Dolar biraz daha yükselse; belki de Batı’nın sıcak para spekülatörleri, 'Türkiye yeterince ucuzladı' diyerek geri gelirler. Ama, dış kredilerin de ayrıca canlanması gerekecek. Hepsinin bir ön koşulu var: Saray’ın inadından vazgeçmesi; TCMB’nin politika faizini iki yıl önceki gibi yeniden sıçratması… Yeteceği şüphelidir; galiba bunun için dahi gecikilmiştir. 

Dış borçlar ve kamu sektörü

Bu yazıda Türkiye ekonomisinin son dört yılındaki dış borç hareketlerini gözden geçireceğim. 

İki aşama söz konusudur: Dış borçların dört nala tırmandığı 2017-Mart 2018 dönemi ve sonraki iki kriz yılı. İlk dönemde dış borçlar 59 milyar dolar arttı. Kriz yıllarında ise uluslar-arası finans kapitale 37 milyar dolar dış borç ödendi.

Ayrıntılara geçelim.

Dış borç göstergeleri: Kritik dönemeçler

Aşağıdaki tablo üç yıla ait dış borç toplamını ve ana öğeleri (milyar dolar olarak) veriyor.

Dış borç tabloları üçer aylık dönemler itibariyle verilir. Tablomuz Aralık 2016  ile başlayan on dört üçer tablolardan türetilmiştir. Sadece üç tarihe odaklandım: Aralık 2016, Mart 2018 ve Mart 2020.

Mart 2020 son verileri içeriyor. Diğer iki tarih, dış ekonomik ilişkiler açısından dönüm noktalarını  temsil etiği için seçildi. Öncesini ve bu iki dönemi özetleyelim.

  • Aralık 2016 öncesi: FED’in 2013’te parasal daralmaya geçiş kararı, uluslararası sermaye hareketlerini frenledi; Türkiye de etkilendi. Erdoğan, 2014’te başlayan dış kaynak akımlarındaki daralmayı, faizleri indirerek telafi etmek istedi. AKP on yıl boyunca neoliberalizmin “yüksek faiz, dalgalı döviz kuru” programına bağlı kalmıştı; TCMB Başkanı bir süre direnebildi; geleneksel reçeteyi Aralık 2016’ya kadar kısmen sürdürdü. Bu tarih, sermaye hareketlerindeki daralmanın bitimini simgeler. Öncesinde dış borçlar artma eğiliminde değildir; istikrar kazanmıştır. Ekonomi son üç yılda %3,4 civarında bir tempoyla büyümüştür. 
  • Aralık 2016-Mart 2018: AKP, anayasa değişikliğiyle iktidarını kalıcılaştırmayı hedeflemekte; büyüme temposunu sıçratma peşindedir. 2017’de uluslararası sermaye hareketlerinin canlanması fırsat bilinecek; TCMB özerkliği fiilen son bulacak; politika faizi enflasyonun altında tutulacaktır. Mart 2018, dış borçlanmanın ve bu tabloda yer almayan tüm dış bağımlılık göstergelerinin zirveye çıktığı tarihtir. 2017’nin hızlı (%7,’lik) büyüme temposu, dengesizlikleri sürdürülemez eşiğe taşıyacaktır. 
  • Mart 2018-Mart 2020: 2018’in Mart-Ağustos ayları arasında Saray, neoliberal reçeteyle açıkça çatışır. Ekonomi yönetiminin başına Damat getirilir. TCMB Başkanı değiştirilir; düşük faizlerde ısrar edilir. Ta ki, sert sermaye çıkışları hızlanarak bir döviz krizini tetiklesin… Eylül 2018, finans sermayesine teslimiyetin tarihidir: TCMB’nin politika faizleri yüzde 24’e çıkarılır; dış finansman, dış borçların “döndürülmesi” öncelik kazanır. 2019’da  “neoliberal disipline uyum” kısmen sürdürülecek; ama “kaçamaklar” yıl sonunda hızlanacak; 2020’ye damgasını vuracaktır. Bir döviz krizinin ilk işaretleri Mart 2020’de gözlenir. Tablo, korona salgınının ekonomik şokunu da içeren sonraki ayları içermiyor; ama yaşıyoruz.  

Dış borç yükü kamuya taşınıyor

Tabloda yer alan ana kalemlerin seyrini izleyelim.

Ana ayrım, (TCMB dahil) kamu kesimi ve özel sektör arasında yapılıyor. 2008-2009 krizinin sonunda AKP iktidarı, döviz kazancı olmayan şirketlerin dövizle borçlanmalarını serbest bıraktı. Bunun sonunda Aralık 2016’da özel sektörün payı %69,6 olacaktır (sütun 1, satır 5 ve 1). Tabloda yer almayan 2007’de ise özel sektörün payı ise %64,3’tü. (Bu on yıl içinde kamu sektörünün dış borçlardaki payı da ters yönde değişecektir: %35,7 → 30,4).

