır bu nedenle soruna Birleşmiş Milletler müdahalesi istedi. Son aylarda ise Etiyopya’nın ulusal anlaşmaların dışında hızla barajı doldurmaya başlaması büyük bir soruna yol açtı (Independent, 2021).

Nil sularının paylaşımında aşılmaz gibi görülen sorunlar birleşik bir sosyalizmde rahatlıkla çözülebilir. Tarım, sanayi ve enerji üretiminin ortak bir merkezi planlaması olmadan Mısır ve Etiyopya arasındaki soruna çözüm bulmak çok zor gözüküyor.

3- Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye arasındaki ulusal sorunlar demiryolu ve enerji hatlarının yüzlerce km uzamasına yol açıyor

Kısa bir süre önce bir savaşa yol açan Dağlık Karabağ sorununun tabii ki tarihsel bir arka planı var, ancak sorun bu zeminde milliyetçilikten ve bölgesel güçlerin çıkarlarından kaynaklanıyor.

Oysa bu bölge sosyalizmin bayrağı altında 70 yıl boyunca barış içinde yaşadı. Sovyetler Birliği’nin çözüldüğü ve burjuva düşüncesinin her türlü karanlığı ile geri geldiği 1991’den bu yana, birkaç senede bir Azerbaycan ve Ermenistan arasında ölümlü çatışmalar oluyor, bazen savaşa dönüşüyor.

Tarihin karanlığından gelen bu kör nefret ve bölgesel egemenlik hırsı ile uğraşmak kolay değildi. Sonuçta 1921-23 arasında siyasi coğrafya sosyalizmin kalıcı barışı için şekillendi. Sovyet Sosyalist Ermenistan Cumhuriyeti, Sovyet Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti ve Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan ve Dağlık Karabağ Özerk Bölgeleri oluştu.

Sovyetler Birliği döneminde karmaşık etnik sorunları çözmek için çok sayıda özerk bölge kurulduğu biliniyor. Bu otonom bölgeler barışın korunmasında çok işlevli olmuştu.

Dağlık Karabağ’ın nüfus çoğunluğu Ermenilerdeydi ve bu rahatsızlık o zaman da tam olarak giderilememişti.

Ancak daha önce söylediğimiz gibi 70 sene boyunca bu bölge sakinliğini korumayı başardı.

Bunun birçok nedeni var, ama en önemlisi burjuva düşüncesinin ve onun ürünü olan milliyetçiliğin ve şovenizmin örgütlenmesine izin verilmemesiydi.

Halklar arasında eşitlik, sosyalist kalkınma ön plandaydı. Gerçekten bu birbirini yiyen halklar çok hızlı uyandılar ve bir kültür mucizesine tanıklık edildi. Her iki halktan kendi dilinde üreten şairler, yazarlar, besteciler, opera sanatçıları çıktı.

Sovyetler Birliği’nin karar alıcı üst kurumlarında Azerbaycan ve Ermeni liderleri birlikte çalışıyor, karşılıklı olarak Ermenistan ve Azerbaycan halkı kültürel, ekonomik ve askeri işbirliği içinde birbirinin ülkesine yerleşmekte sakınca görmüyordu.

Akıl almaz şekilde bugün havaya uçurmakla tehdit ettikleri nükleer santral ve barajlar Sovyetlerin ortak kalkınma planlarının ürünüydü ve birbirlerini tamamlıyorlardı.

Ayrıca her iki halkta bütün emekçileri bağlayan Sovyet sosyalizminin korunması ve dünya emekçi halklarıyla dayanışma duygusu hâkimdi.

Eğer sosyalizm bir 70 yıl daha sürseydi, iki halk çok daha fazla kaynaşmış, bütünleşmiş olacaktı.

Bu tabloyu bozan şey, nedenlerine girmek bu yazıda imkânsız, varlığını şu veya bu şekilde koruyan burjuva düşüncesinin Sovyet topraklarında tekrar örgütlenmesi oldu.

