2. Bölüm: İDOB’un yeniden yapılandırılması

Yeni AKM, İDOB’un yeniden yapılandırılmasının da altyapısı olacaktır.

Melis Gönenç

6. parmak: İDOB'un yeniden yapılandırılması

Yeni AKM, yeni İDOB!

Unutmamalı ki, Opera’nın beyni Ankara, cüssesi İstanbul’dur. İşin beyin kısmı Karahan’ın genel müdür yapılmasıyla halledilmiştir. Cüsse konusu askıdadır. Yani, İstanbul’un başına klonlanmış bir Karahan gerekmektedir.

İDOB’un başında bulunan Suat Arıkan ise, İstanbul Opera’sının kurulduğu günden bugüne, kurucusu dahil, herkesten daha uzun süre müdürlük yapma rekorunu elinde tutmaktadır. Oldukça deneyimli bir isimdir. Üstelik, islamcıların birkaç kez görevden aldığı, her defasında mahkeme kararıyla geri dönmüş inatçı müdür profiline de sahiptir. Laik cumhuriyetçi kesim ona sempatiyle bakmaktadır.

Dahası var: Adam Cebeci’nin eskilerinden; hani şu, şanı makam müziğine, cazı şana, hepsini popa, elde edileni halk müziğine falan boca edip, “tüm müzikler eşit ve geçişkendir, ruhunuza dokunan her müzik iyidir” diyenlerin mottolarına kafası basmayan fosillerden. Anlayacağınız, klasik ekol. Böyle biriyle yola devam etmek, cebinde akrep taşımak gibi bir şey. Üstelik de yeni AKM döneminde.

Genç, hırslı, liberal, yani, “az bilen çok isteyen” biri bulunmalı.

İyi de nasıl?

Önce şu dinozordan kurtulmalı.

Görevden alsan, idare mahkemesiyle döner; öyle akçeli işleri falan yok. Bu sefer de, yerine getireceğimiz daha ilk günden “işbirlikçi” damgası yiyip, karizmayı çizdirecek. Kızlarını kuruma aldı, nepotizm, liyakat filan desen, malum, biz söyleyince epey komik olur. Zaten bu işler orada vaka-yı adiyeden sayılıyor. Üstelik, adamın saygınlığını arttırmaktan başka işe yaramaz. Sabah akşam, “aile kutsaldır, üç çocuk…” deyip duruyoruz, millet, “ne sorumlu babaymış, çocuklarının geleceğini garanti altına almaya çalışıyor, ne var bunda?!” diyecek. Genel müdürün yaptığı gibi, kurumun olanaklarını şahsi reklamı için kullanıyor, kendine DON KİŞOT yaptırdı, desen, Nejat Işık Belen’in parlaması ve Recep Ayyılmaz'ın arabesk fantezilerine kobaylık etme fedakarlığı dışında pek bir kazancı yok. Dahası, ortalaması alındığında, sevilen biri. Asık suratlı bir yönetim anlayışına uzak. Epey esnek davranabiliyor. Şimdiki eşinin FETÖ bağlantılarına dair iddiaları köpürtsek, acaba ne kadar tutar. (airnewstimes.com,7 Ekim 2014, haberler.com,7 Ekim 2014, sondakika.com/scandinavianagency.com, 19 Ocak 2015)


Suat Arıkan Don Kişot. Keşke gerçekte de…

Gerçekçi yöntem

Tek gerçekçi yöntem istifa etmesi, ettirilmesi.

Fırsat ayağa geliyor: AKM’nin temel atma töreni. İstanbul müdürü davet listesine alınmıyor. Yani, alana dahi sokulmuyor. Beklenti, durumu protesto edip, görevinden istifa etmesi.

Aa! Müdür oralı bile değil. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.

Bilmedikleri bir şey var: Arıkan müdürlüğü çok ama çok seviyor. Zaaflarının en büyüğü belki de bu.

Neden mi?

Bu yazının konusu Suat Arıkan değil. Onun öyküsü, İDOB’un son yirmi yılının öyküsü ile çok organik. Neo-liberal yılların en azgın dalgalarında, islamcı karanlığa karşı verilen savaşımda Opera’nın amiral gemisi İstanbul’un dümenindeydi. Aktifi ve pasifinde neler var? İDOB  ve Arıkan değerlendirmesi ayrı bir yazının konusu.

İslamcılar  üzülüyor ve seviniyorlar. Üzülüyorlar, çünkü böyle bir durumu sineye çekebilmiş biri, hiçbir koşulda istifa etmeyecektir. Seviniyorlar, çünkü bu derece zaafı olan biriyle kolayca anlaşılabilir.

Esnaflıktan gelen İslamcılar pazarlığı bilirler; becerirler de.

Arıkan’ın emekliliğine çok kalmamış. Yerinde dursun. Ancak, etliye sütlüye karışmak yok. Zaten AKM açılıp, sistem oturana kadar da emekliliği gelir. Yani, bir tür onursal müdür. Hatta, bu çerçevede, müdür olarak kalması işlerine bile gelir:

a) Opera’nın Ankara’dan yönetileceğini, İstanbul’un geleneksel “özerklik” algısının Opera’daki tek adamlık rejimi ile geride kaldığını, bu durumun kabullenilmesi gerektiğini en kıdemli Arıkan eliyle uygulatarak göstermek çok daha etkili olur.

b) Yerine gelecek olanı telaş etmeden belirleyip, gerekli PR çalışması için zaman kazanırlar.

c) Bu şekilde, İstanbul’un efsane olmaya aday müdürü emekli olurken bir deri bir kemik saygınlığa düşecektir. Bu da, Opera-Bale kurumunu epey yontar. İslamcılara uyar.

Arıkan havlu atıyor

Arıkan boynunu uzatır. Ankara dişlerini geçirmeye başlar. Artık çok ürkektir. Bir zamanlar  arkasında figüran olan Ankara’daki çocuk, genel müdür sıfatıyla  postasını  koydukça, Arıkan resim atölyesine sığınır:

Tuval başında çalışmadığım günü kendimce yaşanmamış addediyorum.” (sanattanyansimalar.com, 10 Aralık 2019)

Klarnet tutkusunu anımsar, dersler alır, bol bol çalışır. Amacı orkestra önünde Mozart’ın Klarnet Konçertosu’nun en azından 2. bölümünü seslendirmektir. (sanatcepte, 4 Mayıs 2020)

Yurt dışına daha çok çıkmaya başlar.

Lakin, İDOB  da elden ayaktan düşmeye başlar. Ankara’yı rahatsız eden bazı bilgiler basına sızınca, Karahan kelle ister. İstanbul müdürü, Genel Müdür’ün kaprisine boyun eğip, yönetimden iki kişiyi haksız biçimde feda eder. Artık kapı açılmıştır. Bu kez de 9 kişinin işten atılması istenir. Müdür sessizce onaylar.

2019-2020 sezonu İDOB için tam bir çöküntüdür. Tek bir yeni yapıt sahnelenemez. Eleştiriler artınca, Arıkan apar topar bir söyleşi ayarlatır:

Temamız gereği Retrospektif Sezon uygulamasının, yani elimizde ne var ise onunla hazırladığımız programların, “dönüp dolaşıp aynı şeyleri sahneliyorlar” şeklinde algılanması biraz acımasızlık olur. Son yıllarda Süreyya Operası’nda sergilediğimiz eserleri, yeni bir bakış ve farklı solistlerle dönüştürmek mevcut koşullar altında bence akıllıca bir tercihti.” (sanattanyansimalar.com, 10 Aralık 2019)

Uzun söyleşide, “Mevcut koşullar”ın neler olduğunu öğrenemiyoruz ama teminatın ne olduğunu öğreniyoruz:

Bizi tanıyanlar kendimizi tekrar etmediğimizi bilirler.”

Arıkan giderek daha tehlikeli sulara yönlendirilir. Müdürlük koltuğunun diyetini ödetecekler. Yeni AKM’ye kefil olmasını istiyorlar:

AKM’nin yeni sahnesinde her şeyin en iyisi olacak. Çünkü bu işleri yürüten firmaları tanıyorum. Bütün dünyanın en yeni ve en iyi opera evlerinin sahnelerini yapan en iyi firmalar AKM’de çalışıyor. Ayrıca şu an sahip olduğumuz demirhane, kundurahane, şapkahane gibi sahne üstü ve sahne arkası gibi opera ve balenin can damarı olan atölyeler yeni AKM’de hem daha büyük, hem de tüm donanımlarıyla mevcut olacak. Bu sebeple gerçekten şanslıyız. Evimiz olan AKM’ye döndüğümüzde dünyadaki en iyi opera evlerinden birine sahip olacağız.” (sanattanyansimalar.com, 10 Aralık 2019)

Yetmiyor; yeni AKM’nin liberal işletme mantığını da onaylaması gerektiği söyleniyor:

Hem saygınlığı, hem de maliyet matematiği açısından bilet fiyatları gerçekten çok daha yüksek olmalı… Bu kadar yüksek maliyetli emek yoğun bir ürünü çok düşük bir bedel karşılığı satmak pek akıl karı değil… Bu düşük fiyatlandırma politikası sebebiyle hem bilete karşı, hem de bu sanata karşı prestijden yoksun bir algı gelişiyor.” (sanattanyansimalar.com, 10 Aralık 2019)

Aynı söyleşide, laik cumhuriyetin yüksek sanatlar politikasını eleştiriyor. “Devletin sanatı destekleme ve sanatı ulaşılabilir kılma politikasının aynı zamanda yüksek sanatların saygınlığına zarar verdiğini” düşünüyor.

