Kapitalist toplumların aklı kırılmış, haşat edilmiş bireylerinin aksine Roma’da bireyler uzun hafızaya sahip olurlardı. Sınıflar bile kini unutmaz, besler büyütürlerdi. Tüm gözü açıklığına, kurnazlığına ve iş bitiriciliğine rağmen Cicero bunu hesap etmiş değildi; bunu hayatıyla ödeyecekti.

Portreler IV: Marcus Tullius Cicero – Oligarşinin Söylevi (4)

Senatus consultum ultimum iş başındaki konsüle olağanüstü diktatöryel yetkiler veren bir senato kararıydı. Konsül bu kararla senato adına ve senatonun yetkisiyle tek başına karar alabilme ve uygulama hakkına kavuşurdu. Bir tür olağanüstü hal durumuydu. Plebler başlarını her kaldırdıklarında sınıfsal tepkiden korkan senatörler konsüle bu yetkiyi verirlerdi. Tutucu ve karşı-devrimci konsüller bu yetkiyi pervasızca kullandılar. Pleb yanlısı konsüller de onlardan geri kalmadılar. Örneğin Gaius Marius ve Cinna bile bu yetkiyi patrici karşı-devrimcileri yok etmek için kullandılar. Bizim büyük filozofumuz da bu yetkiyi kullanarak tarihe geçti; burjuva sosyal bilimcilerin masallarında özgürce konuşma ve düşüncelerini serbestçe ifade etme hakkının yılmaz savunucusu olmakla şereflendirilen filozofumuz bu yetkiyi korkusuzca kullanırken keyif aldı. Burjuva sosyal bilimcilerin ona yakıştırdıkları hiçbir erdeme ve melekeye sahip değildi aslında. Tam tersine sözcülüğünü yaptığı sınıfın tüm doğal tepkilerine ve reflekslerine sahipti. Kamusal görevleri sırasında bu tutumunu pek de gizlemedi.

Örneğin yine Michael Parenti’nin aktarmasıyla yargıç olarak atanacak kişilerin mülk ve statü sahibi olmasının şart olduğunu düşünürdü. Önemli bir göreve pleb kökenli birinin atanmasına bahsi geçen kişinin ona göre önemsiz bir geçmişe ve kökene sahip olmasından dolayı karşı çıkardı. Sıradan halk sınıflarını kokuşmuş bir yığın olarak görürdü; bunu mektuplarında defalarca dile getirdi. Roma’nın pleblerinin hazinenin kanını emen parazitler olduklarını da defalarca tekrar etmişti. Kendisi de hem aile kökeni hem de bir taşla beş kuş vuran evliliği dolayısıyla köle, toprak ve rant sahibiydi. Roma’da en kârlı yatırım alanlarından biri de yoksul pleblere kiralanan çok katlı binaların sahipliğiydi. Kiralar fahişti ve Roma’da pleblerin kanını emen gayrımenkul zenginleri bu yolla ciddi servetler elde etmekteydiler. İşin kötüsü bugün mermer ve granitten kalıntılarına bile hayran olduğumuz Roma mimarisine ait estetiği pleblerin güvensiz evlerinde görmezdiniz. Bunlar çoğunlukla çamur ve tahtadan yapılan ve sık çıkan yangınlarla birlikte hem kendisi kül olan hem de içinde yaşayan pleblere mezar olan garabet yapılardı. Garabet idiler ancak pek çok kazandırırlardı sahiplerine. İşte bu gözü dönmüş yatırımcılardan biri de aziz filozofumuzdu. Bir keresinde Sezar pleblerin ödediği yüksek kiraları sınırlandıran bir kararı hayata geçirince pek kızmıştı ve arkadaşına yazdığı mektupta gitti bizim kira gelirleri diye dert yanmıştı. 

