'Bugün işçi sınıfının tek devrimci sınıf olduğu genellikle tartışılmadan kabul ediliyor. Şu veya bu şekilde sosyalist devrimci olmayan siyasetler sosyalizme mesafe koyarken bu konuyu bulanıklaştırmayı tercih ediyorlar.'

Neden İşçi Sınıfı?

Marx’ın döneminde devrimci sınıfı aramak

Bugün işçi sınıfının tek devrimci sınıf olduğu genellikle tartışılmadan kabul ediliyor. Şu veya bu şekilde sosyalist devrimci olmayan siyasetler sosyalizme mesafe koyarken bu konuyu bulanıklaştırmayı tercih ediyorlar. Bazen sosyalizmin neden olmayacağına ilişkin gerekçeler üretmeye çalışırken, çok zayıf bir tez olan “günümüzde işçi sınıfının kalmadığını” geveleyebiliyorlar.

Ancak Marx ve Engels’in gençliğinde devrimci sınıfı bulmak hiç de kolay bir iş değildi. Bize bugün çok kolay gelen yanıt o zamanki siyasi ortam ve sınıf mücadeleleri içinde ancak Marx ve Engels’in çözebildiği bir bulmaca olacaktı: Hangi sınıf devrimin öncülüğünü üstlenecek?

Onların çocukluğu “Büyük Sanayi Devriminin” sonlarına denk gelmişti. Daha sonra Engels tarafından “Sanayi Devrimi” adı konulan süreç 1760-1830 yılları arasını kapsamış,1 dokuma tezgâhları icat edilmiş, makineleşmeye 1785’de buhar makinası güç vermişti. Fabrikalarda çalışmak üzere köylerinden kopan/koparılan emekçiler sanayi merkezlerine yığılarak işçileşmeye başlamıştı.

Emekçi sınıflardan kaynaklanan eşitlikçi fikirler daha Fransız Devrimi esnasında boy göstermişti. Babeuf’ün (1760-1797) “Eşitler Konspirasyonu” bir darbe aracılığıyla “hakiki cumhuriyetçi diktatörlüğü” kurmayı amaçlıyordu. Hitap ettiği sınıf “Baldırı Çıplaklar”, yani kalfalar, zanaatkârlar, işsizler ve yoksul köylülerdi.2

Sınıftaki belirsizlik genellikle eylemin hedefini, eğer devrimse amaç, yöntem ve programını da bulanıklaştırıyordu.

1815’te İngiltere’yi kasıp kavuran “Makine Kırıcıları Hareketi” buna örnek olarak verilebilir: Madem eskisine göre yaşamı cehenneme çeviren makinelerdi, o zaman onları yok edelim!3

Marx on dokuz, Engels on yedi yaşındayken, 1837’de İngiltere’de başlayan Çartist hareket güçlü bir sınıfsal temele dayanıyordu, ancak talepleri hiçbir zaman burjuva ufkunu aşamayacaktı. Parlamentoda temsil, gizli oy, adaylık için mülkiyet sınırının kaldırılması…

1831 ve 1834’de Lyon’da tekstil işçileri ayaklandılar. İşçi sınıfı kendisini göstermeye başlamıştı, sınıf devrimin öncülüğüne adaylığını koyuyordu ama kendine ait devrimci bir programa sahip değildi.

Cesur yürekli Louis Aguste Blanqui (1805-1881) ve yoldaşları Fransa’da proletarya diktatörlüğünü sağlamak için 1839’da bir darbe girişimimde bulundular ve başarısız oldular. Onların proletaryadan anladıkları, sanayi işçileri ile köylüler ve kentli zanaatkârlardı.4

1848’den sonra bir süre Marx’ın ayağına dolanacak, militan ve hatip terzi Wilhem Weitling (1809-1864) de devrimin peşindeydi ve ona göre devrimin öncüsü soyguncular da dahil olmak üzere lümpen proletaryaydı.5

Bu arayış içinde, Marx ve Engels’in 1840’ların başında kısa bir süre için tedirgin bir saygıyla yaklaştıkları Fransız bir kuramcıdan bahsetmemiz gerekir: Pierre-Josephe Proudhon (1809-1865). *

Proudhon mülkiyetin ekonomi politiğini yapıyordu, ancak önerdiği şey büyük mülkiyetin yerini herkesin sahip olduğu küçük mülkiyetin almasıydı. Bugün ortalıkta ben Prudoncuyum, diye gezen kimse kalmadı ama küçük mülkiyetin insanların kafalarında tuttukları yaygın bir özlem olduğunu biliyoruz. O yıllarda Prudonculuk özellikle Fransa’da devrimcilerin arasında çok yaygın ve saygın bir kuramdı.

