Ele aldığımız neredeyse her mesele, söz konusu olan insanların ve topluluğun bünyesinde bulunan gerilimlerle iç içe geçmekte, bir çerçeve üzerinden kabus gibi bazılarının üzerine çökmektedir.

Çimento: Sovyetlerden İnsan Manzaraları ve Yeninin Gücü

Fyodor Gladkov'un yazmış olduğu çimento romanı, Rusya'da iktidarın Bolşevik Partisi öncülüğünde işçiler ve köylüler tarafından ele geçirilmesinden sonra çok zorlu mücadelelere konu olan iç savaş döneminde, halkın taşrada yaşadığı kavgayı ve değişim iradesini konu almaktadır. Devrimin sarsılmaz iradesinin ve kazanımlarının toplumsal yaşamda yarattığı olumlu gelişimi ve bununla birlikte gerilimlerini de ele almaktadır.

Kitabın içeriği ve biçimi gerilim üzerine yazılmış olmasa bile daha incelikli ele alındığında bu gerilimi devrimci kişiliğin ve toplumun gelişiminin yaratım sürecinde gözlemleyebiliyoruz. Bahsettiğimiz gerilimi yeni olanın, toplumsal eski alışkanlıklar ve yaşam biçimi üzerinde kurmaya çalıştığı iktidarın hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda dirençle karşılaşması olarak ifade edebiliriz. Bu direnç çoğunlukla kendiliğinden bir süreç olarak tarif edilse de direncin yaratıcıları olan karşı devrimci güçlerin varlığını da hesaba katmak gerekir. Bu anlamda direnç birçok sefer doğrudan bir saldırıya dönüşmektedir.

Romanda yeni olana direncin köy papazı tarafından nasıl yaratıldığını görürüz. İçlerinde parti üyelerinin de bulunduğu bir toplamı da bu direnci içselleştirir ve pasif kalırken görürüz. Hele ki burjuva kurumsallaşmasının görece zayıf kaldığı, bu anlamda Avrupa'da yaşanan devrimlerin ve endüstriyel-modern gelişmenin hayli gerisinde kalmış olan Rusya’da, köylü sınıfının ve bazı bağlarla hala bağlı olan işçi sınıfının geri bilinç düzeyi, devrimin dönüştürmekte en çok zorlandığı alanlardan biri olagelmiştir. Dönüşümü sağlamanın en temel yolu mülkiyet biçimini ve ilişkilerini değiştirmekten geçer fakat köylü toprağına sıkı sıkıya bağlıdır ve bu durum mujiğin bağnazlığıyla, inatçılığıyla birleşince silahlarla donatılmış bir ordudan daha güçlü bir kuvvet halini almaktadır.

İşin daha zorlayıcı kısmı ise romanda da göreceğimiz üzere devrim sürecinde partiye katılanların bu toplumsallıkta yetişmiş olması ve dolayısıyla onun düşünsel-duygusal alışkanlıklarına sahip olmasıdır. Bu noktada devrimin hegemonyasının devrimci üzerindeki iradi müdahalelerinin sözü geçer. Böyle bir toplumda dışarıdan  müdahale çok hayati bir rol kazanmış ve bu müdahalelerin kendisi de bir türlü bitmek bilmeyen tartışmaların ana odağı haline gelmiştir. Oysa ki müdahaleler, değeri yaratan sınıf adına yapıldığında bütün kadüklük ve eksiklikleriyle birlikte en nihayetinde olumlu değişimi temsil etmektedir. Yapılacak olan müdahale tabii ki herkesi sevindirmeyecek ve eşit olmayacaktır. Bütün bir sistemin gelişimi adına yapılan bu tür müdahaleler istemeden de olsa bazı adil olmayan sonuçları doğuracaktır muhakkak. Yeni olanın doğumu esnasında karşılaşılan güçlükler atmosferinde eksiksiz, hatasız ve sonsuz demokratik bir hareket beklemek bir yerden sonra saflık hatta kötü niyet olabilir.

Gladkov, romanında bu müdahaleyi romanın baş karakteri üzerinden iyi tanımlamış ve bütün gerçekliğiyle resmedebilmiştir. Söz konusu gerilimlerin çözümünün bu müdahalelerden geçtiğini bize gösterir. Müdahale etmek için ise bir iradeye ihtiyaç vardır. İdeolojik ve teorik haklılık ve güç bu müdahalelerde motivasyon kaynağı olsa bile elimizde çok sabırlı ve baş eğmez bir insan malzemesinin bulunması da gerekir. Rusya'nın siyasi mücadeleler tarihi bu ideolojik ve teorik gücün yaratımı için çokca deneyim biriktirmiştir.  