Çözülmeye doğru milliyetçilik hortladı. Ermenistan 1987’den itibaren Dağlık Karabağ’ın kendisine bağlanmasını istemeye başladı. Sovyetler dağılırken ilk milliyetçi zeminde çatışma bu bölgede yaşandı. 1991’de başlayan, yine Hocalı katliamı gibi korkunç olaylarla giden savaş ancak 1994’te sonlandı. Savaş sonlandığında burjuvazinin açgözlü hukukuna geri dönülmüştü.

Her iki ülkede de bir etnik temizlik oldu. Etnik saldırılar bir yana, Ermenilerin Azerbaycan’da, Azerilerin Ermenistan’da yaşaması imkânsız hale geldi ve göç yaşandı. Koca bir Sovyet bütünleşmesinde alınan yoldan geri dönülmüştü.

2006’da petrol sevkiyatına başlanan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı ve diğer enerji koridorları Şekil 2’e görülmektedir. Sonuçta ülkeler arasındaki düşmanlık öyle bir boyuta vardı ki aşağıdaki haritada gördüğümüz demiryolu ve enerji yolları Ermenistan’ı dolanmaya ve Gürcistan üzerinden geçmeye başladı. Eğer bu yollar Bakü’den çıkıp Ermenistan’dan geçerek Türkiye sınırındaki en yakın noktadan giriş yapsaydı yol yüzlerce kilometre kısalacaktı.  

Şekil 2:Enerji hatlarının Kafkas ve Orta Asya’da üretilen petrol ve doğal gazın Türkiye aracılığı ile Batı piyasalarına ulaştırıldığı görülmektedir. Bu hattın Ermenistan ile yaşanan gerilim nedeniyle Gürcistan üzerinden yolu uzatarak Türkiye’ye giriş yaptığı göze çarpıyor.

Tabi bunu sadece yolun uzaması şeklinde değerlendirmek doğru değil, Türkiye-Ermenistan-Nahçıvan-Azerbaycan arasındaki bütün ekonomik-kültürel ilişkilerin sınırlandırılmasının bölgenin emekçi halklarına getirdiği kayıplar olarak okumak daha doğru olacaktır.

Yolun bu şekilde uzaması çok tali gözükebilir ancak buna benzer emekçi sınıflara burjuva hukuku nedeniyle dayatılmış binlerce örnekten biri olarak olayın nedenlerini kavramak çok önemli.

Sonuç

İnsanlık kapitalizmin en nihayet emperyalist düzenin biriktirdiği muazzam sorunlarla karşı karşıya. Düzen yapısal krizi içinde bu sorunları çözeceğine giderek daha da ağırlaştırıyor. Tarihsel veriler bu yıkıcı ve dehşet verici sorunların düzen içinde çözümünün imkansız olduğunu gösterdi.

İklim değişikliğinden plastik atık sorununa, açlıktan su kıtlığına, savaşlardan göçlere biriken sorunları aşılması için ulusal sınırların ötesinde üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti üzerine inşa edilecek bir merkezi planlamaya dünyanın acilen ihtiyacı var.

Kaynaklar

BBC. (2021). Amazon ormanları Facebook'ta satılıyor. 5 Mart 2021

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56291371

Bilim ve Aydınlanma Akademisi, İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu. (2021). Kapitalizmin iklim değişikliği sorunu, nedenleri, sonuçları ve çözüm arayışları http://bilimveaydinlanma.org/kapitalizmin-iklim-degisikligi-sorunu-nede… (Son erişim: 13.03.2021)

Duggan, C. (2020). İtalya’nın kısa tarihi. T. Erkmen (Çev), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Independent. (2021). Mısır- Etiyopya gerilimi ‘baraj anlaşmazlığını’ derinleştiriyor. 1.1.2021, https://www.indyturk.com/node/294041/d%C3%BCnya/m%C4%B1s%C4%B1r-etiyopy… (Son erişim: 15.03.21)

Nalçacı, E. (2019). Amazon yangınları ve bu yüzyılın temel sorusu. Sol Haber Portalı, 31.08.2019. https://haber.sol.org.tr/yazarlar/erhan-nalcaci/amazon-yanginlari-ve-bu…  

Nalçacı, E. (2020a). 21. yüzyılda sosyalizmin temel özellikleri kendini nasıl gösterecek?, E. Nalçacı (Ed), Sosyalist Gelecek ve Planlama, İstanbul: Yazılama, ss. 141-148.