Marx 1847’de yazdığı Felsefenin Sefaleti’nde bu küçük mülkiyetçi devrimciliği ve kuramı lime lime edecekti. Marx bu kitabıyla ilgili bir mektubunda şöyle yazmıştı:

Kutsal bir kişiymiş, bir papaymış gibi zavallı günahkârları aforoz ediyor ve küçük-burjuvazinin ve aile ocağının o zavallı ataerkil ve aşıkhane kuruntularının zafer türkülerini çağırıyor. Ve bu, bir rastlantı değildir. M. Proudhon, tepeden tırnağa, küçük-burjuvazinin filozofu ve iktisatçısıdır.”6

Ancak o dönemde asıl sorun da budur. Bunu en azından Türkiye’de 1990’ları yaşayanlar biraz olsun gözlerinde canlandırabilir, küçük-burjuvazinin radikal kesimleri gerçekten de devrimcidir ve barikatlar kurulduğunda hemen arkasında yerlerini alırlar. Siyasi programları ise çoğunlukla anayasa önünde eşitlik ve cumhuriyetin kurulması ile sınırlıdır. Başka bir deyiş ile bildiğiniz demokrasi mücadelesi yürütmektedirler.

Çünkü 1840’ların ilk yarısında Avrupa’da kocaman bir devrim sorunu masada durmaktaydı. Napolyon’un 1815’te Waterloo’daki yenilgisinden sonra Fransa’da Bourbon Hanedanı tekrar iktidara gelmiş, 1815’te toplanan Viyana Kongresi feodalizmin zaferini ilan etmiş, düzenin restorasyonuna dönük bir baskı rejimi inşa edilmişti. Rusya, Prusya ve Avusturya aristokrasisi bir karabulut gibi Avrupa’nın üzerine çökmüştü. Almanya’nın 35 devlete parçalanmışlığı bu koşullarda öylece kalmıştı.7

Avrupa’da büyük bir özgürlük, ulusların bütünleşmesi ve cumhuriyete geçiş sorunu vardı. İşte bu zorluklar içinde devrimci sınıf aranmaktaydı.

Marx ve Engels işçi sınıfını devrimin biricik öncüsü ve insanlığın kurtarıcısı olarak tanıyor

Bu zor koşullarda, 1840’ların ilk yarısında bazı olaylar silsilesi Marx ve Engels’in işçi sınıfını evrensel ve devrimin biricik öncüsü olarak tanımlamalarına ve dolayısıyla Marksizmi işçi sınıfının bir devrim kılavuzu olarak kurmalarına yardımcı oldu.

Bunların ilki, Engels’in modern işçi sınıfının ilk oluştuğu yer olan İngiltere’de 1842’den itibaren sınıfın durumunu yakından inceleme şansı bulmasıdır. 1844’de yazdığı ve 1845’te basılan İngiltere’de işçi Sınıfının Durumu kitabı işçi sınıfının mükemmel bir tanımını yapar.8

Marx’ı ise çok önemli bir deneyim beklemektedir. Almanya’nın sanayice en gelişmiş bölgesi olan Ren’de burjuvazinin çıkardığı muhalif gazete Ren Gazetesi’nde (Rheinische Zeitung) 1842’de çalışmaya başlar. Bu, Marx’ın halen burjuva demokrasisine inandığı liberal dönemidir, henüz ortada işçi sınıfının rolü ve komünist fikirler yoktur. Ancak gazete Marx’ın giderek daha çok yönetimine girer, özellikle Ren bölgesindeki feodal ayrıcalıklara, çıkartılan yasalara karşı sert bir muhalefet yapmaya başlar ve burjuva devriminin sözcüsü haline gelerek bütün Almanya’da okunur hale gelir.9

Prusya Devleti Ren Gazetesi’nin giderek keskinleşen devrimci demokrat çizgisinden rahatsız olur, yoğun sansür uygulamasının dışında gazeteyi yasaklamaya başlar. Ancak gazetenin hisse sahibi burjuvaları radikal siyasi çizgiyi Prusya Devletine karşı savunacak durumda ve kararlılıkta değildir. Marx editörlükten istifa eder ve kısa bir süre sonra gazete kapanır. Marx Alman burjuvazisinin uzlaşmacı eğiliminin bir devrimi sırtlamaktan uzak olduğunu bu olayla fark eder.10