Romanı bir bütün olarak ele aldığımızda, işaret ettiği ve bu işareti çimento üzerinden metaforlaştırdığı bir yön elbet var. Bütün zorlukların, gerilimlerin ve çelişkilerin nihayete erdirildiği bir iradeden bahsetmek mümkün hale geliyor. Yazının son kısmında bu bütünlüğü sağlayan unsurun ve gücün ne olduğunu ve bunun günümüzle bağlantısını ele alacağım ama öncesinde, anlatılan ve yaşanan bütün bu sürecin romandaki anlatısını biraz ayrıntılandırmam gerekiyor.

Yeninin eski ile olan gerilimli mücadelesi

Ayrıntılandırılacak, incelemeye dönüştürülecek olan, devrimin kazanımlarının korunması ve yaygınlaştırılması mücadelesinin toplumda ve bireyde bulduğu karşılıklarlardır. Bütünü daha iyi kavramak ve bütünün parçalar üzerindeki birleştirici etkisinin kavranmasını mümkün kılmak adına bu parçaların her birini elden geldiğinde açmak durumundayım. Değişimin ve yeni olanın estirdiği hava, toplumun her kesiminden birey için birbirinden çok farklı özgünlükler ve tepkiler yaratmaktadır. Partili, partisiz, kadın, erkek, işçi, aydın... Bütün bu kesimlerin duygu ve düşünce durumları ve yaşadıkları gerilimler romanda bütün gerçekliğiyle ifadesini bulmuştur.

Roman, Kızılordu'da rütbeli bir askerken iç savaşın bitiminden sonra köyüne geri dönen Gleb'in karşılaştığı yürek burkucu durumla başlıyor. Gleb, bıraktığı gibi bulamamıştır yaşadığı yeri. Eskiden köyün her yanına bereket getiren ve toplumsal ekonomik yaşamın temel direği olan fabrikaları artık bir harabeye dönmüş ve paslanmaya yüz tutan makineler yağmalanmaya başlar. Bütün bunlar yaşanırken köyde yaşayan partili ve partisiz neredeyse herkesin sahip olduğu vurdumduymaz, tembel ve teslimiyetçi tutum onu hayli öfkelendirir. Çimento'nun harcının tekrar karıştırılmaya ve tutturulmaya ihtiyacı vardır.

Şehrin merkezine, ilerletici dinamiğine uzak bir köy yerinde birbirinin zıttı olan kültürel ve sosyal bilinç biçimleri çok hızlı bir şekilde birbirlerine evrilebilecek bir hareketliliğe sahiptir. Hele ki insanların mülkleri yağmalanmış ya da kullanılamaz duruma getirilmişse ve insanlar da açlığa mahkum edilmişlerse… Böyle bir ortamda devrimci kazanımlar sağlama ve onları koruma isteği de körelmeye başlayacaktır ister istemez. Üstelik iç savaş döneminde karşı devrimcilerin ve onların ideolojik sağlayıcılarının keskin tahrikleri ve sabotajları yürüyorken... Partili köylülerin bile köy papazına danışmadan iş yapamaz oluşları bu karşı devrimci ideolojik saldırının boyutunu gözler önüne sermektedir. Parti üyelerinin varlığı da tek başına yeterli olmamaktadır. Fiziki varlık bir değişimin gücünü tek başına oluşturamaz.Bu varlığın keskin bir akıl, sağlam bir irade ve boyun eğmez bir inancı da içermesi gerekmektedir. Bu açıdan taşra ahalisinin çok uzun sayılamayacak bir sürede pes etmesinin arka planında yine yukarıda bahsettiğimiz gerilimler kendisini hissettirir. Üstelik bu mesele sadece devrimci iradenin yetersizliği üzerinden tanımlanmamalıdır.


Bu noktada, köylülüğün ya da taşralılığın sınıfsal karşılıklarına ve yaşam biçimlerine de değinmekte fayda var sanıyorum. Rusya’da mujiğin, belli açılardan üstesinden gelinmesi ve bertaraf edilmesi zor alışkanlıkları bulunmaktadır. Rusya'da tarih boyunca gelişen durumun sonucu olarak mujik en önemli geçim kaynağı olan toprağa geleneksel denilebilecek sıkı bağlarla bağlanmıştır ve bunun neticesinde bazı adımları atmakta zorluk yaşamaktadır. Bunun toplam tesiri büyük olmuştur. Bu sıkı bağ köylülerin ideolojik bakış açılarını ve bilinç düzeylerini de bir hayli belirlemekte ve kısıtlamaktadır.