Yazık! 1936 Cebeci Konservatuarı’nın rövanşını almaya yeminli islamcı kadronun, o okulun parlak isimlerinden birini intihara sürüklemesi ne kadar yazık!

Suat Arıkan islamcılar ile pazarlık yapmanın onların rehinesi olmak anlamına geldiğini bilmiyor.

Oysa, islamcılar yakaladıkları eli omuzdan kopartmaya kararlılar:

Hani şu 14 Mayıs Pamukkale rezaleti vardı ya; bunların esas oğlanı Karahan’ın Antalya Opera Orkestrası’na Türk Sanat Müziği çaldırıp,hanendelik ettiği… O konser 23 Mayıs akşamı TRT’den yayınlanacak. Bütün opera müdürlüklerine reklamının yapılması emri gidiyor. İzmir iplemiyor. Diğerleri metni veriyorlar:

Klasik Türk Musikisinin değerli eserleri çoksesli, zengin ve evrensel biçimde seslendirilerek…”

Ya İstanbul?:

Türk Sanat Müziği olarak tek sesli bilinen müziğin “çok sesli-evrensel” yorumu için bu konseri kaçırmayın..” (@operabaleistanbul instagram hesabı, 23 Mayıs 2020)

Cebeci’nin çocuğu Arıkan, tekses, çokses, evrensel kavramlarını doğru biliyor, kullanıyor. Saray’a göz kırpmak saikiyle de, övücü olduğunu düşündüğü bir cümle kuruyor. Teksesli Türk Sanat Müziği’nin çoksesli, yani evrensel düzleme çekilerek daha değerli hale getirildiğini söylemek istiyor.

Peki, ya diğerleri?

Haşa! Onlar, “Klasik Türk Musikisi” adlı elmasın, lütfedip bir senfoni orkestrasının boynunu süslemesinin ancak senfonik müziğin değerini artıracağını vurguluyorlar:

“…çoksesli müziğin halkımıza tanıtılmasına da vesile olacaktır.”

Zavallı Arıkan! Şimşekleri üzerine çekeceğinin henüz farkında değil; islamcılar için tekses-çokses tartışması cumhuriyet Türkiyesi’ne, yani “eski Türkiye”ye ait bir paradigma. Çoktan aşıldı, aşılmalı. Türk Sanat Müziği bizim has ve milli müziğimiz. Neden evrensel olmak için çoksesli olunsun ki? Her müzik eşit değerde ve kalibrededir. Çoksesliliğe öykünmek özünü inkar etmektir.

Bir hafta sonra Saray’ın zılgıtı geliyor. O metin derhal düzeltilecek. Aksi halde…

30 Mayıs cumartesi. Arıkan paniğe kapılıyor. Neyin düzeltilmesi gerektiğini tam anlamamakla beraber, özür dilenmesi gerektiğini kavrıyor. Akım derken… Neyse, ne İsa’ya, ne Musa’ya diyelim.

İstanbul’un burnu sürtülüyor. Acilen düzeltme metni hazırlanıyor:

“@operabaleistanbul instagram sayfamızda 23 Mayıs 2020 tarihindeki paylaşımımızda “Türk Sanat Müziği diye bilinen tek sesli müziğin evrensel yorumu” ifadelerimizin, yanlış anlaşılmış olduğu ortaya çıkmıştır.

Oysa burada, küçük düşürücü bir ifadede bulunmak değil (buna kimsenin haddi olamaz), “Türk Sanat Müziğinin diğer evrensel müziklerden farklı ve özel bir yerde olduğu kastedilmiştir. Söz konusu konserin -bu anlamdaki- farklılığı vurgulanmaya çalışılmıştır.

Bu yanlış anlaşılmadan ötürü sanatseverlerimizden özür dileriz.” (@operabaleistanbul instagram hesabı, 30 Mayıs 2020)

Sevgili Suat Arıkan, yapmayın! Bu zikirci, hutbecilerin siyasal ömürleri aylarla sınırlı. Ne kendinizin, ne de İDOB’un başını öne eğin. İnanın değmez!

Müstakbel müdür mü?

İstanbul’un başına kim getirilebilir?

Şablon belli: Karahan bis.

Açalım:

Öncelikle liberal olmalı. Yani, ciddi bir müzik kültürü ve entelektüel görgüsü olmayan, kamusal  refleks ve duyarlılığı düşük, bireysel girişim, özel sektör, sponsorluk işlerine pek yatkın biri. İdeal olanı Bilkent’ten olması.

Türk Sanat Müziği’ne çok yakın olmalı. Mümkünse, damardan. Malum, ecdat durumları… Osmanlı, Saray filan.

Çok hırslı olmalı. Volkanik ego. Makyavel’e pabuç çıkartacak cinsten… Anlaşıldı sanırım, değil mi?

Az da olsa, belli bir yöneticilik deneyimi, ya da hukuk nosyonu olabilirse, harika olur. Karahan gibi camı çerçeveyi indirmez. Ayrıca, İstanbul’u yönetmek daha zor olabilir. Arıkan üslubuna alışıldı.

İstanbul Opera’nın vitrini. Bir kadın müdür laik cumhuriyetçi kesimce sempatik karşılanır. İslamcılar daha önce denemişler, bereketini görmüşlerdi; Meriç Sümen başa getirilmiş, çok kısa sürede genel müdürlüğe atlamıştı. Şöyle, 40’larında, entel-dantel edalı, naif görünümlü biri… Vamp ya da fettan-fücur  imaj vermeyecek. Hani, İstanbul işi işte.

Zamane insanı olmalı. Yani, mutlaka caza bulaşmış , ecdat müziğine dolanmış,Bütün müzik türleri eşit ve değerlidir; geçişkendirler. Müzikte her şey yapılabilir, yeter ki, ruha dokunsun” düsturunu amentü yapmışlardan.

Başarıya çok aç olmalı. Tatmin olamamış biri. Yani, kolay yönetilebilenlerden.

İDOB’un personel dosyalarına dalınır, ilgili yerlere sorulur, ölçülür, biçilir vee BİNGOO!: Soprano Burcu Soysev. Dişi Karahan.

Şeytanın avukatı

PR işine başlamadan, bir de şeytanın avukatına danışmalı:

Avukat: İyi hoş da, kız gelmiş 46’sına, operada hiçbir başarısı yok ki. Solist bile   olamamış. 2000-2013 arasında 13 yıl boyunca Ankara Operası’nda bırakın solistliği, önce “misafir”, ardından sözleşmeli korist statüsünde örümcek bağlamış. 2013’te İstanbul’a gelip kadrolu olmuş, yine korist olarak. Üstelik, konservatuara 28 yaşında girmiş.

Biz: Ama Bilkent’ten. Karahan gibi.

A: Tamam da, oğlanın en azından sesi var. Bu kızcağızın sesi oldukça sıradan. Sahne duruşu falan, hiçbir şeyi dikkat çekici değil ki! İstanbul Operası’nda otorite sağlayabilmesi kolay olmayabilir.

B: O işi hallederiz. En nihayetinde PR meselesi. Medya, TV… En kolayı o. “Muhteşem ses, muhteşem yorum” gibi birkaç başlık, birkaç resital, bakanlık videosu vb… İşlem tamam.

A: Karahan’da, öyle ya da böyle, uluslararası  sayfalar var. Bu kız, değil Viyana, Verona sahnesinde söylemek, Ouagadougou’da gazoz bile içmemiş. Risk almıyor musunuz?

B: Olur mu? Fazıl Say ile yurtdışı turnesi yapmış. Patara var ya, Fazıl’ın bestesi. Müthiş. İşte orada söylemiş. Zaten Fazıl o besteyi onun sesini düşünerek yapmış.

A: Şey… Bakın, opera ile o iş oldukça farklı şeyler. Yani, nasıl anlatayım… Neyse, en iyisi burayı geçelim.

