Bolivya darbesi: Faşizm-emperyalizm işbirliği

Center for Economic and Policy Research (CEPR), Türkçeye aktarırsak “İktisat ve Politika Araştırmaları Merkezi”, ABD’de sol eğilimli iktisatçıların odaklandığı kurumlardan biridir. Direktörlerinden biri olan Mark Weisbrot, Latin Amerika’daki neoliberal politikaları mercek altına alan; ABD’nin solcu rejimlere uyguladığı baskıları eleştiren önemli bir araştırmacıdır.

10 Kasım Pazar sabahı, Mark Weisbrot’tan bir ileti aldım. Bolivya’da olup bitenlere karşı uluslararası kamuoyunu uyaran bir çağrıyı imzalamaya meslektaşlarını davet ediyordu.

Bir mektup ve bir çağrı 

Mektubunda Weisbrot, Bolivya başkanlık seçimini ilk turda kazanan Evo Morales’e karşı yürütülen itirazların geçersizliğini vurguluyor. Bolivya seçiminin oy dökümünü inceleyen ve itirazların haksızlığını kanıtlayan CEPR’nin üç yayınına referans veriyor. Seçim sonuçlarını denetleyen Amerika Devletleri Örgütü’nün (İngilizce kısaltması ile OAS’nin) oynadığı tehlikeli role de aşağıdaki ifadelerle dikkat çekiyor: 

“OAS, Trump yönetiminin baskısı altında seçim istatistiklerini dikkate almadı. Oy sayımıyla ilgili bir yanlışlığın var olduğunu ileri sürdü; ama bu iddiasını destekleyecek herhangi bir kanıt ortaya koymadı. Bu tutum yanlıştır ve Bolivya’daki tehlikeli siyasî açmaza, bir darbe olasılığına ciddi boyutta katkı yapmaktadır.”

“Olaylar çok hızlı gelişmekte olduğu için Pazar akşamı veya en geç Pazartesi sabahı aşağıdaki bildirime eklenecek imzanızı bize ulaştırmanızı ümit ediyoruz.” 

CEPR Bolivya oy sayımı verilerini incelemiş; resmî sonucun geçerliliğini belirlemiş; bulgularını yayımlamıştır. OAS ise oy sayımına, istatistiklere girmeden, “yanlış bir şey var, ama kanıt yok” tespiti yapmış. Doğrusu bu tutum, İstanbul Belediye Başkanlığı seçimine AKP’nin “bir yanlışlık var, ama ne olduğunu bilmiyoruz” gerekçeli itirazını hatırlattı. 

Mark Weisbrot’un mektubuna eklenen çağrının bazı bölümlerini aktarıyorum: 

“Aşağıda imzası olan bizler, Bolivya’nın demokratik kurumlarına ve süreçlerine saygı gösterilmesi için birleştik. 20 Ekim 2019 Bolivya seçimlerinden sonra bu kurumların çeşitli söylentiler ve suçlamalar ile baltalanmakta olduğundan endişe duymaktayız. Seçimlerde hile yapıldığını ileri süren iddialar kanıtsız olarak ortaya konulmakta; sahte bir anlatıyı desteklemekte ve sonuçların meşruiyetini sorgulamaktadır. Bu söylentiler, tehlikeli siyasî şiddet ve yıkım eylemlerine katkı yapmaktadır.”

“Medyada yayılan bu kanıtsız söylentilerin OAS tarafından başlatılması daha da kötüdür. OAS seçimlerden bir gün sonraki basın duyurusunda oy sayımlarıyla ilgili bir sorun olduğunu herhangi bir dayanak göstermeden iddia etmişti. Bu örgütün daha sonra yayımladığı bir ön-raporda da resmî oy sayımının ve sonuçların geçersiz sayılması kanıt sunulmadan ileri sürülmektedir.” 

“OAS, istatistiksel ve sayısal kanıtlara dayanmayan söylentiler ve suçlamalar yaratmamalıdır. Verilerin incelenmesi, sonuçların tam aksi yönde olduğunu ortaya koyuyor. Hem ilk ve geçici oy sayımını, hem de resmî sayımları gözden geçiren tek inceleme, her iki sayımın tutarlı olduğunu ve Morales’in 10 puanı aşan oy farkıyla ilk turdaki seçim zaferinin istatistiksel olarak öngörülebildiğini doğrulamıştır.” (Buradaki “tek inceleme” Weisbrot’un mektubunda referans verilen CEPR çalışmasıdır.)

“OAS’yi, sorunlu ve tehlikeli beyanlarına son vermeye çağırıyoruz. Gazetecileri de hile suçlamalarını tekrarlamaktan vazgeçmeye ve mevcut kanıtları incelemeye teşvik ediyoruz. Bu tutum, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi ve seçilen yönetimi tehdit eden derin kutuplaşma ve siyasî şiddet ortamında daha da önem kazanıyor.” 

Pazar sabahı Weisbrot’un çağrısını imzaladım. Acele etmekte haklıydı; ama yine de gecikmiştik. Aynı saatlerde Evo Morales istifa etmiş; mektupta öngörülen darbe gerçekleşmişti. 

Olayların seyrine hızla göz atalım.