Nihayetinde köylünün tavrı genel olarak toprağının mülkiyetine ve ona kazandırdıklarına bağlıdır.Bu bağlılığın etkileri, devrim zamanı partiye üye olmuş köylülerin zihinlerinden kolaylıkla çıkamaz:

"Bu arada köylülük azalsa da mujik geleneği Rus yaşamında, alışkanlıklarında, davranış biçimlerinde, dilde, edebiyatta ve sanat alanında hala etkisini korumaktadır. Daha şimdiden Rusların büyük kısmı kentlerde yaşıyor olmasına rağmen, Rus romanlarının çoğu köy yaşamından ve mujiklerden bahsetmektedir. Mujik, sahneyi terkederken bile, kasvetli bir gölge düşürmektedir yeni Rusya'ya"1

Isaac Deutscher Bitmeyen Devrim kitabında mujiği böyle anlatıyor. Deutscher bir Troçkist ama  kitabında anlamlı bulunabilecek nadir saptalamalardan biri belki de budur.

Durum böyle olunca harcın yeniden karılması ve binanın yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Artık kürek toprağa daha sert vurmak zorundadır. Böyle bir durumda yeni olanın dirilmesi ve devrime yaraşır şekilde yolunu çizebilmesi için o meşhur müdahalenin yapılması şarttır. Lenin'in deyimiyle "Yeni olan her filizin beslenmesi gerekmektedir."2

Bütün zorlukların karşısında, işte bu tablonun içerisinde, roman kahramanımız taşra ahalisinin karşısında değişim hırsıyla öfkeli bir biçimde dikilmektedir. Yaşadığı alana müdahalesi ve fabrikanın yeniden inşası için giriştiği mücadele bütün akıcılığıyla romanda resmedilir.

Devrimle değişen kadınlar ve değişmekte zorlanan erkekler

Roman bir bütün olarak bu mücadelenin çeşitli süreçlerini ele alıyor. Fakat bundan önce üzerinde durulmasının önemli olduğunu düşündüğüm başka bir durum daha var. İçi değişim inancı ve yeniden kurma iradesiyle dolan ve aynı zamanda kültürel anlamda bunları sağlayabilecek esnekliğe sahip kahramanımız, üç yıl önce ayrıldığı eşine yeniden kavuştuğunda karşı karşıya kaldığı manzarayı idrak etmek ve kabullenmekte zorlanmaktadır. İsmi Daşa olan eşi artık değişmiştir. Devrimin gücü ve ortaya çıkardığı değişim Daşa'yı da derinden etkilemiştir. Romanın bütünü içerisinde sık sık karşılaştığımız ana gerilim başlıklarından biri de kadınların değişimi ve mücadeleye katılımıdır. Romanı okuduktan sonra kendi kendime sorduğum soru şu oldu: "Bütün değişimlere istek ve kabülle yanaşan bu baş eğmez devrimcinin kabullenmekte en zorlandığı ve onun yalnız zamanlarında içini kemiren konu neden eşinin geçirdiği bu değişimdir?" Sorunun cevabını burada bulmaya çalışacağız.

Devrimden sonra kadınların toplumsal yaşantıda geçirdikleri olumlu değişim, Sovyet devriminin en önemli kazanımlarından biridir. Devrimci yönetimin, yapısını kökünden değiştirdiği anayasa ve hukuk kuralları kadınların özgürleşmesini sağlamak adına muazzam yenilikler getirmiştir. Tabii, ele aldığımız dönem Sovyetler Birliği olduğunda konu daha da önem kazanır. "Halkların zindanı"olarak Çarlık Rusyası'nın geri kalmışlığı en çok kadınların yaşamını zindana çevirmişti. Uzun süre feodal ve gerici kanunlarla, geleneklerle biçimlenmiş toplumsal yaşam,bu başlıktaki geri kalmışlığın sebebi olmuştu. Avrupa'da kadınların emek sürecine katılımları kapitalist-modern sanayileşmenin ve kentleşmenin gelişimiyle bağlantılı olarak mümkün hale gelirken, Çarlık Rusyası’nın kadınları hâlâ kölelik şartlarında yaşamaya devam ediyorlardı. Bu açıdan bakıldığında, Sovyet devriminin getirdiği değişimin boyutlarını gösteren şey Çarlık Rusyası’nda kapitalist gelişimin göreli geriliğidir. Burjuva ilericiliğinin bu topraklardaki zemini sağlam değildi ve burjuva düzen de henüz kurumsallaşamamıştı.

