Kuşkusuz açık ve net bir toplumsal tasarımları olduğu söylenemez, ancak özellikle, mülkiyet, toprakların kullanımı, kamu harcamalarının dağılımı, yoksullara yönelik çeşitli destekler, refah ve huzurdan devletin sorumlu olması, üretilen her şeyde ortaklık, çocukların toplumun ortak değerleri olması, kadın-erkek eşitliği, kadınların üretime katılması ve eğitime verilen önem…

Ortaçağ İslam dünyasında dolaşan hayalet: Karmatiler

“Karmati bir ölüm dolanıyor Bağdat sokaklarında…
Elleri kesilmeden ellerinin hakkını veriyor derviş…
Bir hallacın savurduğu yünler gibi dağılıp,
Bir gelin kızın dokuyacağı kilim olamıyorsa ipliğimiz,
Karmati bir ölümdür aşksız coğrafyalarda boynumuzu vuracak olan.”

İki asır boyunca Ortaçağ İslam dünyasının hayaleti oldular. Fas, Tunus, Suriye, Mısır, İran, Irak, Arabistan, Afganistan’a varıncaya kadar Sünni saltanatların temellerini sarstılar. Kibirli halifelerin, despot sultanların, şımarık asilzadelerin kâbusu oldular. 

Yoksul köylüler, çulsuz bedeviler, evsiz barksız kölelerdi… Sıradan, fukara bir sırt hamalının, Aşat oğlu Hamdan Karmat’ın eşitlik ve adalet çağrısına uyup isyan bayrağını açtılar. ”Lehu’l mülk”, mülk Allah’ındır deyip Kur’an içre başkaldırdılar. Yol aldılar. Zamanla mülkün sahibi ilan ettikleri, merhametine sığındıkları Allah’ın da kendilerine yüz çevirdiğini gördüler. Umutlarını kestiler. Mekke’yi bastılar. Kâbe’nin damına çıktılar. “Enel Hak”, "Allah benim" deyip Hallacı Mansur oldular:

“Ey Allah, eğer bu senin evinse, hadi gel de kurtar evini. Sen orada ilâhsan ben de yeryüzünde kendimce ilâhım!”  

Buyurun…Bu kadarı da fazla olmalı. Ancak isyanı bu noktaya taşıyacakları daha önce ibadete dair Kurani emirlerde yaptıkları cüretkâr değişiklilerden belliydi:

Şuna bakar mısınız; ilkin, malum otuz gün olan orucu biri baharın başlangıcında diğeri kışa girişte olmak üzere iki güne indirdiler. Vakit namazlarını da beşten ikiye, güneşin doğuşunda ve batışında secdesiz, rükusuz yalnızca kısa bir dua etmecesine indirirken, hac görevini tamamen ilga ettiler. Durun murun demeye kalmadan kadere ve ahrete dair yazılanları cennet, cehennem, sorgu melekleri gibi kelamları bir yana ittiler. Tamam, yaptıkları bu değişiklikler yeterince cüretkârdı ama yetinmediler, yapacaklarını yaptılar: Kâbe’nin kutsal bilinen taşı, her hac döneminde Müslümanların el sürüp niyaz ettikleri Hacer-ül Esved’i söküp kendi başkentlerine götürdüler. Ardından da Kuran’ın Allah sözü olmayıp, Muhammed’in aklının bir ürünü olduğunu ileri sürdüler… Eh bu kadarı sahiden fazlaydı: Zındık ilan edildiler. 

Durmadılar, daha beterine cüret ettiler: “Bir at bir de kılıç, bu ikisinin dışında mala dair bütün kazanımlar ortaktır” diyerek beterin beteri olan kıyamet alametine işaret etmiş oldular! Yüzlerce yıl sonra bu defa başka bir coğrafyada ortaya çıkarak mülk sahiplerini dehşete düşürecek bu hayalete İslam dünyasının ilk  komünistleri dediler: Karmatiler…

Peki kimdir Karmatiler? Doğuş, kopuş ve isyan hangi tarihsel olayların sonucudur?   