Gerçekten “özgür” bir Almanya için Fransa’da olduğu gibi burjuva devrimini üstlenecek bir burjuva sınıfının olmadığı anlaşılır. Alman burjuvazisi hızlıca sermaye biriktirmiş, işçi sınıfının Avrupa’da sergilediği radikalizmden ürkmeye başlamıştır. Büyük toprak sahibi soylu sınıflarla uzlaşma ve Almanya’nın birliğini kitle hareketlerinden çok, güçlü bir devletle çözme eğilimi ağır basmaktadır.

Tam bu esnada Silezyalı işçilerin ayaklanması başlar. Bugün Polonya’da bulunan Silezya bölgesi 19. yüzyılda Prusya sınırları içinde kalmıştı. Beş bin dokuma işçisinin ve ailesinin yaşadığı büyük yoksulluk İngiliz dokumasının rekabeti nedeniyle bir açlığa dönüşmüştü. 4 Haziran 1844’de işçiler ayaklandılar, patronların malikânelerini, bürolarını, atölyelerini bastılar ve iki gün içinde yakıp yıktılar. Ayaklanma ancak Prusya ordusunun müdahalesi ve birçok işçinin katledilmesi ile bastırılabildi. Alman şair Heinrich Heine ünlü Dokumacılar şiirini Silezya ayaklanmasından hemen sonra yazdı.11 Gerçi dokumacılar modern proletarya olarak kabul edilmese de Almanya’nın köylülerden ve burjuvaziden bağımsız ilk işçi ayaklanmasıydı. O zaman Almanya’da yarattığı etkiyi anlamak için Türkiye’deki 15-16 Haziran 1970 işçi eylemleriyle karşılaştırmak gerekir. Bu eylemler en azından kafası açık kişiler için devrimci öznenin hangi sınıf olduğuna ilişkin tartışmayı bitiriyordu. Ayrıca Almanya’da Silezya ayaklanmasından sonra, Haziran ve Temmuz aylarında birçok yerde grev dalgası yükseldi.12

Marx ve Engels’in birlikte çalışmaya başladıkları yıl olan 1844’de işçi sınıfını bu koşullarda keşfettiler.

İlk Marksist klasiklerde işçi sınıfı tek devrimci sınıf olarak beliriyor

Tarih birden çok hızlanır. Marx ve Engels’in ortak eseri olan ve 1844’te basılan Kutsal Aile’de Marksizmin oluşmaya başladığı ve işçi sınıfının tek, evrensel devrimci sınıf olarak tanımlandığı görülür. Burjuva mülkiyet ilişkilerinin zorunlu olarak ürettiği işçi sınıfı tek mülksüz ve modern üretimin içinde olan sınıf olarak kendi ile birlikte burjuvaziyi de ortadan kaldıracaktır.

Proletarya ve zenginlik, karşıt şeylerdir. Karşıt şeyler olarak bir bütünlük oluştururlar. Her ikisi de özel mülkiyet dünyasının oluşumlarıdır…

Özel mülkiyet olarak, zenginlik olarak özel mülkiyet, kendi öz varoluşunu sürdürmek zorundadır; ve bundan ötürü kendi karşıtının, proletaryanın varoluşunu da sürdürmek zorundadır…

Tersine, proletarya, proletarya olarak, kendi kendini kaldırmak ve böylece bağımlı bulunduğu, onu proletarya durumuna getiren karşıtını, yani özel mülkiyeti de kaldırmak zorundadır…

Bu çelişkinin bağrında, demek ki özel mülkiyet sahibi tutucu partidir, proletarya ise yıkıcı parti. Çelişkiyi koruyup sürdüren etkinlik birinciden, yıkıp yok eden etki ise ikinciden kaynaklanır…

Eğer proletarya utkuyu kazanırsa, bu hiç de toplumun mutlak yanı durumuna geldiği anlamını taşımaz, çünkü o bu utkuyu ancak hem kendi kendini hem karşıtını kaldırarak kazanabilir. Öyleyse onu içeren karşıtı olan özel mülkiyet kadar proletarya da ortadan kalkacaktır…

Proletaryanın o sert, ama güçlendirici emek okulundan geçmesi boşuna değildir. Söz konusu olan şu ya da bu proleterin ya da hatta tüm proletaryanın bir an için hangi ereği tasarladığını bilmek değildir. Söz konusu olan proletaryanın ne olduğunu ve bu varlık uyarınca tarihsel olarak neyi yapmak zorunda kalacağını bilmektir.”13

Bir kez devrimci sınıf olarak işçi sınıfı saptanınca Marksizm hızla gelişir, bir mücadele aracı olur. 1847’de daha önce bahsedilen Felsefenin Sefaleti’nde işçi sınıfının devrimci görevi bir kez daha tanımlanır.