Çok mektup yazmıştı, belirtildi. Genel olarak mektuplarında farklı ancak Cicero’nun siyasi tercihi düşünüldüğünde birbirini tamamlayan üç amaç işlenmişti. Öncelikle yatırımları ile ilgili araştırma soruları ve direktifler vardı. Mektuplarının önemli bir bölümü mektubun yazıldığı kişiye yönelik “sizin oralarda bir zeytin bahçesi kaça gidiyor?” türünden soruları içermekteydi. Anlaşılan bizim yüce filozofumuz pek de öyle çileci ve püriten bir düşünür değildi. İkinci amaç ise birini bir makama önermekti. Genellikle etrafındaki zengin çocuklarını merkezi ya da yerel bir yöneticiye önermeyi kendine iş bilmişti; “tanırım iyi çocuktur” türünden pohpohlamalarla dolu bir sürü mektup vardı. Karşılığında ne alıyordu bilinmez. Üçüncüsü ise siyasi muhaliflerine yönelik destek toplama ve fesat kurma amacıydı; ki bu konuda pek mahirdi. Örneğin Sezar’ın katilleri içindeki en çarpıcı kişilik olan Marcus Brutus’a mektuplarının sayısı pek çoktu.

Büyük filozofumuz M.Ö. 63 yılında karşı-devrimci optimateslerin lütfuyla konsül oldu. Ulaşmak istediği en yüce makama ulaşmıştı. Ancak Cumhuriyet Roma’sının tarihi, adları bile kaydedilmeyen unutulup gitmiş pek çok konsüle şahitlik etmişti. O öyle olmayacaktı. İki konsül seçilirdi; onun ortağı da Gaius Antonius Hybrida adında bir adamcağızdı. Hybridia ileride büyük filozofumuzu katlettirecek triumvir Marcus Antonius’un amcasıydı (Cicero için her yol gelecekteki celladına çıkıyordu anlaşılan). Her konuda iki konsülün hemfikir olması gerekiyordu, bizim iki konsülümüz içinde Cicero açık ara baskındı. Rivayet doğru ise Hybridia’nın Cicero’ya yüklü borcu vardı ve bu borç nedeniyle itiraz edecek mecali yoktu zavallının. Cicero çok zekiydi, ortak konsül olarak bu çaresiz adamı bilerek seçmişti. Sınıflı toplumlarda borçluluk ilişkisinin borç veren ile alan arasında bir efendi-köle ilişkisi olduğunu kavrayacak kadar zekiydi hem de.

Şimdi kendisini kanıtlaması, Roma’nın diğer büyük kurtarıcıları gibi büyük bir kurtarıcı olduğunu göstermesi gerekiyordu. Deyim yerindeyse kendi şansını kendisi tırnaklarıyla kazıyarak yarattı. M.Ö. 63 yılı konsüllüğü seçimindeki rakibi Lucius Sergius Catiline onun büyük oyununun küçük kurbanı olacaktı. Catiline aslında geçmişi hakkında pek bir şey bilinmeyen, patrici sınıftan gelen ve Sulla zamanında Sullacı partide yer alan biriydi. Ancak sonra ne olduysa pleb partisinin sözcülüğünü üstlendi. Seçim kampanyası boyunca Roma’da pleb ve yoksulların sınıfsal hiyerarşideki yerlerinden kaynaklanan acılarından ve sıkıntılarından dem vurdu, kendisinden önceki populareslerin programlarına benzer reformist bir programı ortaya attı. Parenti Catiline’in arkasında Sezar ve Crassus’un olduğunu belirtir, olabilir. Ancak her türden eşitlikçi radikalden nefret eden Cicero için Catiline iki büyük suçu aynı anda işlemişti; pleb partisinden olmak ve ona rakip olmak. Cicero tarihin gördüğü en aşağılık ve en düzmece dava veya komplolardan biri ile gerçekten Roma tarihine adını yazdırmak üzereydi. 