Bu keskin değişimin romandaki yansımalarına geçmeden önce Çarlık Rusyası'nda kadınların yaşamına dair örnekler vermek daha anlamlı olacaktır. Şu alıntı Çarlık Rusyası’nda kadının durumunu açıklaması bakımından gayet açık bir örnektir:

"Kadınlara seçim hakkı tanınmıyordu. Siyasi hayattan dışlanıyorlardı. Çarlık kamu hizmeti yasaları memuriyet ve diğer makamlara kadınların alınmasını yasaklıyordu. Evlilik hak ve görevlerini tanımlayan yasalar kadınları çok küçük düşürüyordu. Kadının görevi, ailenin reisi olan kocasına itaat etmek, onu sevip saymak, her şeyde ona boyun eğmek, her türlü biçimde onun ihtiyaçlarını karşılamak ve ona bağlılığın tüm işaretlerini göstermektir."3

Devrim gerçekleştikten sonra ülkeye hakim olan özgürlük ve eşitlik havası bu anlamda en çok kadınların yaşamına etki etmiştir. Bu çerçevede düşünüldüğünde, kazanımların toplumsal anlamda en çok kadınlar tarafından inatla korunmuş ve bir daha kaybetmemek üzere içselleştirilmiş olması anlaşılırdır. Romanda da, yaşanan olumsuzlukların karşısında her zaman azimle duran, inatla savaşan ve tembelliğe düşmeyen kesimler kadınlar olmuşlardır. Taşra hayatındaki işlerin ve sosyal sorumlulukların neredeyse tamamını kadınlar üstlenir. Bu muazzam sahiplenicilik toplumun erkekleri tarafından hazmedilememekte ve kabullenmekte zorlanılan bir duruma dönüşür. Fakat toplum devrimin kazanımlarıyla sürekli ilerleme de kaydetmektedir. Devrimin ilerici birikimi tüm cinsiyetler üzerinde geç de olsa iyileşmeyi getirmiştir nihayetinde.

Kafamdaki sorunun cevabının burada bulunduğunu söyleyebilirim. Yıllar boyunca yaşamın bütün evrelerinde işleri yürüten erkekler aynı zamanda siyasi, toplumsal erk ve yetkiyi de kendi himayeleri altına alıyorlar ve bu hakkın yalnızca onlara ait olduklarını düşünüyorlardı. Kavga, dövüş ve mücadele sadece erkeklerin işidir diye kabul görmekteydi. Kadın ev işleri, çocuk bakımı ve kocayı memnun etme görevlerini yürütmesi gereken kişi olarak tanımlanmış, böyle bir role tâbi olmuştur. Egemen ideolojinin topluma nakşettiği görüş de bu yöndeydi. Hâl böyle olunca bu olumsuz havayı kırmak o kadar da basit olamadı.

Romandan bir örnek bu ruh halini iyi açıklıyor. Karşı devrimcilerin işçilere ve köylülere saldırdığı bir çatışma sahnesinde komünist bir kadın da silah alıp savaşmak ister fakat kahramanımız Gleb bu duruma karşı çıkarak,"Kavga gürültüye alışkınım ben!... Sen kadınsın oysa!" diyerek kadının yetersiz olduğuna inandığını dışavurur. Romanın baş karakterinin bu tavrı, erkeklerin değişim karşısındaki kabullenemeyişlerinin ve inatçı önyargılarının bir yansımasıdır. Komünist kadın yoldaşımız ise pes etmez, silahını alıp ve çarpışmaya gider; üstelik iyi bir nişancıdır da…

Yukarıdaki örneğe benzer ama belli anlamlarda daha etkileyici, kadınların yaşamını örneklemesi bakımından daha onur kırıcı bir olaydan bahsedip kadın meselesini sonlandıracağım. Baş karakterimizin eşi olan ve yaşadığı yerde önemli görev ve sorumluluklara sahip olan kadın karakterimiz Daşa, at arabasıyla bir bölgeye gitmek üzereyken pusuya düşürülür ve karşı devrimcilerin eline geçer. Yanındaki parti yöneticisi erkek yoldaş ise Daşa'nın fedakarlığı sayesinde kurtulur. Daşa'yı ele geçiren karşı devrimciler onunla alay eder, bir kadın olduğu için öldürmez ve serbest bırakır. Davası uğruna mücadelede ölüme gidebilme onuru bile kadın olduğu için engellenmiştir. Fiziki yüklerinin ötesinde, düşünsel bir ağırlık olarak kadınların üzerine çöken bu yükün örneklerine sıklıkla rastlanılabilmekte ve bunlar hayli motivasyon kırıcı olabilmektedir. Fakat bütün bu zorluklara rağmen yılmadan, boyun eğmeden en az erkekler kadar mücadeleye katkı koymuşlardır.

Bir bütün olarak yukarıda bahsettiğim kadın-erkek ilişkisi çözülebilmiş bir problem değil ve bu durum hâlâ etkisini sürdürmektedir diyebiliriz. Bu açıdan, bahsettiğimiz konu günümüz toplumlarında da önemli bir başlık olarak karşımızda durmaktadır. Devrimci mücadelemizin geçmişinden faydalanıp dersler çıkarmamız gerekiyor. İşte, çıkarılacak bu derslerin malzemelerinin romanlardan bulunabileceğini düşünüyorum.