“…, proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlık, bir sınıfın öteki sınıfa karşı savaşımıdır, öyle bir savaşım ki, en yüksek ifadesine götürüldüğünde toptan bir devrim olur. Gerçekten de, sınıf karşıtlıkları üzerine kurulmuş bir toplumun nihai olarak vahşi çelişki ile, bedenin bedenle çarpışması ile son bulmasında şaşılacak bir şey var mı?”14

1848’de işçi sınıfı partisi için yazılan ve işçi sınıfının burjuvaziden bağımsız ilk siyasi programını sunan Komünist Manifesto’da ise çok daha berrak bir anlatım görülür.

Proletarya siyasal egemenliğini, sermayenin tümünü burjuvaziden adım adım koparıp almak için, üretim aletlerinin tümünü devletin elinde, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek için ve üretici güçler kitlesini olabildiğince artırmak için kullanacaktır.”15

Ve işçi sınıfı sadece ulusal bir sınıf değil, uluslararası bir sınıftır da.

Proletarya önce, siyasal egemenliği ele geçirmek, “ulusa yön everen sınıf” konumuna yükselmek, ulus ölçeğinde yapılanmak zorundayken- hiçbir şekilde burjuvazinin anladığı anlamda olmasa da-henüz ulusaldır…

Hiç değilse uygar ülkelerin birleşik eylemi, proletaryanın kurtuluşunun ilk koşullarından biridir.

Bir bireyin bir başkası tarafından sömürülmesi ortadan kaldırıldığı ölçüde, bir ulusun bir başka ulus tarafından sömürülmesi de ortadan kalkar.16
 

İşçi sınıfının günümüzde tek devrimci sınıf olduğunun tarih içinde sınanması

İşçi sınıfının 19. yüzyılda Marksizmin odağına yerleşmek üzere nasıl biricik ve evrensel devrimci sınıf olarak oluştuğunu kısaca gözden geçirdik. Şimdi günümüze kadar bu düşüncenin nasıl sınandığına bakabiliriz.

1-İşçi sınıfı devrimleri ve sosyalizmin kuruluşu:

Daha manifestonun yazıldığı yıl işçi sınıfı 1848 Devrimleri içinde belirleyici bir rol oynamıştır. Haziran 1848’de işçi sınıfı burjuvaziye karşı ayaklanmış ve yenilmiş, Marx Fransa’da Sınıf Savaşımları kitabında bu iki temel sınıfın karşı karşıya gelişini şöyle tanımlamıştır.

İşçilerin artık başka çareleri yoktu: ya açlıktan ölmeleri ya da savaşa girmeleri gerekiyordu. 22 Haziran günü, korkunç bir ayaklanmayla karşılık verdiler buna, bu ayaklanmada, modern toplumu ikiye bölen iki sınıf arasında ilk büyük çarpışma verildi. Bu, burjuva düzenin sürdürülmesi ya da ortadan kaldırılması için kavgaydı. Cumhuriyeti gizleyen perde yırtılıyordu.”17

1871 Paris Komünü’nde işçi sınıfı bir kez daha ortaya çıkmış, Marx bu önemli deneyimi Fransa’da İç Savaş18 kitabında değerlendirmiştir. 1848 ve 1871 işçi sınıfının devrimci bir sınıf olarak yükseldiğini gösterse de hiçbiri Ekim Devrimi kadar kıymetli değildir. Önceki her iki deneyimde de ayaklanan işçiler ve örgütler arasında Marksizmi bir eylem kılavuzu olarak kullananlar çok seyrektir. Oysa işçi sınıfı eylemi kendi kuramı ve örgütü ile birlikte var olursa, kendi tarihsel programını ve sorumluluğunu gerçekleştirmeye yaklaşır.