B: Kız aynı Karahan; Türk Sanat Müziği’ne hasta. Üstelik kumaş sağlam. Babaanne Nezahat Soysev, TRT Ankara Radyosu’nda Türk Sanat Müziği keman sanatçısı; TRT repertuarında pek çok eseri bulunuyor. Baba İlgün Soysev TRT’de Türk Sanat Müziği program yapımcısı. Bir dönem Müzik Dairesi Başkanı. Bestekar ve udi. 234 bestesi TRT repertuarında. Kız babaanneyle 6-7 yaşlarında Türk Sanat Müziği çalışıyor. Süper. Şandan falan çok önce ecdat müziği ile efsunlanmış. Pabuç sağlam, vesselam.

Ayrıca, Karahan ile kıyaslarsan, fazlası var: Hukuk okumuş. Üstelik 4 yıllık fakülteyi 6 yılda bitirmiş. Döne döne aynı dersleri okuduğu için iyice bellemiş. Kavrayış, algı yerinde. Bilgiler oturmuş. Sonra, Ankara’da konservatuarda 2011-2013 arası hocalık yapmış. Son yılında ise, şan ana sanat dalı bölüm başkanlığı. Yöneticilik işini kıvırabilir.

Dahası, kız doçent. Sade suya soprano değil ki. Doçent soprano. Tek başına bu bile yeter!

A: Yüksek sanatlarda akademik ünvanların anlamı yoktur. Bize özgü görgüsüzlüktür. Boş verin bunları. Esas sorun şu:

Kızcağız hiçbir işi sonuna kadar götüremiyor. Yönetici olamaz. Şan için güya yanıp tutuşuyor, ama hukuk okuyor. Stajını yapıp avukat oluyor, ama TRT’de hava durumu spikerliğini daha cazip buluyor. Ankara Operası’na “misafir” olarak giriyor, “sen alaylısın,eğitimin yok” diye küçümsenince, 28 yaşında Bilkent’e gidip diploma peşine düşüyor; önce nalı buluyor, sonra atı arıyor. Tahmin edileceği gibi, diploma miplomadan da sonuç alamayınca, “şu şanın kendisini yapamadık bari hocalığını yapalım” diyerek Ankara Devlet Konservatuarı’na öğretim görevlisi giriyor, bölüm başkanı oluyor, ama daha yılını doldurmadan, istifayı basıp, İstanbul’a korist olmaya geliyor.

Ankara Operası’nın kadro kapısını aralarım umuduyla, 2012’de Lions’a göz süzüyor. Lions Kulüpleri Birliği kurucusu Melvin Jones adına verilen ödül töreni gecesinde söylüyor. Tabii, “Van-Erciş Lions İlköğretim Okulu” projesine katkı sağlamak için. (Cumhuriyet, 3 Nisan 2012) Yine sonuç yok.

8 Aralık 2016’da bu kez İstanbul’da solistliğin kapısını zorlayabilmek için TRT Avaz’a çıkıp, TİKA ve İLESAM desteğiyle ecdat müziğinden nadide bir eser icra ediyor: “Bu Gece De Necedir”. TRT Avaz’ı biliyorsunuz. Sizinkiler kurdu. Türk  dünyası ile köprüler falan… İLESAM da sizin tayfa yağızlarının teşkilatı; ilim ve edebiyatta “milli manevi değerler” zabıtalığı meslek birliği. TİKA zaten düğünün kamberi. Sovyet coğrafyasındaki Türk soyundan olanlara diğer Türkleri ekleyip, Çin Seddi’nden Adriyatik’e turan muran durumları. Sizinkiler gelince, neo-osmanlıcı oldu. Bir dönem başkanlığını şimdiki MİT müsteşarı ünlü Hakan Fidan yapmıştı. Anladınız değil mi, işte orası. İcra ettiği eser tam bir inci tanesi:

Menim şu özge canım, gurban olsun Türkmen’e.”

Babasının bestesi. Güfteyi İlter Yeşilay Hanımefendi yazmış. Onun da adı, kendi ifadesiyle, Orhun Yazıtları’ndaki İlteriş Kağan’dan geliyor. (24saatgazetesi.com, 22 Mayıs 2017) Kız bu defa sırtını epey sağlama aldığını düşünüyor. Heyhat! 3 Şubat 2017’de İDOB’un The Rake’s Progress operasında ancak bir gecelik rol. (Bu fantastik olayı bu yazıyı kaleme alan kıza sorun. Müthiş bir öykü!) Tabii, bir de Bajazet Operası’nda Irene rolü. (Mart-nisan 2017) Her ikisinde de parladığını söylemek çok güç. Yani, rekolte cılız. Ha, bir de Haliç Üniversitesi’nde hocalık kapısı açılıyor. Neyse, bu konuyu geçelim.

Nihayet yeteneğinin keşfedildiğine emin. Ancak, İDOB’un dinozoru aynı kanıda olmamalı ki, 9 ay sonra, 24 Kasım 2017’de, The Rake’s Progress’e yine bir defalığına çıkarıyor. İzleyen sezonda hiç rol vermiyor. Bir yıl sonra, Rake’s’ de tekrar söyleyecek, bu defa da pandemi nedeniyle sahneler kapatılıyor.

Hani denir ya, bastığı yerde ot bitmiyor.

B: Tamam. Tut ki, haklısın. Ama kız şarkı, türkü, pop, rock, Allah ne verdiyse dümdüz gidiyor. Tıpkı Karahan gibi. Epey tutulur. Popüler olur. Kendini kuruma kabul ettirir.

Ayrıca, dediğin gibi dikiş tutturamaması kötü değil ki. Daimi başarı açlığı kolay yönetilebilmenin vasıflarındandır, kümesten fazla uzaklaşamaz. Bize takoz olmaz.

A: Yanılıyorsunuz. Yüksek sanatların başarı ölçütü popülarite değildir. Şarkıcı, türkücüden opera müdürü olmaz. Çıfıt çarşısında arya satılmaz. Taş yerinde ağırdır. Popülarite doping gibidir. O an uçurur ama ertesi gün gözünüzü açamaz, yataktan kalkamazsınız.

Ayrıca, siz bu minvalde şarkı, türkü, pop, opera falan diye PR’a girerseniz, bu işe zaten soyunmuş olanların yanı sıra başkaları da çıkar. Acayip rekabet olur. Operacı tayfası şarkı, türküye düştü mü, ortada yüksek sanat kalmaz. O kalmayınca, kurum içinden çürür. 1970’lerin ilk yarısında, İDOB’un kurucusu efsane müdür Aydın Gün, biraz para yapmak için gazinolara çıkmak talebiyle kendisinden izin isteyen sanatçılara, ki içlerinde operanın gelmiş geçmiş en büyük seslerinden olan Ferhan Onat falan da vardı, “Opera’nın itibarını düşürürsünüz. Önce istifa edin, sonra” diyerek, istifalarını almıştı. Bir süre sonra gazinodan ayrılıp, geri dönmek istediklerinde, o ağır toplara çaylak muamelesi yapıp, solistlik sınavına sokmadan almamıştı.

B: İyi de, bizim derdimiz yüksek sanat falan değil ki. On yıllardır bu Cebeci kafası, opera, bale, senfoni diye diye kanımızı emdi. Şöyle ağız tadıyla ne zaman bir Zeki Müren, Orhan Gencebay dinlemeye kalksak, “gericiler, yozlar, hödükler” diye burnumuzdan getirdiler. Bizimkiler ilk defa dümene geçti. Bunların opera-bale-senfoni  şeytan üçgenini ecdat müziğimizle aşılayalım, seyreltelim istiyoruz. Zaten bu işe teşne operacılar var. Hem aralarında post kavgası başlaması iyidir. Ecdat müziği söylemeyene koltuk yok, baş rol yok anlayışını oturttuk mu, tamamdır. Ayrıca ne kadar çok aday çıkarsa, o kadar iyidir.

A: Vallahi, siz bizim patrona pabucunu ters giydirirsiniz!

PR başlıyor, düğmeye basılıyor

Soprano Burcu Soysev çok ama çok hırslı. Lakin, yetenekleri ile hırs katsayısı doğru orantılı değil. 13 yıllık Ankara ile 7 yıllık İstanbul deneyimi ona şunu gösteriyor: Opera sahnesinde görünür olabilmek için ya oturaklı bir yetenek, ya da suyun başında durmak gerek. Tabii, suyun başında duranlara yakın olmak da sonuç veriyor. Müdür olmak en sağlam yol. Mühür sahiplerinin tasvibi ve duaları onunla. Geriye, etkili bir PR çalışması ile popülaritesini arttırmak kalıyor. Zaten, Genel Müdür ile Bilkent’ten tanışıyorlar. Kafaları uyuşuyor.