Eski alışkanlıklar ve akıntıda birlikte yüzebilmek

Yazmayı düşündüğüm olay ve durumların her biri roman boyunca sık sık ama belli bir düzene tâbi olmadan varlık gösteriyor. Bu anlamda yazının ana izleği çerçevesi içinde ifade edeceklerimi parça parça ortaya çıkardıktan sonra bir bütün içerisine yerleştirmeye çalışacağım. Bu yazı, en nihayetinde Sovyet insanının ve onun toplumsal yaşamının bir değerlendirmesini yapmak amacıyla yazıldı. Aslında yeninin eski ile olan gerilimli mücadelesinin çıktıları olan bu parçalar sıkı bağlarla birbirlerine bağlı bulunuyor. Romanın yine bütünlüğü içerisinde çok anlamlı belki kritik de olan bu parçalardan bir tanesi de parti üyelerinin alışkanlıklarını zorlayan yenilikler karşısında yaşadıkları gerilimlerden oluşuyor.

Yaşamın pratiği bazen o zamana kadar hep mücadele edilmesini gerektiren bir unsura artık ılımlı ve kabul edilebilir bir şekilde yaklaşmayı gerektirebilir. Bu, sık kullanılan deyimle, bir ayağın sağlam ve esnetilemez şekilde toprağa kenetlenip diğer ayağın daha geniş ve esnek hareket ettirilebilmesiyle ilgili bir meseledir. Sovyet devriminde bu tür ''normal" dışı gelişmelerle birçok kez karşılaşılmıştır."NEP" bunların en önemlilerinden biridir. Ve bu, bir devrimci için zorlayıcı, yer yer uyum sağlamayı gerektiren politikalar ve stratejiler üretmek anlamına gelir.

Bunlardan biri de Sovyetlerin kuruluş dönemlerinde hayli tartışma konusu olmuş olan,burjuva aydın ve uzmanlara yaklaşım meselesidir. Sovyet devriminin kuruluş heyecanı ve burjuvazinin dünya çapındaki yok edici hegemonyasının son bulmasıyla, toplumda burjuvazinin her öğesine karşı büyük bir saldırı tufanı başlamıştır. İşçilerin, burjuvaziye aittir diye piyanoları bile parçaladığı bilinir. Fakat ülkenin geneli için böyle bir yönelimin özellikle de ekonomik kalkınma açısından zararları bulunmaktadır. Her şeyden önce, yazının başında da bahsettiğim üzere, Sovyetler Birliği birçok alanda kalifiye insan kaynağı bulmakta zorluk çekmektedir. Birincisi, devrim mücadelesine katılan işçiler ve köylüler Çarlık Rusyası'nın kötürümleştirici, gericileştirici etkisine fazlasıyla maruz kalmıştı. Kapitalizmin gelişiminde alınan yolun kısalığı insan malzemesine de etki etmiş ve dolayısıyla kalifiye uzman sıkıntısı, teknik ve endüstriyel ilerlemenin zorluklarıyla beraber ortaya çıkmaktaydı. Diğer önemli ve acı verici olan ise 3-4 sene süren iç savaş boyunca Bolşevik Partisi’nin, aralarında aydın ve uzman kadrolarının da bulunduğu birçok üyesini kaybetmesidir. Temelde bu nedenlerden dolayı ülkenin elektrifikasyonu başta olmak üzere teknik-endüstriyel gelişiminin sağlanması için burjuva ve küçük burjuva, devrimin karşısında ya da pasif konumlanan aydın ve uzmanlara ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Lenin, 11. parti kongresine sunduğu bir raporda NEP dönemi için şu ifadeleri kullanmıştı:

"Sömürenlerin ellerine vurmak, onları zararsız hale getirmek ve ezmek yalnızca işin yarısıdır. Bu ellerin bizim için çalışmasını sağlamalıyız ve rütbe ve unvanlardan hoşlanan komünistleri değil de akıntıda burjuvazi ile birlikte yüzmeyi becerebilen komünistleri örgütlerin başına getirmeliyiz. Asıl mesele budur.”4

Gleb, kendisi için inanılmaz şiddetli olan bu akıntıda bu toplumsal kesimle yürüyebilme irade ve sabrını gösterir. Romanda bu konu tüm çıplaklık ve gerçekliğiyle anlatılır. Baş karakterimiz, yaşadığı yere döndükten sonra onu daha önceden karşı devrimcilere ihbar eden ve hatta onu ölüme gönderen  mühendis Kleist ile karşılaşır; halbuki bu sefer de fabrikanın yeniden inşa edilmesi için Kleist'e ihtiyaç bulunmaktadır. Belli bir iç muhasebeden sonra devrimin geleceği için Kleist'ın işçi sınıfı yararına çalışmasını sağlama düşüncesi ondan intikam alma düşüncesine baskın gelir ve Gleb, onu bile bile ölüme gönderen Kleist'a neredeyse bir dost edasıyla el uzatarak ondan fabrikanın yönetimine geçmesini ister. Gleb’e, bir devrimci için verilmesi zor böylesi bir kararı ancak devrimin ve toplumun bekası ve geleceği aldırabilirdi ancak.