Ekim Devrimi bu anlamıyla Marksizmin eşsiz bir sınanması anlamına gelmiştir. Ekim Devrimi Marksizmi kılavuz olarak kullanan, yıllardır devrimini arayan ve sınıf içinde örgütlenen işçi sınıfının öncü partisi tarafından gerçekleştirilmiştir. Sosyalizmin kuruluşu da işçi sınıfının biricik devrimci sınıf olduğunu göstermiştir. İşçi sınıfı önceki devleti yıkarak kendi devletini kurmuş, aristokrasi ve sermaye sınıflarını mülksüzleştirmiş, toplumsal mülkiyet sağlanmış, insanın insan tarafından sömürülmesi sonlandırılmış, üretici güçlerde büyük bir sıçrama yaşanmış, tüm emekçilere yayılan bir aydınlanma dönemi başlatılmıştır, tıpkı Marksizmin öngördüğü gibi. Ayrıca ulusların birbirini sömürmediği ama dayanışma içinde bulunduğu bir tarihsel deneyime tanıklık edilmiştir.

2-Yoksul köylülüğe dayanan devrimlerde tersinden bir sınama sağlamıştır

Köylü ayaklanmaları genellikle hem antik çağlarda hem de Ortaçağ’da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak 20. yüzyılda işçi sınıfı siyaseti ve kuramının getirdiği örgütlülük ve bütünleştiricilik sayesinde devrimlerin zafere ulaştığı söylenebilir. Çin Devrimi Çin Komünist Partisi’nin büyük köylü kitlelerini silahlandırması ve yönetmesi ile başarıya ulaşmıştır.

Buna karşılık Çin Devrimi’nin zaferden sadece 28 yıl sonra kapitalist reformlara yönelmesi işçi sınıfının biricik devrimci sınıf olduğunun tersinden sınanması olarak kabul edilebilir.

3- Bugün işçi sınıfı dünyanın en büyük nüfus bölmesini oluşturuyor

Bugün ulusların içinde ve genel olarak dünyada işçi sınıfı nüfusun en büyük bölmesini oluşturuyor. Marx ve Engels’in yaşadığı çağda nüfusun ezici çoğunluğu köylü sınıflarına aitti. Kısa bir süre önce dünya nüfusunun kentlerde yaşayan kısmı kırsal kesimde yaşayan nüfusu geçti. Bugün 4 milyardan fazla insan kentlerde yaşarken kırsal kesimde yaşayanların sayısı 3 milyar civarında bulunuyor.19 Kentlerde ise küçük burjuvazi büyük bir hızla eridi ve işçi sınıfının içine karıştı. Marx’ın öngördüğü gibi üretim araç ve nesnelerinin mülkiyetinden yoksun işçi sınıfı giderek büyüyerek de tek devrimci sınıf olduğunu gösterdi, diğer bütün sınıflar işçi sınıfı karşısında eridiler. Burjuvazi ise küçük ve asalak bir sınıf olarak dünya nüfusunun giderek çok daha küçük bir kısmını oluşturuyor.

Gününüzde işçi sınıfının tabakalarını ayırmaya ve bölmeye dönük çabalar var. 1989 karşı devriminden sonra tüm dünyada işçi sınıfına dönük saldırı onları geçen yüzyılda kazandıkları haklardan mahrum bıraktı. Sınıfın bugün önemli bir kısmı güvencesiz ve örgütsüz olarak çalışıyor. Bu kesimleri “prekarya” adı altına toplamaya çalışmak anlamsız bir çabadır. Daha yüksek gelirliler ve eğitimli ücretliler, henüz kazanımlarını yitirmemiş kesimler ve güvencesiz çalıştırılan tabakalar ile işçi sınıfı bir bütündür. Bu bütünlüğü sağlayacak olan işçi sınıfının partisidir. Yoksa Marx ve Engels’in zamanında da sınıf bir sınıf olduğunun bilincinde değildi. İşçi sınıfının siyasi öncüsü bütün tabakaların içinde çalışacak, onlara tek bir sınıf olduğunu anlatacak ve devrimci programının etrafında örgütlemeye çalışacaktır. Zaten işçi sınıfı kuramı ve partisiyle devrimci bir sınıf haline gelir.

Ayrıca emperyalist düzenin krizi işçi sınıfının bir kısmını daha yüksek tüketim alışkanlıkları ile düzene bağladığı “orta sınıfları” dağıtmakta, sermaye sınıfı ideolojik, siyasi bir dayanağından yoksun kalmaktadır.