Nalçacı E. (2020b). Suyun ulusal paylaşımı sorunu ve azami program, Sol Haber Portalı, 11.07.2020. https://sol.org.tr/yazar/suyun-ulusal-paylasimi-sorunu-ve-azami-program… 

Nalçacı, E. (2020c). Dağlık Karabağ sorunu, sosyalizmsizlik. Sol Haber Portalı, 03.10.2020, https://sol.org.tr/yazar/daglik-karabag-sorunu-sosyalizmsizlik-16053 

Öngür, T. (2009). Su savaşı kimin savaşı, https://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/48a43bb0eadc849_ek.pdf?dergi=HABE… (Son erişim 15.03.2021).

Somel, A. (2020). Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi-COMOCON deneyimi: Ülkeler arası planlama mümkün mü?, E. Nalçacı (Ed), Sosyalist Gelecek ve Planlama, İstanbul: Yazılama, ss. 189-206.

Katkılar

Nevzat Evrim Önal

Öncelikle, yazarın "Bütünleşmenin asıl konusu olan tedarik zincirlerini ise başka bir bildiride değinmek üzere erteleyeceğiz" vurgusuna tümüyle katıldığımı belirtmeliyim. Meselenin bu boyutunu, bir bölümünde sosyalist devrim gerçekleşmiş bir dünyada ülkelerin üretim olanaklarının iki sistem arasında karşılıklı nasıl politik kaldıraçlara dönüşebileceği de dâhil olmak üzere tüm yönleriyle ele almamızın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zira dünyada bir uluslararası işbölümü var ve uluslararası değer zincirlerinin mevcut entegrasyon düzeyinde bu işbölümü dünya devrimlerle iki politik sisteme ayrıldığında hem kolaylıkla yok sayılamayabilir, hem de, politik tansiyonun dozuna göre, sürdürülemez hale gelebilir. 

Erhan Nalçacı'nın bildirisi ise esasen meselenin çok önemli bir başka boyutuna, coğrafi farklılıklardan doğan eşitsizlikler, fırsatlar ve sorumluluklara odaklanıyor. İktisadi anlamda, sürekli yeniden üretilmesi gerekmeyen, bilakis ya doğadan olduğu gibi elde edilen ya da çok sınırlı bir miktar emekle erişilebilen olanaklar vasıtasıyla elde edilen zenginliğe "farklılık rantı" denir. En bilinen örneği doğal kaynaklar olan bu zenginlik biçimi, insan emeğiyle üretilmediği için paylaşımı da sıfır toplamlıdır ve daima kanlı el koyma hamlelerine konu olmuştur. Söz konusu olanakların büyük bölümü yer değiştirebilir olmadığı için, ulusların birleşmesini sağlayan sosyalistler böylesi doğal kaynaklar üzerinde de ulusal düzeyde bir dışlayıcı tasarrufa dahi ilkesel olarak karşı olmalıdırlar. Sosyalizmin yeniden bir güce dönüşeceği dünyada dünyanın sosyalist kesiminin kapitalist kesimine göre en temel üstünlüklerinden biri, buradaki doğal kaynakların sosyalist ülkeler arasında ulusal-şovenist sapmalar olmaksızın paylaşılması, kapitalist cenahta ise ülkeler arasında doğal kaynak paylaşımına yönelik bir çekişmenin sürmek zorunda olması olacaktır.

Üstelik burada, doğrudan bir ülkenin coğrafyasında yer almayan doğal kaynakların (örneğin Doğu Akdeniz'de var olduğu düşünülen doğalgaz rezervlerinin) paylaşımının iyice hukuksuz, adeta korsanvari bir hal almış olmasıdır. Böylesi rant olanakları sermaye açısından doğrudan zenginliğe tahvil edilecek fırsatlardan ibaret göründüğü için, ülkeleri savaşın eşiğine getirmesi çok daha kolaydır. Nitekim halihazırda dünya çapındaki sıcak çatışma ihtimallerinden belki de en önemli ikisi bu bağlamda yaşanmaktadır: Bunlardan biri az önce değindiğimiz Doğu Akdeniz'deki olası doğalgaz rezervi, diğeri ise Rusya ile Almanya arasında inşa edilmekte olan doğalgaz boru hattına yönelik ABD'nin provokasyon girişimleridir. Dünya sosyalist bir bütünleşme sürecine girmediği müddetçe, kapitalist rekabetin çatışma yaratıcı gölgesi uzayın keşfi dâhil her türlü coğrafi meselenin temel belirleyeni olmaya devam edecektir. 