TRT Avaz çıkışı İstanbul’daki  ilk önemli meşruiyet göstergesi. İlk ciddi PR adımı. Nitekim, izleyen 4 ay içinde İDOB’ta  biri “tesadüfi” (The Rake’s Progress), diğeri “gayri tesadüfi” (Bajazet) iki rol. Bir de sivilde resital. (Hekimbaşı Yalısı, 23 Mayıs 2017) Tabii, akil adam Şefik Kahramankaptan’ın portalında övgü dozu yüksek, CV hediyeli yazı eşliğinde:

Soprano Burcu Soysev entonasyon ve müzikalitesiyle göz dolduruyor… İçtenlikle, duygularını katarak, eserlerin özüne ulaşarak…

(İsmail Hakkı Aksu, “İstanbul Boğazında Antik Aryalar Şöleni”, sanattanyansimalar.com, 25 Mayıs 2017)

2017 Kasım’ında 5 temsillik The Rake’s Progress röprizinin birinde, 24’ündekinde söyleyecek. Hürriyet’te bir gün önce kimseye pek nasip olmayan tanıtım:

KORODAN BAŞROLE

“Anne [Trulove] rolünü o kadar sevdim ki, görev aldığım koronun yanı sıra bu role de hazırlandım. Opera yönetimine başvurdum, sınavdan geçtim, fakat prova süresi bulunamadığı için solist kadrosunda yer alamadım” diyor Soysev.

Dokuz kez sahnelenmesi planlanan eserin yedinci temsilinde her iki solist de hastalanınca Soysev prova bile yapmadan kendini sahnede buldu. Hayal ettiği rolü seslendirdi: “Bazı aryaları yarışma repertuvarlarında yer alan zorlu bir eseri provasız söyledim. Şükür ki alnımın akıyla çıktım bu sınavdan. Önemli bir deneyimdi, özgüvenim arttı.” (Serhan Yedig, “Opera Sahnesinde Hakiki Aşk”, Hürriyet, 23 Kasım 2017)

Yazıda, Burcu Soysev’in opera aşkı ve yeteneği hakkında yeterli fikir sahibi olduktan sonra, “lirik soprano”muzun opera tutkusu için doçentlik ünvanını bile bir kenara atıp, H.Ü. ADK’daki görevinden istifa etme fedakarlığını gösterdiğini, ailesinin köklü ecdat müziği geçmişini öğreniyoruz. Aralarında Mimi, Violetta gibi opera repertuarının kallavi rolleri de olan bir dizi zorlu işi hallettiğini de. Anlaşılan, sopranomuz okul bitirme sınavlarında söylediklerini de opera sahnesine iliştirivermiş. Neyse, el çabukluğu da PR’ın parçası.

Karaoke mucizesi

Bu sürece koşut olarak, evinde, Smule adı verilen bir karaoke programıyla değişik müzik türlerindeki yapıtları seslendirmeye başlıyor: Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, caz,rock vb. Malum, devir, sosyal medya devri. 2017 yazından  itibaren giderek artan bir tempoyla, diğerleri de eklenerek video sayısı 150’yi aşacaktır.

Seslendirdiği yapıtların çeşitliliğinin yanında önemli bir imaj değişikliğine de gidiyor: Saçlarını uzatmaya, dövmelerinin alanını ve görünürlüğünü arttırmaya başlıyor. Yeni bir imaj.

İyi de, neden ve nasıl?

İstanbul’da opera-bale, senfoni ve tiyatroyu ayakta tutan laik cumhuriyetçi taban Taksim Anıtı, Gezi Parkı ve AKM konusunda yakın geçmişte yaşananlardan sonra,  islamcı-muhafazakar  müdahalelere  karşı olağanüstü bir hassasiyet gösteriyor. Dolayısıyla, bizde çoksesli müziğin tarihsel nedenlerle  ilericilik-çağdaşlık anlamına geldiği de dikkate alındığında, bu kurumlarda etkili olabilmek ya da başa gelebilmek için mutlaka sol, muhalif, ilerici bir kimlik izlenimi yaratmak gerekiyor.


68’lilik imajı her zaman iş yapar (YouTube videosundan alınmıştır)

Oysa, Burcu Soysev’in İstanbul’un başına gelebilmesine taş koyacak  handikaplarından biri tam da bununla ilgili: Bilkent liberalizmi, TRT Avaz turancılığı/neo-osmanlıcılığı, Saray Müziği kültürü… Hepsi çok “sağ”, “muhafazakar”, “establishment” izlenimi veriyor. İstanbul pazarında bu mal satmaz. Daha “sol”, daha “muhalif”, “çağdaş/ilerici” görünüm, edim gerek.

Beline kadar uzatacağı düz saçları, sade ve alengirsiz modeliyle yüz ifadesini hemen değiştiriyor. Çok sade ve sıradan ev giyisileri, evinin orta sınıf mekan görüntüleri, dövmeleri ve entel yüzükleriyle o kadar 68’li bir görüntü veriyor ki, gitarını eline aldığında Joan Baez tarzı bir imajın etki alanına giriveriyorsunuz.

Bu arada, Murat Karahan Ocak 2018’de genel müdür yapılıyor. Sopranomuz çok mutlu; İstanbul acenteliğini alacak.

Aynı dönemde, yeni imajını güçlendirecek atılımlar da ayarlanıyor. 25 Ocak 2018’de CHP’li Muğla Belediyesi Uğur Mumcu’yu anma konseri düzenliyor. Solist Burcu Soysev. Selda Bağcan’ın “Uğurlar Olsun”unu  bitirdiğinde herkes ayakta. Sözcü gazetesi, “Hukukçu Burcu Soysev’in bu kez sanatçı kimliği ile” sahnede olduğunu yazıyor. Kadayıfın kaymağı da var:

Hukuk eğitiminin yanı sıra, sanat alanında birçok akademik çalışmalar içinde bulunduğu…” (Sözcü, 25 Ocak 2018)

Kızımız, sosyal medyadan, konserdeki “Uğurlar olsun” parçasını hemen paylaşıyor:

“Benim için eşsiz değerde bir geceydi. Uğur Mumcu için şarkı söylemek, onu bildiğimiz, yapabildiğimiz en güzel şeyle, müzikle anmak…” (Burcu Soysev, Facebook, 25 Ocak 2018)

Bu profilden sıkı bir müdür çıkabilir.

19 Mayıs 2018’de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin Türkan Saylan’ı Anma ve 8. Türkan Saylan Sanat ve Bilim Ödülleri gecesine katılıp, resital veriyor.Tarih ve yer çok anlamlı. Yeni imajı için ideal. Sosyal medyada yine ıskalamaz:

Bu akşam ülkesini ve ülkesinin insanlarını kendinden önde tutan Türkan Saylan’ın manevi huzurundaydık.” (B.S, Facebook, 19 Mayıs 2018)

Uğur Mumcu ve Türkan Saylan adları laik cumhuriyetçi kamuoyunda sopranomuz için yeterli teminat sayılıyor. Listeye ilerleyen zamanlarda Ekrem İmamoğlu (16 Haziran 2019, 2 Mart 2020) ve Tarık Akan’ı da ekleyecektir. (16 Eylül 2019)

İDOB yönetimine baskı

28 Mayıs’taki uzun söyleşisinde bıçağın ucunu gösteriyor:

Peki, İstanbul’a geldiğinize değdi mi, hayal ettiğiniz rolleri seslendirme fırsatı bulabildiniz mi? AKM’nin kapatılmasından sonra göçmen haline dönen İDOB hayatta kalma savaşı verirken solistlerine hayallerini gerçekleştirme fırsatı sunabiliyor mu?

-Hâlâ iyimser olmaya çalışıyorum… Beşinci yılıma girdim bu şehirde, rol aldığım bazı eserler oldu. Özellikle geçen sene beni çok mutlu eden bir gelişme yaşadım, Igor Stavinsky’nin The Rake’s Progress eserindeki baş kadın karakter Anne Trulove’ın partisini kendi kendime çıkarıp çalışmıştım. Eserin kastında yoktum ama müdürlüğe dinleti yapmıştım ve beğenilmiştim. Prova sıkışıklığı nedeniyle eseri seslendirme şansım yoktu. Ne müzikal ne de sahne provası yapabildim. Fakat iki solist arkadaşım da rahatsızlanınca hiç prova yapmadan sahneye çıkıp baş kadın rolünü canlandırdım, şükürler olsun ki alnımın akıyla çıktım. Sonraki sezonda da bir temsil yaptım. Yine geçen sene Vivaldi’nin Bajazet adlı eserinde Irene karakterini canlandırdım. Fakat.. “koro sanatçısı” statüsünde kadro almış olmam, kendimi ne kadar geliştirirsem geliştireyim, yeteneğimi ne kadar ispat edersem edeyim, solo rol alma şansımı daraltıyor, zaman zaman çok üzüldüğümü söylemem gerek.