Ben açıkçası Osman’dan başlamaktan yanayım. Hz. Osman… Ancak bu durumda şu anda bile nasıl ve nerede biteceğini kestirmediğim bu yazı uzadıkça uzayacak. Tam bu nedenle Osman’a dair önemli bulduğum kısa bir saptama yaptıktan sonra  yaklaşık yüz yıllık bir boşluk bırakarak Abbasiler ve Karmatilere, kopuş ve isyana geçmek niyetindeyim.

Saptama şu: Osman, söylemek yersiz, Kureyştendir. Hz.Muhammed’e iki defa damatlık yapmıştır ve peygamber, kendi demesine göre, bırak ikiyi on tane kızı olsa, onunu da vermekten geri durmayacak kadar Osman’ı sevmektedir. Osman yaşarken cennetle müjdelenen nadir sahabelerdendir. Ve nepotisttir, akraba kayırıcısı… Ve maalesef akrabası çoktur. Büyük şehir ve eyaletlerin başta valilik olmak üzere yüksek askeri şefliklerine ve zapt edilen arazilerin yönetimine kendi akrabalarını, damatlarını atamış, ayrıca yine eş ve dostuna ganimet olarak elde edilen bağ ve bahçeleri cömert bir şekilde bağışlamıştır… İslam ülkesinde memnuniyetsizliklerin başlangıcıdır… Zıtlaşmalar Osman’la birlikte  hafiften uç vermişse de  mezhep tartışmaları için vakit erkendir. Tartışma, tamamen ekonomik ve yönetim tarzına dairdir… Osman, konu itibariyle iştah vericiyse de, başta söylediğim nedenden ötürü ona ayıracağım bölüm bundan ibarettir.

Hulefâ-yı Râşidin deniliyor, ilk dört halife dönemine. Yükselme dönemidir. Hak dinini yayma dönemi… Büyük bir çelişkiyle kılıç eşliğinde büyüyorlar. Çelişki şu; İslam’ın taşıyıcıları kılıç elde dinlerini tebliğ ederken, dinlerinde inat edip İslam’a yüz vermeyerek direnenlerin canları ve malları helal sayılıyor. Buraya kadar sorun yok, gayet iyi ve güzel. Mallara el konuluyor, canlar köleleştiriliyor. Bir de İslam’ı kabul etmemekle birlikte direnmeden teslim olanlar var ki bunlar vergiye bağlanıyor eh, ehveni şerden sayılıyor. En kötüsü ve çelişik olan ise Müslim olmayanların hiçbir direnç göstermeden Müslümanlığa geçerek kelime-i şehadet getirmeleri oluyor. Bunlar derhal Müslüman statüsü kazanacağı için mallarını ve canlarını kurtarmış oluyorlar. Müslüman sayısı artarken, servet azalıyor. Yağma üstüne kurulan düzen sarsılmaya başlıyor.

“Daha fetihlerin bütün hızıyla sürdüğü kuruluş döneminde bu çelişkileri yaşayan İslam toplumundaki iç parçalanma, fetihlerin durmasıyla daha da derinleşti. (…) Böylece İslam’ın çok kısa süren altın çağı da sona ermişti. Artık Arap ya da başka halklardan Müslümanların ezici çoğunluğu için Müslümanlık, dünya zenginliğinin yeniden paylaşımında kişiyi pay sahibi yapan bir bilet değil, giderek yabancılaşan bir devletin ve giderek zenginleşen şımaran bir Müslüman yönetici sınıfın, giderek artan masraflarını karşılama yükümlülüğüydü…”. Bunları İranlı tarihçi Ferhad Daftary’dan aktarmış oluyorum.