Meselenin belki de daha kritik bir diğer boyutu ise "sorumluluk"tur. Doğa insanlığın önüne yalnızca fırsatlar değil tehditler ve sorumluluklar da sunmakta, bunlar da uluslararası anlamda eşitsiz dağılmaktadır. Örneğin kasırgalar yüzünden periyodik olarak yıkıma uğrayan Küba, bu felaketlerle kendi baş etmek zorunda kalmakta, insanlığın geri kalanından yalnızca gönüllülük çerçevesinde yardım alabilmektedir. Ya da, Erhan Nalçacı’nın değindiği gibi, insanlığın tamamının sağlıklı varoluşunda önemli bir rol oynayan Amazon ormanlarının kaderi, Brezilya sermaye sınıfının kolektif iradesini temsil etmesi için görevlendirdiği, (en azından hastalığa bizzat yakalanana kadar) ülkeyi COVID-19 pandemisi yokmuş gibi yöneten bir ahmağa teslim edilmiş durumdadır. Gelecekte sosyalizm yalnızca dünyanın kontrol altına aldığı kesiminde bu ve benzeri sorumlulukları ortaklaştırmakla kalmayacak, kapitalist kesiminde insanlığın evrensel çıkarlarına karşı işlenen sorumsuzluklara karşı da çok şiddetli ve meşru tepkiler gösterme, bu tepkileri aynı zamanda kapitalist dünyada yaşamaya devam eden halklar içerisinde örgütleme görevini üstlenecektir. 

Sermaye sınıfı, tarihte kendisinden önce yer almış diğer tüm egemen sınıflar gibi insanlığın ortak çıkarları karşısında sorumsuzdur, ama tümünden farklı olarak tarihte ilk kez insanlığın ortak çıkarlarına kalıcı, bir kısmı geri döndürülemeyecek hasarlar verebilme olanağına sahiptir. Onu politik olarak sorumluluğa zorlamak, sorumsuz davranamaz hale getirmek, yok edilmesinde atılacak en önemli adımlardan biri olacaktır. 

Ogün Eratalay

Öncelikle bildiriden dolayı tebrik ederim. 21. yüzyılda neden ulusların sosyalist bütünleşmesine ihtiyacımız var?" adlı bildiri özellikle günümüzde çözümsüz gözükebilen sorunların aslında ne kadar kolay ele alınabileceğine dair işaretler veriyor. Bildiride verilen örneklere ek olarak belki de içinden geçilmekte olan küresel pandemi döneminde benzer bir kriz durumuna karşılıklı işbirliğini sistemleştirmiş bir  sosyalist ülkeler topluluğu maruz kalmış olsaydı nasıl davranırdı şeklinde bir bölüm de eklenebilir. Böylece küresel kapitalizmin krize yaklaşımıyla arasındaki farklılıklar vurgulanabilir."

Akif Avcı

Literatürde uluslararasılaşma/ulusaşırılaşma kavramları her ne kadar birbirinin yerine kullanılan kavramlar olarak görülse de ikisi arasında bazı farklılık vardır. Özellikle Neo-Gramscian ekol tarafından tercih edilen kavram ulusaşırılaşmadır (transnationalisation). Bu iki kavram arasındaki farklara gelecek olursak, uluslararası sermaye tek bir toplumsal formasyonda üretim yapan ve genellikle ihracata dayalı sermaye fraksiyonuna tekabül ederken; ulusaşırı sermaye birden fazla ülkede üretim yapan ve üretim ilişkilerine birden fazla toplumsal formasyonda dâhil olan fraksiyona tekabül etmektedir. Bu noktadan hareketle, uluslararası sermaye tek bir devlete ve onun hâkimiyet alanına bağlı ya da devletle ilişkili iken ulusaşırı sermaye birden fazla devletin yapısına müdahale edebilir ya da o yapılarla ilişki geliştirebilir durumdadır. Bunlar göz önüne alındığında ben uluslararası yerine ulusaşırı ya da küresel sermaye tabirlerinin kullanılmasını daha sağlıklı bulmaktayım. 