“Sivil darbe” girişimi… 

İki hafta önce Bolivya seçimlerini “Latin Amerika’dan İki İyi Haber” başlığı altında (Sol Portal, 1 Kasım) incelemiştim. İyi haberler, özetle, “Fernandez-Kirchner dönüyor; Evo Morales kalıyor…” idi. 

Yazının sonunda, Morales’in seçim zaferine karşı patlak veren muhalefete de değiniyor ve bir öngörüde bulunuyordum: “Meydanları beyaz orta sınıf kalabalıklarıyla doldurarak başlatılan bir sivil darbe girişimi, kent yoksulları, özgün halk ve işçi sınıfının örgütlü direnmesi karşısında başarısız olacaktır.” 

2015’te Brezilya’da uygulanan türden bir “sivil darbe” girişimi hazırlıklarının, seçimlerden önce Bolivya’da da başlatıldığı anlaşılıyor. 

Bolivya Yüksek Seçim Kurulu, kesin oy oranlarını, Evo Morales %47,1; Carlos Mesa 36,5 olarak ilan etmişti. Fark, 10,6 puandır. İlk turda seçilmek için gereken oy eşiği (en yakın rakibi ile 10 puanlık fark) aşılmış; Morales resmen seçimi kazanmıştır. 

Ne var ki, sonuçların belli olması sonunda kent meydanlarındaki sağcı muhalefet şiddete yöneldi. Morales ödün verdi. OAS’yi seçimin uygulanmasını, sayım sonuçlarını denetlemeye davet etti. Milyarder rakibi Carlos Mena’ya da önerdi: “Sonuç bağlayıcı olsun.” Öyle anlaşılıyor ki bu noktada Morales, “sivil darbe”yi önlemeyi hedeflemekteydi. İkinci turu göze almıştır; yüzde 50 oy oranını rahatlıkla geçeceğini ummaktadır. 

Mena ise, “bağlayıcılık” önerisini kabul etmedi. İkinci turu göze alamamakta; beyaz, faşist milislerin şiddeti tırmandırmasına güvenmekteydi.

İktidardaki MAS Partisi yöneticilerine saldırılar yaygınlaştı. 6 Kasım’da faşist milisler Vinto belediye binasını kundakladı; belediye başkanı Patricia Arte’ye saldırdı. Kadın Başkan’ın saçları kesildi; giysisine, bedenine kırmızı boya sıkıldı; kilometrelerce çıplak ayakla yürütüldü; istifası istenildi (Peoples Dispatch, 7 Kasım). 

(Vinto Belediye Başkanı Patricia Arte, faşistlerin saldırısı karşısında)

OAS ve askerî darbe…  

Bu kritik aşamada OAS devreye girdi. Üstlendiği denetleme işlevi, seçimin ikinci tura taşınıp taşınmaması ile sınırlıydı. Weisbrot’un çağrısında değinilen ABD müdahalesi etkili oldu. OAS heyeti yetkisini aştı: Yeni bir Yüksek Seçim Kurulu oluşturularak seçimin tamamen yenilenmesini önerdi. Mena, faşist muhalefet ve beyaz milisler bu kararı alkışladı; Morales’in yeni seçimlere girmemesini de taleplerine eklediler. 

Saldırılar giderek yaygınlaştı; bazı valilerin, Morales’in kız kardeşinin, sonunda doğrudan Başkan’ın konutları kundaklandı.  

Faşist şiddete karşı başkent La Paz’ı çevreleyen El Alto varoşunun ve köylülerin, özgün halkların tepkileri gündemdeydi; sivil darbe tasarımı tutmayabilecekti. Bu kritik dönemeçte polisler iktidara karşı ayaklandı. Genel Kurmay Başkanı Williams Kaliman, polis ayaklanmasına ordunun müdahale etmeyeceğini duyurdu; ardından Morales’in istifasını istedi. 

Başkan Evo Morales, Başkan Yardımcısı Garcia Linera ve Senato başkanı Adriana Salvatierra istifa eti. General Kaliman, Morales lehine kalkışmaların bastırılacağını (“nötralize edileceğini”) peşinen duyurdu (BBC News, 11 Kasım).

Adı konmayan bir darbe ve ABD… 

Lumpen proletarya, kentli ve beyaz küçük burjuvazinin sürükleyeceği “sivil darbe” girişiminin Bolivya’da tutmayacağı anlaşılınca emperyalizm, “Güney” coğrafyasındaki geleneksel yöntemine yerli oligarşi ile ittifak içinde döndü: Askerî darbe… 

ABD yönetimi iktidar değişimini açıkça desteklemiştir, ama operasyonun adı konmamıştır: Batı medyası ve kurumları, en azından bir süre bu olguyu “darbe” olarak adlandırmamanın yöntemlerini aramakta; kendilerine göre bulmaktadır. 

Keza, Bolivya’da olup bitenleri egemen söylem ve medya içinden izlerseniz, Morales’in “hatalarını” ayrıntılarıyla öğreneceksiniz; ama ABD emperyalizminin belirleyici rolünü gözleyemeyeceksiniz. Zira, emperyalizmin bilgi akımları üzerindeki etkili denetimi belirleyicidir. 

Latin Amerika’nın bu son askerî darbesinin örüntüsünü, Bolivya toplumuna özgü sınıf dinamikleri ile birlikte izliyorum; izlemeyi sürdüreceğim. Öğrendiklerimi, kavradıklarımı fırsat buldukça okurlarımla paylaşacağım.