"Miskinlik bitti teknisyen yoldaş. Biz el koyduk size. Gücümüzü ispatladık. Beyniniz ve elleriniz altın değerinde. Sizin gibi bir mimar... Cumhuriyet ülkesinin en büyük mimarlarından birisiniz, bunu unutmayın!..."5

Gleb'i Kleist’ın karşısına eskisinden farklı, dimdik ve boyun eğmez bir şekilde çıkaran devrimdi. İşçi iktidarının gücüydü.

"Çumalov, dostum, bütün bildiklerimi, bütün tecrübemi, hayatımı bile seve seve veririm yurdumuz için. Sizinle birlikte yaşadığım hayatın dışında başka bir hayatım yok, birlikte yeni bir uygarlık, yeni bir kültür için giriştiğimiz mücadeleden başka iş kabul etmiyorum ben."6

İnsanları işkenceye ve ölüme gönderen bu burjuva mühendisin yukarıda alıntıladığım sözleri devrimin değiştirici gücünün çarpıcı bir örneğidir. Sabırla örülen bir mücadelenin çıktısıdır bu. Bu kısmı Erhan Nalçacı’nın, bir makalesinde yer verdiği şu cümlelerle bitirmek anlamlı olur:

"İşçi sınıfı iktidarının sosyalist devrimden hemen sonra, akademik alanın boşalmasını engellemek ve karşı-devrimci safa katılmalarının önüne geçmek gibi bir görevi olacaktır.”7

Kitapta anlatısı sunulan bu örneğin bir başka boyutu ise komünist kişiliğin bunun gibi alışılmışın dışında gerçekleşecek zorunlu politikalar karşısında kendi iç değişimini sağlaması ve buna uygun meziyetler elde edebilme yeteneğini geliştirmesidir. Bu basit anlamda koşullara ayak uydurmak olarak adlandırılmamalı kanımca. Düşünsel ve duygusal anlamda büyük ve gerilimli bir iç muhasebenin ve nesnel olanın neredeyse tepe taklak oluşunun bireyle olan ilişkisi üzerinedir ve çok boyutludur. Bu meseleye dair Lenin'den uç ve belli anlamlarda ilginç gelecek olan bir alıntı yapacağım:

"Komünistler ticaret yapmayı öğrenmelidirler. Eskiden kürek cezası çekmiş olup ölümden bile korkmayan en iyi komünistlerin bile işadamı olmadıklarından nasıl ticaret yapılacağını bilmemeleri, ticaret yapmayı öğrenmemiş olmaları, öğrenmeyi istememeleri ve en başından öğrenmenin gereğini kavrayamamalarıdır asıl mesele. Devrimciler, sıradan satıcılardan bilgi almalıdırlar."8

Lenin'e bu paragrafları yazdıran şey devrimin hem çok radikal hem de çok esnek olmayı gerektiren koşullarıdır. Hep ilerlemeye alışmış olan bir devrimci için geri çekilişin uyum sağlanması gereken zorluğudur. Alışılmış ve rutin olanın dışında, yeni olanın yaratımı mücadelesidir bu satırları yazdıran. Dünyanın en radikal atılımını gerçekleştiren devrimci lideri, yoldaşlarına ticareti öğrenmeleri gerektiğini vurgulamaktadır.

"Aslında gerçek devrimi kendi kendimize yaratmak zorundayız. Alışkanlıklarımız, önyargılarımız ve duygularımız kadar büyük başka düşmanımız yok aslında."9

Bu cümleler de romanda bu değişimi kavramaya çalışan bir kadın yoldaş tarafından sarfedilir.

Yeninin gelgitlerinde esneyebilmek

Yukarıda sözünü ettiğimiz, burjuva aydınlara ve entellektüellere karşı tutumun benzerini partili entellektüeller de kendi içlerinde yaşamaktadır. Partili mücadeleye gönül vermiş olan aydınların düşünsel anlamda yükünü taşıdıkları çeşitli ağırlıkları vardı. Bunun sebeplerine dair şunları söyleyebiliriz: Her şeyden önce, Çarlık Rusyası'nda eğitim kalitesi ve dolayısıyla bilimsel disiplinlerin varlığı o kadar gelişkin değildi. Bu anlamda yükseköğretim kurumlarında okuma fırsatı bulanların sayısı da çok azdı. Azlıktan öte, toplumdan soyutlanmış ve onunla organik bağlarını yitirmiş bir şekilde yetişmekteydiler.