Cicero’nun konsüllüğü sırasında Catiline bir sonraki yıl konsüllük için yeniden aday olacağını açıkladı. Cicero yetkisini kullanarak seçimleri erteledi. Bu arada senatoya Catiline’in kendisini öldürmek istediğini ilan etti, hem de hiçbir kanıt yokken. Ancak asıl fırsat Roma’nın dışından geldi. Etruria bölgesinde bir grup asker ödemelerini alamadıkları için isyan bayrağını çekmişlerdi, aslında radikal bir hedefleri yoktu. Liderleri Manlius sürekli senatoya mektup yazıyor ve amaçlarının sadece haklarını almak olduğunu belirtiyordu. Cicero için beklenemedik bir fırsattı; senatoda zengin senatörlerin sınıfsal korkularını tetikleyecek bir şekilde Caitline ve Manlius’un ittifak haline olduklarını ve birlikte gelip Roma’yı işgal ederek tüm particileri kılıçtan geçirecek haince bir planı hayata geçirmek üzere olduklarını ilan etti. Patrici senatörler bile bu iddialara hemen inanmadılar. Ancak Cicero durmadı. Bu ihanetin derhal cezalandırılması gerektiğine dair bir dizi konuşma ile senatörleri etkilemeye çalıştı (sonradan bu deli zırvası yalanlar Cicero’nun söylev kitaplarından biri haline geldi). Bu arada Catiline kendisine karşı dönen havayı iyi kokladı ve Roma’dan kaçtı. Ancak tam da Cicero’nun istediği şeyi yaptı ve sığınmak için Manlius ve isyancı askerlerin kampına gitti. Ancak ne Catiline ne de Manlius’un Roma’ya yürümek gibi bir niyetleri yoktu. Yine de Cicero’nun komplosunda çember tamamlanmıştı. Önceleri kanıt yoktu ancak Catiline kendi eliyle Cicero’ya sahte kanıt üretecek fırsatı verdi. Cicero senatonun karşısına bir grup yalancı şahitle çıktı ve bir konsül olarak senatus consultum ultimum ilan edilmesini istedi. Böylece tek başına yargılama ve cezalandırma yetkisini almış oldu. Gerçi Catiline kaçmıştı ama yandaşları olduğu düşünülen kişilerin bir bölümü hâlâ Roma’daydı. Cicero ve diğer tutucu senatörler hınçlarını onlardan çıkardılar.1 Cicero’nun direktifiyle Catiline taraftarı olduğu düşünülen bir grup saygın kişi tutuklandı. Yakınlardaki bir hapishaneye götürüldüler ve tek tek öldürüldüler. Cicero hayatının gösterisini tertiplemekteydi. Catiline ve yanındaki isyancı aç askerler kısa bir süre sonra lejyonlar tarafından çembere alındılar ve kendilerini savunurlarken öldürüldüler. Cicero servet ve mülk sahipleri namına kazandığı bu göz kamaştırıcı zaferin karşılığında bir iki villa daha edindi (kuşku yok ki Catiline taraftarlığıyla suçladığı, öldürttüğü veya sürdürdüğü kimselere aitti bunlar).

Konsül olarak tarihe adını yazdırdığını sanmıştı galiba. Gerçek bilgelik mütevazilik anlamına gelir aynı zamanda; Cicero ikisinden de nasibini almamıştı. Catiline komplosundan yıllar sonra bir arkadaşı ona Roma’nın tarihini yazdığını söyleyince “o günü de yaz, çünkü ben o gün Roma’yı kurtardım” demişti. Başka bir olay sırasında yine onu tehdit etmenin Roma’yı tehdit etmek anlamına geldiğini belirtmişti. Acaba kimin Roma’sını kastetmişti? 

Ancak zafer sarhoşluğu içindeyken sonucunu düşünmediği tehlikeli bir adım atmıştı. Catiline’in “sözde” taraftarlarını katlettirirken Publius Lentulus Sura’yı da katlettirmişti. Lentulus Marcus Antonius’un üvey babasıydı, ona ikbal ve kariyer yolculuğunda çok yardım etmişti. Plebyen kökenden gelen Marcus Antonius’a pek çok kapıyı populares partisinden bu eski konsül açmıştı. Roma’da işler öyle yürürdü. Yani Cicero Marcus Antonius’un hamisini öldürmüştü ve Marcus Antonius kindar bir adamdı. Geleceğin Sezarist triumviri Cicero’yu bir kenara yazmıştı herhalde. Roma’da işler böyle yürürdü; kapitalist toplumların aklı kırılmış, aklı haşat edilmiş bireylerinin aksine Roma’da bireyler uzun hafızaya sahip olurlardı. Sınıflar bile kini unutmaz, besler büyütürlerdi. Tüm gözü açıklığına, kurnazlığına ve iş bitiriciliğine rağmen Cicero bunu hesap etmiş değildi; bunu hayatıyla ödeyecekti. Ama haftaya…

  • 1. Bu cadı avı sırasında Catiline taraftarları arasında hem Crassus hem de Sezar’ın adı geçtiyse de henüz kimsenin onlara dokunacak cesareti yoktu.