Bu sezonda meydan okuma niteliğinde bir rol ihtimali var mı?

Maalesef rol alabildiğim eser yok. Geçen sezon The Rake’s Progress adlı eserdeki performansımla yeteneğimi ve yapabileceklerimi gösterme şansımı iyi kullandım. Gerisi yetenekleri gören, değerlendirmek isteyen, harcanıp gitmemeleri konusunda duyarlı davranacak idarecilere kalmış durumda. Çünkü ben mesleğimi büyük bir aşkla, özveriyle ve sabırla yapıyorum. Olumlu düşünmeye de devam etmek istiyorum. Gayretimin karşılığını hak ettiğime inanıyorum.” (muziksoylesileri.net, 28 Mayıs 2018)

Burcu Soysev medya kanalıyla, kastında olmadığı bir rolü hatmetmesini opera aşkının, provasız çıkıp söylemesini de sıra dışı yeteneğinin göstergesi olarak sunup, İDOB yönetimine baskı yapmaya başlıyor. Yetenek temasını bu örnek üzerinden giderek ileride daha da ayrıntılandıracak. (Andante, Kasım 2019)

Aynı söyleşide ailesindeki Türk Sanat Müziği derinliğini vurguluyor. Bunun ilk nedeni, muhafazakarlığına yönelik teminat. Diğeri ise, Genel Müdür ile aynı dalga boyunda olduğunu vurgulamak:

Müzik hayatımın her anında… Her türe açığım.” (Serhan Yedig, muziksoylesileri.net, 28 Mayıs 2018)

Hemen ardından, 23 Mayıs 2018’de Süreyya Operası fuayesindeki konser ile ilgili yazı ise, tam bir PR harikası:

Türkiye’nin en zorlu hukuk fakültelerinden birini bitirdikten sonra opera kariyerine başlayan, çalışkanlığı, azmi ve ipeksi ses rengiyle… Tizlere de kolayca tırmanıyor. Koloratur soprano repertuvarında başarıyla rol alacağı kesin… Zorlu aryaları cebinden çıkarır gibi söylemesi dikkate değer olmakla birlikte, kurumda gelecekte daha ön planda olmayı hak ettiğine de işaretti.” (Onur Aydın, “İDOB Korosunun Yıldızları”, Andante, 31 Mayıs 2018)

İDOB’da çok daha etkin ve görünür olması gerektiğine yönelik mesaj bu defa  Andante dergisinden verilmiş oluyor. Kasım 2019’da geniş bir söyleşi ile Burcu Soysev’i kapağına taşıyacak olan bu dergi, neo-liberal dönem ve değerlerin tipik bir ürünüdür. Çoksesli müzik kurum ve kişileriyle akçeli işleri, emprezaryoluk faaliyetleri ve PR çalışmaları ile çoksesli dünyada gözlemlenen etik esnemede hatırı sayılır katkısı olduğu söylenmelidir.

Biraz denge

Sopranomuz denge kaygısı güderek, “ilerici” imajına hafif bir rötuş getirir. 10 Haziran’da Youtube’a Türk Silahlı Kuvvetleri Armoni Mızıkası ile verdiği konserin kaydını koyar. Kahramanlar Oratoryosu adlı bir kolajı barkovizyon eşliğinde seslendirir. Amerikan emperyalizminin NATO’ya alma teminatı olarak Türkiye’nin önüne koyduğu Kore Savaşı’na (1950-1953) katılıp, sosyalist dünya ile kan davalı yapılma girişiminin de övgülerle anlatıldığı bir sahne performansı…  Eh, Ankara’nın nabzını iyi tutmalı. Orada muhafazakâr rüzgarlar esiyor. Müdürlük mührü de oradan gönderiliyor.

Yandaş gazete Güneş, 25 Ekim 2018 tarihli Ekstra Bulmaca ekinde, Burcu kızımızın fotoğrafını koyarak adının kutucuklara yazılmasını istiyor.

Burcu kızımız sevinçten uçuyor:

Ya ne mutlu oldum…” (B.S, Facebook, 25 Ekim 2018)

Müzikal Açılım politikası

Tarih: 27 Haziran 2019. Yer: Fethiye Beşkaza Meydanı. 8. Fethiye Benyamin Sönmez Klasik Müzik Festivali açılış konseri.

Akil adam Şefik Kahramankaptan Burcu Soysev PR’ında geri kalır mı? Ne de olsa dişi Karahan. Yarın öbür gün İstanbul’un başına gelme olasılığı hiç de düşük görünmüyor. Akilimiz Ankara’nın nabzını iyi tutuyor. Klasik aryaları “mükemmel biçimde” seslendirdiğini belirtip, parçaların “ruhunu sahneye yansıtıyor” diyor. “Soysev’in ışıltılı sesi, adeta Benyamin Sönmez’in ruhuna sevgi dolu bir sesleniş oluyor.”

Geliyoruz pastanın kremasına:

Konserin final bölümünde, Cihangir Cihangirov’dan Azeri türkü Aygız ile eski Azerbaycan kültür bakanlarından Polad Bülbüloğlu’nun Gel Ey Seher başlıklı pop şarkısını mükemmel seslendiren Burcu Soysev büyük alkış aldı.” (Şefik Kahramankaptan, “Burcu Soysev’den Benyamin’in ruhuna sesleniş”, sanattanyansimalar.com, 28 Haziran 2019)

Akil adam, Burcu Soysev’in hem klasik, hem de popu “mükemmel” yorumladığını vurgulayarak Karahan rüzgarının meşruiyeti üzerinden Burcu kızımızı kutsuyor.

Ankara rüzgarını arkasına alan sopranomuz, 29 Ekim 2019’da Tallin Büyükelçiliğimiz’deki (Estonya) resepsiyonda bir resital için Erol Erdinç ile birlikte yola koyuluyor. Neden mi o? Tamamen “tesadüf”. Büyükelçimiz internette dolaşırken onun videolarından birine tesadüf etmiş. Çok beğenmiş vb. (Andante, Kasım 2019) Anladınız değil mi? Sopranomuzun yaşamında “tesadüf”lerin yeri giderek artıyor.

Dışişleri Bakanlığımız değerli sopranomuzun kıymetini anlar da, Kültür ve Turizm Bakanlığımız armut mu toplar? Elbette hayır.

Bakanımız, Burcu kızımızın “ipeksi” ve “ışıltılı” sesinin cazibesine kapılıp talimatı basar: 10 Kasım 2019’da bakanlığımız tarafından hazırlanacak olup, Mustafa Kemal’in ilk kez yayınlanacak görüntülerini içeren videonun fon müziği “Bir Fırtına Tuttu Bizi” adlı Selanik türküsü olacak ve değerli sopranomuz sayın Burcu Soysev tarafından seslendirilecektir.

Öyle de olur.

Kapak kızımız

Burcu Soysev’in önü açılmıştır. Rüzgarın yönünden iyice emin olan Andante Soysev’i bu kez kapağına taşır. İçeride ise epey kapsamlı bir söyleşi. Söyleşiyi yapan Onur Aydın daha başında tempoyu veriyor:

Solistlik vasıflarının tamamına sahip olmasına ve son derece istekli olmasına rağmen halen İDOB korosunda şarkı söyleyen, hayatımda tanıdığım en çalışkan, en hırslı ve operaya en tutkuyla bağlı insanlardan biri olan Burcu Soysev…”

İDOB dinozorunun kulağında çalınan davulun tokmağı daha sert vurmaya başlamıştır. Burcu kızımız müdüriyetin kapısına çadırı kurar: İlle solist yapılacak, en “meydan okuyan” rollere seçilecektir. Arkasında Ankara rüzgarı ve medya desteği vardır ya.

O artık ünlü bir yıldız

Bu söyleşide, ailenin Türk Sanat Müziği ile bağını biraz daha güçlendirmeyi uygun görür. Daha önceki söyleşi ve tanıtımlarda yer alan musikişinas babaanne ve babanın yanına, Kültür Bakanlığı Klasik Türk Müziği Korosu sanatçısı olan hala da eklenir. Ecdat müziği baskısı arttıkça, ailenin fasıl elemanı sayısı da artar. Sopranomuz siyaseti öğrenmeye başlamıştır.

Söyleşide, müzikte türler konusunda oldukça liberal bir tavır sergiler. Karahan konuşuyor sanırsınız:

Ben opera şarkıcılığı için çok fazla emek vermiş ve çok çaba sarf etmiş bir insanım. Fakat ben şarkı söylemenin sadece bir türe ait bir eylem olduğuna inanmıyorum… Opera şarkıcılığının da türkü söylemekle veya caz şarkıcılığıyla benzer yönleri vardır. Şarkıcılık tektir bana göre.