Sonuç kısmında belirtilen “İnsanlık kapitalizmin en nihayet emperyalist düzenin biriktirdiği muazzam sorunlarla karşı karşıya. Düzen yapısal krizi içinde bu sorunları çözeceğine giderek daha da ağırlaştırıyor” ibaresinin yerine 

“Mevcut üretim ilişkilerinin doğduğu bu sorunlar yapısal krizlere yol açmaktadır ve sorunların çözümü mevcut düzen içinde aranamaz zira tarihsel gerçeklikler bu iddianın kanıtı nitelindedir. Bu doğrultuda denilebilir ki…” tarzında bir ibare koymak bildirinin bütünlüğünü daha iyi sağlar düşüncesindeyim. Zira mevcut halinde düzen bu yapısal krizleri çözme ehliyetine/kapasitesine/yetisine sahipmiş gibi bir anlam çıkabilir. Ayrıca muazzam sorunlar ibaresinin yerine dehşet verici ya da yıkıcı kelimeleri daha güzel olur diye düşünmekteyim. 

Yanıtlar

Burada ismi olan ve ayrıca katkı yapmayıp önerilerini metin üzerinde işaretleyen birçok BAA üyesi arkadaşıma teşekkür ediyorum. Kısaca katkılara ilişkin görüşlerim şunlar:

1-Nevzat Evrim Önal bir iktisatçı olarak sosyalizm altında ulusların bütünleşmesi sürecini çok daha kategorik hale getirmiş, kendisine teşekkür ediyorum. 

Ayrıca işaret ettiği gibi bugün Doğu Akdeniz gazının paylaşılması gibi birçok sorun bu çerçevede ele alınabilir.

Umarım bir sonraki çalıştayda, emperyalist dünyadaki değer zincirlerinin mantıksızlığını, nasıl tasarrufu engellediğini, toplumsal eşitsizliğe yol açtığını, dünyayı nasıl yaşanmaz hale getirdiğini vb. masaya yatıracak olanaklarımız olur.

2-Ogün Eratalay arkadaşımın “Pandemi süreci uluslararası bir sosyalizmde nasıl ele alınırdı?” sorusu başlıca bir bildiriyi hakkediyor. Ama çok kısaca şu söylenebilir, sosyalist bir dünya sisteminde muhtemelen salgın çıktığı yerde izole edilirdi, yani bir pandemi olmazdı. Pandeminin nedeninin yeni evrimleşen bir virüs değil, sermayenin kendini korumaya dönük açgözlü tasarrufları olduğunu çok iyi anladık bu süreçte.

Ama diyelim ki sosyalist dünyada hiç daha önce bilinmeyen bir bulaşıcı hastalık yayıldı dünyaya ve aşısı üretilebilir, uygulanabilir hale geldi. Aşının üretimi, dağıtılması ve uygulanmasını sosyalist bir dünya sisteminde geçmiş deneyimlere dayanarak tartışmak çok öğretici olurdu. Belki bir sonraki çalıştayın bir bildirisi bu konuda olabilir diye düşünüyorum.

3-Akif Avcı’nın önerileri doğrultusunda sonuç bölümünde bazı değişikler yaptım.

Ulusaşırı ve uluslararası kavramlarını oturtmak ve kullanmak içinse biraz daha birlikte tartışmaya ve üretmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Verimli bir Çalıştay dileğiyle…

Katkılar ve sorular için:

[email protected]

  • 1. Üretim birimi kavramına sosyalist Gelecek ve Planlama çalışmasında ayrı bir önem verdik. Burada sanayi, tarım ve bazı hizmet alanlarında üretim araçları ve emekçilerin yaşamlarının, lojman, kreş, okul, kütüphane, spor ve sağlık tesislerinin bütünleştiği sosyalist toplumunun işlevsel birimleri kastediliyor.