İslam dünyasında zıtlaşmalar artıyor, bölünmeler başlıyor. Ve henüz mezhepler sahneye çıkmış değil. Demek istediğim “iç parçalanma” mezhepler üzerinden değil, partiler ve temsil ettikleri toplumsal tabakalar üzerinden ortaya çıkıyor. İktidar isteyen dört parti var Şia’t Ali, Şia’t Osman, Şia’t Muaviye ve Hariciler…

Farkındayım, yazı uzayacak gibi görülüyor ama Karmatilerin hangi tarihsel şartlara doğduğunu başka türlü nasıl anlatabilirim… Muaviye’nin kurduğu ve İslam’ın en parlak döneminin yaşandığı Emevi yönetiminin Osman-Muaviye koalisyonu olduğunu söyleyebiliyoruz. Bunlardan birincisinin Peygambere iki kez damat olduğuna yukarıda işaret etmiştim. İkincisi de yabancı sayılmaz, Peygamberin kayınbiraderidir. Kureyşlidirler. Peygamberin eşi Ayşe’nin de bu koalisyon içinde yer aldığını görüyoruz. Bu koalisyon döneminde Hariciler adeta “bire” varıncaya kadar kırılıp sahneden çekiliyorlar.

Emevi iktidarı Peygamberin amca tarafından akrabası Ebul Abbas yanlıları tarafından, Ali’nin partisinin de desteği ile yıkılıyor. 750 yılında Emevi yıkıntılarının üzerinden Abbasi hanedanı yükseliyor. Yaklaşık beş yüz yıl süren Abbasi Hilafeti, kendisini iktidara getiren Ali yanlıları için tam bir hayal kırıklığı oluyor. Ali yanlıları, özellikle de Hasani kolu biçilirken Mısır, Suriye ve Kuzey Afrika’da da Peygamberin kızı, Ali’nin eşi Fatma’nın adını sürdüren Fâtımi Halifeliği 909 yılnda kuruluyor ve yükselişe geçiyor. Ali Partisi’nin bir damarıdır… Böylece İslam dünyasında, Endülüs’ü de sayarsak, aynı anda üç halife ortaya çıkıyor. Bu fiili durumun, kabul edilmelidir ki epeyce kafa karıştırıcı bir yanı var, Allah’ın, haşa, üç gölgesi olduğu anlamına geldiğini ileri sürenlerin olduğu biliniyor.

Aşat oğlu Hamdan Karmat… Sıradan fukara bir köylü iken onu bu “sıradanlıktan” çıkarıp örgüt lideri yapan Fâtımi iktidarının hayal kırıklığına uğrattığı İsmaili bir “dai”, oluyor: Hüseyin el Ahvaz… “Dai” dedim de, Yusuf Ziya Bahadınlı’nın pek güzel bir tanımı var. Aktarmak isterim:

“Karmat’ın ilk öğretmeninin, Al-Hüseyin Al-Ahvaz olduğu bilinir; ‘öğreti’yi öğreten bir ‘dai’dir; ‘yol gösterici’, davet edici ve yayıcıdır. ’Öğretmen’ bir şanstır. Suyun akışına küreğinin ucu ile suya yön veren, yeni bir fidanın büyüyüp meyve vermesine sebep olan bahçıvandır.”

Hüseyin el Ahvaz’ın ölmeden önce tutuklu bulunduğu hapishaneden, son derece zeki, örgütçü ve yetenekli olduğu anlaşılan Hamdan Karmat’ı başöğretmen olarak atıyor. Karmat, üstlendiği Bağdat’tan çeşitli yörelere “dai”ler göndererek yoksul köylüler arasında İsmaili öğretiyi gizlilik içinde sürdürmeye koyuluyor. Bu arada  günümüzde kullanılan şifre (cifir) sistemini tarihte ilk kez Karmatilerin kullandığını da öğrenmiş oluyoruz. Henüz yolun başıdır ve İsmaililik, Abbasi/Fâtımi zulmüne karşı “Kalpsiz dünyanın kalbi,mazlum insanın iç çığlığı” oluyor. Çığlığın çığlık olarak kalmayıp “ürkütücü hayalete” dönüşmesi için Bahreyn Karmatilerini beklememiz gerekiyor.  