Ben her türden müzik dinlerim ve her türden iyi şarkılara merakım vardır.

Operacılar ve türkücüler gibi yaftaları çok kabul etmiyorum ben. Müzikte yorum çok kişiseldir.

Gerçek bir müzisyen iyi müzik kavramının müziği kalıplara sıkıştırmaktan başka bir anlamı olduğunu bilir ve iyi müzik yapmak için kendi kalıplarını da zorlar.”

Sopranomuzun “iyi müzik” uğruna kalıpları mı, çamları mı devirdiğine bakacağız. Ama önce bir başka konu: Burcu Soysev popülariteyi yakalamasını, Opera’da engelleniyor olmasına rağmen, “içten ve yaratıcı” olmasına bağlıyor. Yani, arkasında hiçbir destek olmadan, müthiş bir tutku ve aşk ile çalışmak falan:

Ve bugün sadece keyifle şarkı söyleyerek yüz binlerce insana ulaşabildiğimi düşünüyorum… Sanki hiç kimse benim elimden tutmadı da ben sağ elimle sol elimi tuttum gibi geliyor. Böyle olması gerekiyormuş demek ki…” (Onur Aydın, “Sosyal Medyaya Operayı Sevdiren Soprano: Burcu Soysev” Andante, Kasım 2019)

Aslında Burcu kızımız o kadar da vefasız değil. Elinden tutmuş olanlardan en azından ikisinin adını anıyor:

“…Bir ev videomu dinlemiş, beni yüreklendirmiş, beni ittirmiş, hayatıma ivme kazandırmış, benim için bu nedenle hep ayrı bir yerde olacak Aykut Işıklar’ı kaybetmişiz… Çok çok üzgünüm.” (B.S,Facebook, 9 Nisan 2019)

Aykut Işıklar’ı tanımıyor musunuz?

FETÖ’nün BUGÜN gazetesi yazarıydı. FETÖ’nün AKSİYON dergisindeki bir söyleşisinde:

Atatürk’ten sonra en büyük devrimci olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı görüyorum” demişti. (haber7.com, 11 Ağustos 2009)

Bir de Emre Yücelen var. Bu değerli kardeşimiz İTÜ Klasik Türk Müziği Konservatuarı’ndan. Bir şirketi var. “Vocal coach”luk yapıyormuş. Burcu kızımızın sesini analiz etmiş, pek beğenmiş. Coach’umuzun dört yüz bini aşkın takipçisi varmış. Burcu kızımız ondan çok şey öğrenmiş.” Çok büyük takdir ve ilgiyle takip ediyor”muş. Müteşekkir. (B.S, Facebook, 10 Temmuz 2019, 18 Nisan 2020)

Bu kıymetimizi yakından tanıyalım:

Müezzinlerle ilgili videolarınız da var. Yorum yaparken nelere dikkat ediyorsunuz?

- 2005'te bir proje yapmak istedim. İstanbul camileri ve müezzinleri üzerine... Bunun için 20'ye yakın camiye gittim. Müezzinlerle konuştum. Orada şunu keşfettim. Bu insanlar mesleklerini sevmenin yanı sıra camilerini çok seviyorlar. Evleri gibi... O sevgiyi fark edince başka türlü bir yaklaşım geliştirmeniz gerekiyor. Bana gönderilen videoları bu şekilde analiz ettim. Bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığı beni davet etti, ödül verdi. Bir meşk gecesi düzenlendi. Bütün imamlar, müezzinler geldi. İçlerinde ses analizini yaptıklarım da vardı. Orada da Başkan Erbaş'ın isteğiyle mikrofonu aldım, canlı analiz yaptım. Bu konularda yobaz düşünceler de oluyordu elbette. Analiz sırasında piyanonun tuşuna neden bastın gibi... Ama dini çevrelerin bundan rahatsız olmadıklarını görünce bu yorumlar da kesildi.

- Sesinden en çok etkilendiğiniz isimler kimler?

- Bir numarada Mısırlı Hafız Abdussamed Hoca gelir. Tabii ki çocukluğumdan beri dinlediğim İsmail Coşar. Beni en çok vuran bir başka isim de Yusuf Gebzeli. Ne zaman dinlesem perişan oluyorum. İnanılmaz bir kaside okuyucusuydu. Son dönemlerde Süleymaniye Camii müezzini Davut Avcı efsane bir ses. Bu kadar iyi bir tenor zor duyarsınız.” (Cumartesi Sabah, 22 Aralık 2018)

Neyse, kaldığımız yerden devam edelim:

Andante’nin PR işi o kadar damacana usulü ki, 6 ay önceki bu söyleşi sanki yeni yapılmış gibi, derginin internet sitesinde 21 Nisan 2020 tarihiyle yer alıyor. Eh, Burcu kızımız sürekli gündemde tutulacak ya…

Bayrak, yandaş dergiden yandaş gazetelere geçiyor.

Sallayan soprano

Yandaş gazete Sabah başlığı atıyor:

Sosyal Medyayı Sallayan Soprano: Burcu Soysev

Vaktiyle Fazıl Say’ın meşhur Patara eserini de seslendiren…”

Şaşırmayın! Majestelerinin muhalifi dünyaca ünlü virtüöz bestecimiz Fazıl Say, Saray ile barıştığından bu yana yandaşların gözdesi, Burcu kızımızın da kefili.

Bir şan doçentinin, Türkiye’nin ve dünyanın en önemli sahnelerinde müthiş opera eserlerini seslendiren bir ses ustasının…”

Yok artık! Kantarın topuzu kaçıyor. Burcu kızımızın yüzü kızaracak.

Hiç de değil: “Hakkımdaki bu güzel yazıyı hazırlayan Göksan Göktaş’a çok teşekkür ederim.”(B.S, Facebook, 23 Kasım 2019)

Onda, pek çok profesyonel, usta müzisyende bulunmayan bir özellik var. Müziğin ruhuna inanması.” Müzik ille de janjanlı mekanlarda yapılır diye bir kaide yok” diyor ve ekliyor: “Her yer sahnedir müzisyen için. Sokaktan da bir sürü iyi müzisyen çıkar. Şarkı her yerde söylenir. Mühim olan insanların ruhuna dokunmak, paylaşmak.”

“Hiçbir müzik türünün diğerinden üstün olmadığını düşünüyor.”

Yeteneğin de kimde olduğunu bilemeyiz.”

Müzik konusunda kafam ve ruhum her zaman açık oldu. Aileden gelen meyille Klasik Türk Müziği’ne yatkınlığım var, rock’a da, caza da…”(Sabah, “Sosyal Medyayı Sallayan Soprano: Burcu Soysev”, 23 Kasım 2019)

Çok fazla yoruma gerek yok. Karahan mı tanıtılıyor, konuşuyor, Burcu kızımız mı, anlamak zor. Bilkent ikizleri!

Aynılar aynı yere: Bilkent ikizleri. ( Burcu Soysev'in herkese açık Facebook sayfasından alınmıştır.)

Ve zirve!

Kalıplardan Hoşlanmıyorum

Burcu Soysev’in yandaş gazete Milliyet’te, 23 Mayıs 2020 tarihli söyleşisinin başlığı bu.

Sopranomuz tanıtılıyor:

Öyle isimler vardır ki, bilgisiyle, tekniğiyle herkesi kendine hayran bırakır. O bilgisini, yeteneğini şöhret unsuru olarak kullanmaz; onunla bütünleşir. Sanatçı değil, tabiri caizse sanatın kendisi olur. İstanbul Devlet Operası sanatçısı Burcu Soysev tam da bunları düşündürenlerden.”

Neşet Ertaş’ın “yürek dağlayan “Leylam” türküsünü şan tekniğini kullanarak” söylediği belirtildikten sonra,

Kalplere dokunan işlerin hiçbir zaman eskimeyeceğinin de göstergesi olan “Leylam” yorumuyla binlerce beğeni gören, takipçilerine, “Hayatımda hiç böyle entelektüel acı çekmedim” dedirten sanatçı…”

Burcu kızımız için “doçentlik” çok önemli. O, tırışka soprano değil, doçent soprano. Bunu her defasında anımsatıyor:

“Haliç Üniversitesi’nde doçent olarak şan hocalığı yapıyorum.”

Yanı sıra dişi Karahan olduğunu da yeniden anımsatıyor; farklı müzik türlerine açılım konusu:

Ben de her şeyi dinlerim. Sonuçta bulunduğumuz hallere göre seçimler yaparız. Her şeye ihtiyacımız var. Hayatımızda her şeyin belirli bir dengede olması lazım.”