Bununla birlikte bu durum, yukarıda bahsettiğimiz tablonun ürünü olarak, devrimden sonra yaratılan işçi iktidarında aydınlara ve entelektüellere şüpheyle ve yer yer küçümseme ile bakmak halini almıştır. Bu şüphenin bir kısmı da doğrudan, partinin tarihsel gelişiminden doğmaktadır. Nesnel koşulların çetin olduğu Çarlık Rusyası’nda aydın ve entelektüel bireylerin yer yer pasifliği ve küçük burjuvaca geri çekilişleri bu anlamda parti içinde de belli bir temkin gerektirmiştir ki bu bence o tarihsel süreci incelediğimizde haklıdır. Devrim mücadelesinin keskinleştiği zamanlarda ya da bir bütün olarak mücadele süreci içerisinde tembellik yapmak ve konfor alanlarından soyut söylemlerde bulunmak çok zararlı hale gelebilmektedir.

"Yeni düzenin genç filizlerinin dayanıksızlığına gülüp geçmek, aydınlar soyunun ucuz şüpheciliği vb. bütün bunlar esasında büyük burjuvazinin proletaryaya karşı verdiği sınıf savaşımında başvurduğu yöntemlerdir.”10

Lenin'in burjuva ve küçük burjuva aydınlar üzerine söylediği birçok söz bulunur. Lenin bu sözleri tabii ki burjuva aydınları için sarfetmiştir ama bu durum "orta sınıf" ideolojisinin çeşitli biçimlerde parti içerisinde yer bulmadığı anlamına da gelmez. Dolayısıyla sarf edilen bu sözlerin bir ucu da parti içerisine dokunmaktadır.

Romanda ise bu meselenin gerilimi Sergey isimli parti üyesi aydın üzerinden tasvir edilir. Akademik anlamda gelişkin, bilinç düzeyi yüksek bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan Sergey, bütün zihinsel yeteneklerini partisi için, kolektif için kullanmaya hazırdır. Fakat parti içinden ya da dışından, yer yer şakayla karışık da olsa belli bir dışlanma görür; hatta kendi ahlaki değer ve normlarına uygun bulmadığı manzaralarla da karşılaşır. Bunlar için işçi sınıfını ve devrimcileri suçlayamayız. En nihayetinde bu durum gelişim sürecinin bir sorunudur ve elbette değişmeye başlayacaktır. NEP dönemi ve sonrasında teknik, uzman kadro istihdamını arttırmak üzerine geliştirilen politikalar halk içinde aydınlara karşı olan bu yanlış tutumu bir nebze olsun hafifletmiştir. Sergey de işçi sınıfının ve onun iktidarı için kendi kabuğunu da parçalayarak mücadeleye tüm samimiyeti ve inancıyla katılmaya devam eder.

Fakat asıl sorun parti içerisinde özellikle NEP döneminin politikalarını fırsat bilerek partiye üşüşmüş olan yalancı aydınlar, yozlaşmış ve bürokratizme batmış çeşitli kadrolardır. Romanda bu kadrolara karşı gerçek devrimciler tarafından verilen mücadele çarpıcı biçimde resmedilir. Bir tarafta toplumun çıkarları için koşturanlar, bir taraftan da kendi bencil çıkarları için statü oluşturanlar… Üstelik tüm bu kötülükleri yaparken halka sevimli ve samimi gözükmeye çalışıyorlardı. Bu anlamda partinin devrimci kadrolarının uyanık olmaları ve bürokratik işlerin inceliklerini de öğrenmeleri gerekiyordu. “Yeni olan” bunu gerektiriyordu.

"Yitki, Şıram'ın odasında neler olup bittiğini biliyordu. Bu odanın neden halılarla, meşin koltuklarla süslü olduğunu biliyordu. Şıram'ın Orman Servisi'nde ki üç kağıtçılığa göz yumduğunun farkındaydı. Biliyordu fakat parti çalışmasını aksatmamak için sesini çıkarmıyor, etkili bir darbe vurabilmek için fırsat kolluyordu. Artık romantizm yoktu. Şimdi yapılacak olan tek şey hesaplı ve kurnaz davranmaktı.”11

Gleb'in takibinde olan bir parti bürokratının ikiyüzlü davranışları ve koltuk sevdası onu çok rahatsız eder ve Gleb bu tiplere karşı da mücadele eder. Başarır da…

İhtiyaç doğrultusunda eski toplumun burjuva aydın ve kadrolarına sergilenen ılımlı yaklaşım parti içerisinde tekrar edilmemeli, kurucu kadroların tembelliklerine ve çıkarcılıklarına müsamaha gösterilmemelidir. Parti içerisindeki herhangi bir zaaf veya yaratılacak olan herhangi bir boşluk aynı zamanda devrimin de boşluğa düşmesi ve sendelemesi anlamına gelecektir. Böyle vakalar çok olabilir ve merkezi olarak sürekli denetlenmesi zor olabilir. Yerel parti örgütlerinin samimi devrimcilerinin dışarıda verdikleri mücadelenin şiddetini içeride de sergilemeleri gerekir. Romanın genel seyri içerisinde bu iki grup arasında gerek doğrudan gerek dolaylı olarak mücadele sürer.