Abbasiler bir mucit. Tekbir eşliğinde katliam yapmanın mucidi oluyorlar. İslam coğrafyasında yaygın olarak kullanılan tekbir eşliğinde katliam ilkin Karmatiler üzerinde uygulanıyor.Bu kadim geleneğin günümüzde halen uygulanmakta olduğu biliniyor. Borcumuz Abbasileredir. İlkin, Hamdan Karmat’ın İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinden gelen yoksul “muhacirler”i koruyup kollamak için için Kûfe yakınlarında kurduğu kale/kent Abbasi orduları tarafından yakılıp yıkılıyor ve ardından ülkenin dört bir yanında toplu katliamlar başlıyor. Harekete adını veren Hamdan Karmat 906’da öldürülüyor. Bitiyor mu? Hayır, bitmediği gibi İsmaili hareket, Hamdan Karmat’ın “dai” olarak gönderdiği Ebu Said’in önderliğinde Bahreyn’de Karmatiler adıyla devletleşiyor.

Üzerlerine gönderilen Abbasi ve Fatımi ordularını her defasında dağıtıyorlar. Yetinmiyorlar, Yemen ve Umman gibi komşu bölgeleri de denetimleri altına alıp bütün Sünni İslam dünyasının korkulu düşü oluyorlar. Kuşkusuz açık ve net bir toplumsal tasarımları olduğu söylenemez, ancak özellikle, mülkiyet, toprakların kullanımı, kamu harcamalarının dağılımı, yoksullara yönelik çeşitli destekler, refah ve huzurdan devletin sorumlu olması, üretilen her şeyde ortaklık, çocukların toplumun ortak değerleri olması, kadın-erkek eşitliği, kadınların üretime katılması ve eğitime verilen önem… Sizi bilmem ama "komünist mi ne" diyesim var. Zaten diyenler de var.

Dikkate değer bir başka yanları daha var Karmatilerin. O da diğer Batıni-Alevi hareketlerden farklı olarak mevcut Sünni düzeni inancıyla, ideolojisiyle toptan reddederken bilhassa inanca yönelik ritüelleri toptan ilga etmeleri oluyor.

İki yüz yıla yakın yaşıyor Bahreyn Karmati devleti. Direniyor. Sonrasında Abbasilerin tuttuğu Selçuki Türk paralı askerlerinin uzun süren saldırıları sonucunda yıkılıyor. Bitiyor mu? Hayır bitmiyor. Karmati ilhamla İran’da Elbruz Dağı’nın eteklerinde, Alamut Kalesi yükseliyor: Dağın Efendisi…

Bir de Kâbe’nin duvarından sökülüp Bahreyn’e götürülen kutsal taş, Hacer-ül Esved var. Başlarken sözünü etmiştim. Sonunu merak edenleriniz olabilir. Otuz yıl oyunca Bahreyn’de kalmış. Otuz yıl boyunca hacılar Kâbe’yi tavaf ederken sanki taş varmış gibi boşluğa dokunmuşlar, artık nasıl oluyorsa! Otuz yılın sonunda 951’de otuz bin dinar karşılığında kara taşı Abbasilere satmışlar. Bu da ilginç olmalı!

Yararlanılan kaynaklar:

Ferhad Daftary, İsmaililer Tarih ve Kuram, Rastlantı Yayınları 1. Baskı, Ankara 2001.

Prof. Dr. Neşet Çağatay, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.

Yusuf Ziya Bahadınlı, Alevilik ve İslam Fanatizmi, İnsancıl Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2009.

Not: Yazının başındaki şiir Zeki Bulduk’a aittir