Ben kendi duruşumdan müzikal gidişatımdan ödün vermeden bu açılımı yaptığımı düşünüyorum. Opera sanatına da çok sağdığım… Farklı müzikler seslendirmek insanın bakış açısını zenginleştiren bir şey… Klasikten romantik döneme ya da çağdaş döneme geçen bestecilerin de ilk başta yadırgandığını görürüz. Ama insan içinde hissettiklerini baskılamamalı. Beni de hırpalamak isteyenler oldu. Kendimi sınırlamış olsaydım bu kadar fazla insanla ve onların enerjisiyle karşılaşamayacaktım.”

Ben kendimi kalıplara koymaktan hoşlanmıyorum. Sınırlar çizmekten de.”

Çoksesli müzik tarihinde klasik dönemden romantik ya da çağdaş döneme geçilirken yenilikçi olanların yadırgandığını, bu bağlamda, Puccini’den Bülent Ersoy’a geçilmesinin de aynı anlama gelip, ilk başlarda yadırganmasının doğal olduğunu düşünüyor olmalı. Burcu kızımız doçent; mutlaka bir bildiği vardır.

Müdürlük talebi dilekçesi

Bu söyleşinin belki de en vurucu bölümü, Saray’a verdiği müdürlük talebi dilekçesi. Bakın ne diyor:

“[Opera] AKM yapıldıktan sonra çok daha geniş kitlelere yayılacaktır. Bu biraz bizim tavrımızla da alakalı. Tabii ki opera sanatının gerektirdiği çıtadan sapmadan halka dokunmaya, özleşmeye bizim de kafa yormamız gerekir.”

Çok fazla özveride bulunmuş biri olarak hakkımın teslim edilmesini isterim.”

İslamcı kadro opera-baleye tahammül edemiyor. Siyasal gücü doğrudan kapatmaya yetmiyor. İçeriden çürütme yöntemine başvuruyor. Yeni AKM bu sürecin kobayı yapılacak. İşin yönetsel ayağını AVM’leştirerek halledecekler. Nispeten kolay. Ya sanatsal ayak?

Burcu kızımız yanıtı veriyor: Operayı seyrelterek. Kendi deyimi ile “özleştirerek.”

Yani?

Halka dokunarakOperayı geniş kitlelere yayarak.

Nasıl?

“Şarkıları hep karışım yaparak seslendirmeye çalışıyorum. Bu da operaya olan yakınlıktan ve onu muhafaza etmek istememden kaynaklanıyor. Tabii ki operayla duyulmak isterdim… O türküleri dinleyen insanlar klasik çalışmalarımı da dinlemeye başladı.”

Örnek?

YouTube’a yüklediği videoları.

İyi de bu “özleşme” de nedir?:

Neşet Ertaş çok büyük bir usta. Çocukluğumdan beri dinlerdim diyemem ama insan yaş alıp olgunlaştıkça, kendini, toprağını keşfediyor.Çok enternasyonal bir sanat yapıyoruz opera sanatçıları olarak. Bu sanatı böyle bir yorumla birleştirmek, kendimize sahip çıkmak gibi geldi açıkçası.” (Andante, Kasım 2019)

Doçent kızımız şunu demek istiyor: Laik cumhuriyetin getirdiği opera kültürü evrenseldi. Milli içeriği yoktu. Milli olan ecdat müziğidir. Yani, Saray Müziği. Yanına bir iki türküyü kamuflaj unsuru yaparak, rehabilite edilmelidir. Bunun da yolu opera sahnesinde, şan vokali ile süslenmiş makam icrasından geçiyor. Operaya geniş ilgi ancak bu şekilde doğar.

Karahan da “Münir” operası diye tutturmamış mıydı?

Müzik eğitimi almış bir insan nasıl bu kadar bilgisiz, entelektüel görgüsüz olabilir?

Bu sorunun yanıtı hem kişisel, hem de siyasaldır.

Doçent sopranomuz yaşamda her şeye geç kalmış biri olduğu için, eğitim dahil, geciktiği her şeyi hızlandırılmış programlarla halletmeye çalışıyor. Bilmiyor ki, bu tartışmalar 30’lu yıllardan beri yoğun olarak yapıldı ve çoktan bitti. Geride birçok denemeler var. Keşke bunlara, sahneye duyduğu ilginin en azından onda birini duysa da, komik durumlara düşmese, üç beş yarım akıllı islamcı rövanşistin dediklerine kanmasa.

Çok kısaca: Türk Sanat Müziği olarak adlandırılan tür ne müzikal teknik, ne tarihsel anlam, ne de müzikal icra olarak bir opera sahnesine taşınabilir. Türküler konusu, bir ölçüde, daha farklı ele alınmalıdır. Ancak, armonize edilmiş modellerden lied çıkarma sevdasıyla değil. Hele ki opera sahnesinde.

Türk Sanat Müziği islamcı kadronun savaş atıdır. Karahan Saray’ın, doçentimiz de Karahan’ın kurşun askeridir. Bu işe “türkü”nün katılması, islamcı kadronun siyasal amacını gizleme işleviyle yapılıyor. Onların derdi, saray müziğini rehabilite etmek, halk müziğini değil. Laik cumhuriyet halk müziğine hiçbir zaman mesafe koymadı ki, rehabilite edilsin. Tam tersine, çoksesliliğin kaynağı saydı. Nitekim, Limak Filarmoni Orkestrası’nın ilk etkinliğinin Karahan’ın Zeki Müren söylemesi, Pamukkale’de yine aynı Karahan’a Antalya Opera Orkestrası’nın önünde Türk Sanat Müziği söylettirilmesi tesadüf değildir.

Neyse, doçent sopranomuzu bu tarihsel konular ile yormayalım. Zaten, onun Türk Sanat Müziği ve Halk Müziği’nden anladığı daha popüler şeyler. Öyle Dede Efendi falan değil.

İnsan en çok Neşet Ertaş’a üzülüyor. Saray müziğini rehabilite edip, DOB kalesinin kapısını kırabilmek için zavallı Neşet Ertaş’ı koçbaşı yapıyorlar. İyi ki yaşamı terk etti.

Hırtlamba şarkılar

Bir operacı şarkı ya da türkü söyleyemez mi?

Peki, acılı dondurma olur mu?

İbrahim Tatlıses, 80’lerde üretmiş ve satmıştı. Merak saikiyle ilk başta birçok kişi tatmış, sonra satılamayacağı anlaşılmıştı. Neden mi?

Bu sorunun yanıtı şarkı, türkü söyleme sevdalısı operacılar için de aynıdır.

İki şey olmaz:

1) Opera kurumunu temsil eden, yani yönetsel görevi olan hiç kimse böyle bir işe kalkışamaz.

2) Söz konusu kişi resmi temsil görevi olmayan bir operacı olsa bile, böyle bir girişimi “opera sahnesine” taşıyamaz.

Bu sınırlar dışında, herkes istediğini yapabilir. İbrahim Tatlıses lahmacun üzerine acılı dondurma yiyebilir, isteyenlere ikram da edebilir. Ama satamaz. Çünkü satılmaz. Buna “tarih” deniyor. Sütlü mamullere acı katılması zorlama olur. Şan tekniği özel bir tekniktir. Yüzyılların ürünüdür. Oraya buraya itilip kakılamaz. Türk Sanat Müziği’nin bir icra biçimi vardır. Onu da itip kakamazsınız. Siyasal arka planı vardır. Benimser ya da benimsemezsiniz. Laik cumhuriyet benimsememiştir. Yapılan doğru mudur? Evet doğrudur. Çok önemli tarihsel nedenleri vardır. Osmanlıca, Arap alfabesi, Divan Edebiyatı neden benimsenmemişse, bu müzik de o nedenle benimsenmemiştir. Halk müziği ile karıştırılmamalıdır.

Doçent kızımız için biraz ağır konular.

Ondaki esas sorun, “sahne başarısı” açlığının bilgi ve görgü duvarını yıkmasına yol açıyor oluşu. Yeni AKM’de “özleşmiş opera” anlayışına yatması sanatsal açıdan son derece hafif ve gayri ciddidir. Ağır da bir siyasal anlamı vardır.

Peki, ya videoları?

Video market

Burcu kızımız yüksek sanatlarda “olgunluk/derinlik” konusuna pek iltifat etmiyor. Opera sahnesini müsamere, yorumu ise, sınav jürisi önünde söylemek sanıyor. Sınav saplantısı ya da kompleksinden bir türlü kopup, büyüyemiyor:

Bilkent’in giriş sınavını birincilikle kazanıp, okulu bölüm birincisi, fakülte ikincisi olarak, sınıf atlamak suretiyle bitirdiğini, İDSO korist sınavını birincilikle kazandığını, 2013 Ekim’inde doçent olduğunu, -“Bu ünvana mesleğimizin en önde gelenleri arasında bulunan çok değerli profesörler tarafından layık görüldüm.”- ve bu ünvanla ders verdiğini her defasında belirtiyor.