Devrim sonrasını anlamak

Roman bütün bu anlatılanlar açısından çok zengin anlatılar sunmaktadır. Sovyetlerin kuruluş döneminin tarihsel anlatısının yanında bu romanda ki şekliyle, tüm canlılığıyla resmedilmesi o dönemi anlamak açısından tamamlayıcı araçlar sunmuş oluyor. Dönemin kongrelerinde, konferanslarında en ince ayrıntılarına kadar şiddetle tartışılan, büyük kavgalara ve hesaplaşmalara sebebiyet veren onca ekonomik, toplumsal mesele bu sayede zihinlerimizde farklı bir anlam kazanıyor, duygudaşlık kurmamızı sağlıyor. Romanda bunun çarpıcı biçimlerine, parti merkezindeki tartışmaların yerelliklerde bulduğu karşılığın nasıl dinamik olabildiğini ve nasıl büyük katılımlarla karşılandığını, özenle özümsenmeye çalışıldığını gösteren bölümlerde rastlarız. Bu da bir anlamda parti içerisinde demokratik kurulların işlemezliğinden sürekli yakınanlara ve demokrasiyi fetiş haline getirenlere karşı bir cevap niteliğindedir. Siyasi karar mekanizmalarının süzgecinden geçen her karar pratikte yarattığı sorularla birlikte yerelliklerde bazen kıyametlerin kopmasına sebep olur. Tüm boyutlarıyla bunları anlayabilmek bugün ayağımızın yere sağlam basmasına da katkıda bulunur.

Romana dair anlatılanların bu çok çeşitli parçalarının arasında bütünleştirici bir tutkal vardır. Ele aldığımız neredeyse her mesele, söz konusu olan insanların ve topluluğun bünyesinde bulunan gerilimlerle iç içe geçmekte, bir çerçeve üzerinden saadete ermekte veya kabus gibi bazılarının üzerine çökmektedir. Tutkal, işçi sınıfının hayran bırakıcı gücü ve kolektif bilincidir,bununla birlikte Parti'nin dönüştürücü gücü ve kadrolarının sarsılmaz iradesidir.

Yılların deneyiminden süzülerek gelen incelikli zihinler iradeyle birleşince, sınırları ve zorlukları aşılamaz gibi gözüken yaşam biçimlerinin, alışkanlıkların içine nüfuz eder ve değişmeyecek gibi olan eninde sonunda değişimin etkisine teslim olur.

"Ama şu bizim yaptığımız unutulmaması gereken bir olaydır teknisyen yoldaş... Heyecanımızla dağları deviriyoruz. Bugün içinde yaşadığımız felaketten, insanlarımızı ölümden kurtarmak için böyle çalışmalıyız. Verimli üretimi sağlayacak yolları, her şeyi yerli yerine koyduğumuz vakit bulacağız."12

İşte bu inanç ve kolektif heyecanın gücüdür bütün gerilimleri çelişkileri çözen.

"Bu insan okyanusunun dudaklarında şahlanan haykırmalar, kulakları sağır edecek kadar büyük bir yumak halinde dağılıyordu dağlara. İşçiler fabrikanın düdük sesleriyle birlikte bağırıyorlardı. İşçiler dans ediyordu. Çalgılar çalınıyor ve bayraklar ölümsüz bir alev gibi dalgalanıyordu rüzgarda.”13

Çimentoyu iyi verirsen tutar. Çimento biziz. Çimento işçi sınıfıdır.

Çimento işçi sınıfı ve onun öncü partisidir.

  • 1. Isaac Deutscher, Bitmeyen Devrim, Belge Yayınları, 1990, s.81.
  • 2. S.Gerşberg, Sosyalist Toplumda Yaratıcı Yarışma, Konuk Yayınları, 1978, s.157.
  • 3. Nina Popova, Sosyalizm Diyarında Kadın, İnter Yayınları, 1999, s.16.
  • 4. George Fyson, Lenin'in Son Kavgası, Öteki Yayınevi, 1999, s. 60.
  • 5. Fyodor Gladkov, Çimento, Yordam Yayınevi, 2018, s.109.
  • 6. Çimento, s.358.
  • 7. https://gelenek.org/bilgi-uretme-sureci-olarak-isci-sinifi-siyaseti-bil…
  • 8. Lenin'in Son Kavgası, s. 42.
  • 9. Çimento, s.263.
  • 10. Sosyalist Toplumda Yaratıcı Yarışma, s.156.
  • 11. Çimento, s. 298-299.
  • 12. Çimento, s.358.
  • 13. Çimento, s.382.