4-İşçi sınıfı partileri dünyanın her yerinde

Marx ve Engels’in işçi sınıfını başlıca devrimci sınıf olarak tanımlamasından 175 yıl sonra, işçi sınıfının biricik devrimci sınıf olduğunun sağlamasını yapan bir diğer unsur ise işçi sınıfının siyasi öncülerinin dünyanın her yerinde ulusal düzeyde kurulmuş ve çalışıyor olmasıdır. 20. yüzyılın başında birçok ulusta köylü partileri bulunuyordu ve kendilerine ait bir programları vardı. Bugün ise bu partiler büyük ölçüde siyaset sahnesinden silindiler. Köylü sınıfları ya burjuva ya işçi sınıfı partilerinin etkisinde bulunuyor. Küçük burjuvaziye ait örgütler de etkilerini kaybedeli çok oldu. Sadece burjuva ideolojisinin emekçi sınıflar arasında yaygınlık kazanmasında bu sınıfın geriletici rolü sürüyor. Lümpen proleterlerin ise hiç partisi olmadı!

Sovyetler Birliği’nin bir karşı-devrimle çözülüşünden bu yana süren gericilik döneminde devrimci işçi sınıfı siyaseti, tıpkı 1794’te Jakobenlerin devrilmesinden 1848’e, 1848 devrimlerinden 1871 Paris Komünü’ne ve Paris Komünü’nden Ekim Devrimi’ne kadar geçen onlarca yıllık sürelerde olduğu gibi bir süreliğine geri çekildi. Buna rağmen dünyanın çeşitli yerlerinde komünist partileri, siyasi olarak etkinler, tek tük de olsa iktidardalar, bazı ülkelerde parlamentodalar, bazılarında yerel bölgelerde yönetimdeler.

Ama asıl olarak, emperyalizmin bu derin bunalımında devrimi arayan çok sayıda parti bulunuyor.

1 Riazanov D., K. Marx ve F. Engels, Hayat ve Eserlerine Giriş, Çev: R. Zarakolu, 5. Baskı, Belge Yayınları, 2011, s.18.
2 Fernbach D., Siyasal Marx, Çev: M. Akad, Yenihayat Kütüphanesi, İstanbul, 2004, ss.32-33.
3 Riazanov, age., s.19.
4 Fernbach, age, s.33.
5 Riazanov, age, s. 73.
6 Marx K., Marx’tan Paris’teki P. V. Annekov’a. Felsefenin Sefaleti. Çev: A. Kardam, Sol Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 1992.
7 Yeliseyeva N. V. ve Manfred, A. Z., Yakın Çağlar Tarihi, Çev: Ö. İnce, E. Tuncalı, Konuk Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1978, ss.78-81.
8 İlyiçov L. F. ve ark. SBKP Bilimler Akademisi Kolektifi, Friedrich Engels, Biyografi. Sorun yayınları, İstanbul, 1997.
9 SSCB Bilimler Akademisi Kolektifi (P. N. Fedoseyev ve ark.), Karl Marx Biyografi, 2. Baskı, Çev: E. Kürkçü, Sorun Yayınları, İstanbul, 1995, s.38-39.
10 Riazanov, age, s.47.
11 https://goo.gl/JBsEUC, Erişim tarihi: 15.07.2018.
12 SSCB Bilimler Akademisi Kolektifi, age., s.70.
13 Marx K. ve Engels F., Kutsal Aile, Çev: K. Somer, Sol Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2009, ss. 60-61.
14 Marx K., Felsefenin Sefaleti. Çev: A. Kardam, Sol Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 1992, ss. 158-159.
15 Marx K. ve Engels F., Komünist Manifesto, Çev: G. D. Görsev, Yazılama, İstanbul, 2015, s. 28.
16 Marx ve Engels, 2015, age, s.27.
17 Marx K., Fransa’da Sınıf Savaşımları, 1848-1850, Çev. S. Belli, Sol Yayınları, 5. Baskı, Ankara, 2006, s. 57.
18 Marx K., Fransa’da İç Savaş. Çev. K. Somer, Sol Yayınları, İkinci Baskı, Ankara, 1991.
19 Ritchie, H. ve Roser, M., "Urbanization", 2020. Erişim tarihi: 16.02.2020 'https://ourworldindata.org/urbanization


 

  • *. Makale boyunca kişilerin doğum ve ölüm yıllarının özellikle verilmesi, bu kişilerin Marx ve Engels’in çağdaşı olduklarını ve aynı dönemde aynı problemle uğraştıklarını göstermek amacıyladır.