Peki neden?

Çok ciddi bir eğitim boşluğu var da ondan. Daha kötüsü, bu boşluğu, izleyen yıllarda yaşam ve sahne deneyimi ile kapatamamış görünüyor. Şakımak ile söylemek arasındaki farkı bilmediği gibi, şarkıcılık ile sanatçılık arasındaki farkı da bilmiyor.

Sadece her şarkıya kendi dokunuşumu yansıtmak istiyorum… Kendime has bir yorumculuk geliştirmeye çalıştığımı belirtmem gerek.” (Andante, Kasım 2019)

İyi de, bu iş yakaladığı her parçanın boş bulduğu yerine şan vokali lehimlemekle olmaz ki; yorumdaki plastik unsurun artışından başka bir işe yaramaz. Çağdaş gazino ağzı olur. Burcu kızımız, örneğin halk müziğinde, “kendine has yorum”un ne anlama geldiğini öğrenmek isterse, öncelikle Ruhi Su’yu dinlemeli. Bol bol.

Ay Gız, Gel Ey Seher, Yazımı Kışa Çevirdin, Haydar Haydar, Gülebilemez Gülüm Bahar Sensiz, İki Keklik, Sarı Gelin, Gaziantep Yolunda gibi parçalara lehimlediği şan vokallerinde, konservatuar koridorlarında kafa sesi alıştırması yapan öğrencinin yanından geçmekte olduğunuz izlenimi ediniyorsunuz. Çok amatörce. Gel Ey Seher’i ikinci kez, karaoke dışında, daha akustik biçimde söylediğinde (Youtube, 23 Mart 2020) şakıma doruğa çıkıyor. O kadar ki, sonunda bir ses bataklığında kendi de siz de boğuluyorsunuz. Bir sakız gölü. Ne ruh kalıyor, ne yorum.

Türk Sanat Müziği’nde ise, durum tamamen gazino. Öyle, Dede Efendi’ler, Itri’ler falan değil, bildiğiniz gazino. Yer yer arabesk geçişleri… Piyanist-şantör taverna ağızları falan. Eh, Saray Sibel Can demişti ya.

Bir Garip Yolcuyum, Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun, Akşamın Olduğu Yerde Bekle Diyorsun, Dertlerimi Zincir Yaptım, Sevmekten Kim Usanır, Veda Busesi, Göze mi Geldim, Kara Bulutları Kaldır Aradan, Duydum Ki Unutmuşsun, Kapın Her Çalındıkça, Seni Ben Ellerin Olsun Diye Mi Sevdim, Bu Akşam Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul’un, Kadehinde Zehir Olsa, Ağlamakla İnlemekle Ömrüm Gelip Geçiyor, Avuçlarımda Hala Sıcaklığın Var İnan vb.

Şakıma düzeyi, Sevmekten Kim Usanır, Kara Bulutları Kaldır Aradan, Avuçlarımda Hala Sıcaklığın Var, Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun gibi parçalarda doruğa çıkıyor. Sesini dinletip aferin almak isteyen inek öğrenci edası… Olası dramatik derinlik ve yorum tamamen yok oluyor. Bir Garip Yolcuyum, Kadehinde Zehir Olsa gibi parçalarda ise katlanmış gazino havası…

Ve dibe yuvarlanış: Bülent Ersoy’un ağzındaki “Beddua”, Kibariye’ninkindeki  “Gülü Soldurmam.”

Hazır bu düzeylerde seyrediyorken çok takdir ettiği Dilber Ay’dan nadide bir eseri şan tekniğiyle yorumlamaması eksikliğini hissettirmiyor değil.

“Şu hayatta olduğu gibi davranabilmiş az sayıda insandan, mert, dürüst, kendine has müzisyen Dilber Ay, erkenden gidiverdin, mekanın cennet olsun.” (B.S. Facebook, 30 Nisan 2019)

Arabesk müziğimizin değerli sanatkarı Dilber Ay’ı unutmadınız değil mi?

“Akşama geleceğim, akşama geleceğim

Hacı baban, hacı baban evde mi?

Tavukları pişirmişem

Hacıyı da çarşıya göndermişem”

İş bu kadarla kalsa iyi; doçent sopranomuz sahneye o kadar aç ki, evinde kayıt yaparken bile gazinoda, tavernada söylemekte olduğunu düşünüyor:

Bunun [Smule] sahnede canlı performans sahnelemekten çok bir farkı yok.” (Andante, Kasım 2019)

Ve gereğini yapıyor. Hani gazinolarda, tavernalarda şarkıcı, giriş müziği çalarken ya da aralarda birkaç laf eder ya:

Bir Garip Yolcuyum (Youtube, 29 Haziran 2018) … “Madem öyle işte böyle... Burcu’nun balkonundan bir klip çekimiyle karşınızdayım...”

Sevmekten Kim Usanır (Youtube,13 Ocak 2019)… “Evet, bu akşam fasıl yapıyoruz… Ama bu şarkıya da fasıl yakışır..”

Kara Bulutları Kaldır Aradan (Youtube, 20 Eylül 2019)… “Fasılların vazgeçilmez şarkılarından biridir. Çok severim. Umarım siz de beğenirsiniz…”

Kapın Her Çalındıkça (Youtube, 29 Eylül 2019)… “İyi akşamlar… Türk damarı iş başında. İnanılmaz güzel bir şarkı, epeydir söylemek istiyordum. Bakalım, inşallah güzel söylerim…”

Seni Ben Ellerin Olsun Diye Mi Sevdim (Youtube, 17 Kasım 2019)… “Yine çok güzel bir şarkı… Umarım keyifli olur sizler için de…”

Beddua (Youtube, 10 Şubat 2020)… “Bu şarkıyı Bülent Ersoy öyle bir okudu ki, olabilecek en üst düzey herhalde odur, daha başkası da olamaz. Ben sadece kendi kendime evde söylemek maksadıyla şu an kaydediyorum. Belki de büyük ihtimalle yayınlamayacağım. Sadece kendim için. Çünkü çok seviyorum dinlemeyi…”

Müdür olacak soprano…

Müdür adayımız sahne aşığı. Hangisi olursa olsun.

23 Şubat 2020’de Zorlu AVM’nin konser salonunda Mustafa Alpagut Gecesi düzenleniyor. Ümit Besen’li filan. Sopranomuz yanıp tutuşuyor. Bu Alpagut çok ünlü, çok da zengin. Kimlere kimlere beste yapmamış ki: Ferdi Özbeğen, Ümit Besen, Gönül Yazar… Çevresi de epey geniş. Mutlaka orada olmalı. İyi de, DOB sanatçılarının kurum dışı etkinlikleri için müdürden izin almaları yasal zorunluluk. Ya bu Dinozor, “opera sanatçısının bir düzeyi vardır!” falan diye izin vermezse?

İyisi mi, sanki orada tesadüfen bulunuyormuş da, sunucu onu tanıyıp oldubitti yaparak sahneye davet etmiş, o da kıramamış oyunu oynamalı. İş ayarlanıyor.

Dedik ya, Burcu kızımız sahneyi müsamere bellemiş.

Fakat bir sorun var: Önde, sahne kıyafetiyle oturuyor. Durum çakılmaz mı acaba? Denemeye değer. Sunucu rolünü oynuyor; kaşla göz arasında şarkının sözlerinin bulunduğu kağıt ortaya çıkıyor. Gerçekten de müsamere… Neyse, fazla takmamalı. Kızımızın arkası sağlam. Zaten, ille yönetmelik, kanun manun eski Türkiye’de kaldı.

Ha, bu arada Burcu kızımız Işıkçılar Cemaati’nin TGRT’sine de davet edildi; çıktı bir güzel türkü söyledi. Sonra da ATV…

Hadi artık bitirelim. Yoksa kusacağız.

Sonuç

İDSO’nun ve AKM’nin üzerinde akbabalar uçuyor. Önsezileri vardır; sendeleyenin cesede dönüşeceği olasılığına yatırım yaparlar. Ancak, çok ürkektirler; yırtıcı kuşlar içinde kendilerinden daha büyüğü olmamasına rağmen, diğerlerinden çekinirler. Bir de, tehdit algıladıklarında, vücut ağırlıklarını hafifletip, kolay kaçabilmek için kusarlar.

İstanbul deniz şehridir. İstanbul Operası’nın çocukları denizin çocukları… Kusmukları kolay temizlerler…

Hepsi bu.

[email protected]

İlgili Haber
Melis Gönenç