Toplam dış borçların 59 milyar dolar arttığı (sütun 1,2) Aralık 2016-Mart 2018 arasında ise, kamu ve özel sektörlerin payları pek değişmedi. Özel sektörün borçlarının bileşiminde (bk. satır 5-6), şirketlerin payındaki artış (%47→%49) süregeldi.

Sonraki iki yılda (Mart 2018-Mart 2020 arasında), dış borç stokundaki 36,9 milyar dolarlık gerileme özel ve kamu sektörleri arasında nasıl paylaşıldı? Bu soruyu sütun 2 ve 3’ü karşılaştırarak yanıtlayalım.

Döviz krizi içinde ve sonrasında özel sektör dış borçlarının (325,9 → 253,4) 72,5 milyar dolar düştüğünü gözlüyoruz (satır 6). İlginç bir tespit: Özel banka ve şirketlerin dış borçlarındaki düşme, Türkiye’nin toplam dış borç ödemelerini aşmıştır. Nedeni ortadadır: Kamu sektörünün dış borç stoku (142,0 → 177,6) düşmemiş; 35,6 milyar dolar yükselmiştir (satır 2). Kamu sektörü dövizle borçlanarak dış borç yükünü daha fazla devralmaktadır.

Dış borçların finansmanında özel bankalar öne çıkıyor: İki dönem arasında borç stokları ($165 → $104,4) 60,6 milyar dolar düşmüştür. Dış borçlarını “döndürme oranını” üçte ikiye indirerek… Özel bankaların dış borçlarının önemli bir bölümü, özel şirketlere açtıkları döviz kredilerinden kaynaklanmaktaydı. Yüksek düzeyde net dış borç ödemesi yaparak şirketlerin döviz yükümlülüklerini de hafiflettiler.

Özel bankalar (fazlasıyla) dış borç ödemesi yaparken (başlangıçta dış finansman yükü hafif olan) kamu sektörü niçin ülke dışından (bazen de Türkiye’den) dövizle borçlanıyor?

“Niçin?” sorusunu yanıtlayacak ipuçları var: TCMB, üç kamu bankası ve Hazine, karmaşık işlemler sonunda döviz piyasalarını desteklediler; doları bir süre 6.85 TL’de tuttular; ama net döviz rezervlerini tüketerek… Faiz maliyeti daha düşük olduğu için kamu açığının finansmanında dolar borçlarının payı arttı; döviz kurundaki artışın maliyeti ileriye kaydırılarak… Batık döviz borçlusu şirketleri (borç / hisse takasları gibi yöntemlerle) kurtarma operasyonlarından da söz ediliyor.

Bu işlemler büyük ölçüde ek dış borçlanmayla karşılanmıştır. Bu nedenle kamu sektörünün tüm öğelerinde net döviz bilançoları “eksi” değerlere sürüklendi. TCMB’nin konumu alenileşmiştir. Kamu bankalarının BDDK tarafından uyarıldığını duyuyoruz. Varlık Fonu’nun net döviz pozisyonu ise denetime kapalıdır.

Yakın gelecek? Parlak değil…

Dış borçlardaki gelişmeler kırılganlıkların hafiflediğini mi, süregeldiğini mi gösteriyor?

Yanıt için dış borçların dolarlı millî gelirdeki (GSYH’daki) paylarına bakılır. Dünya Bankası’nın 2020’ye GSYH öngörüsünü de ekleyelim ve 2017 ile başlayan dört yılın GSYH değerlerini milyar dolar olarak, sırayla aktaralım: 852,6 → 789,0  → 753,7  → 660,9…

Tabloda yer alan 2020 dış borçlarının o yılın dolarlı GSYH’ya oranı %65,2’dir. Dış kırılganlıkların zirveye çıktığı iki yıl önce (Mart 2018’de) gerçekleşen oranın (%60,7’nin) bir hayli üzerinde…

Haziran 2020 ve sonrasının verileri, kısa vadeli dış yükümlülüklerin Mart 2018’den bu yana fazla değişmediğini; döviz rezervlerindeki hızlı erimenin ise göreli riskleri artırdığını gösteriyor.

Bu tespitleri, bu yakınlarda dış finans çevrelerinden gelen iki olumsuz Türkiye yorumu ile birleştireceğim. Birincisi, adlarını vererek büyük Batı bankalarının Türkiye’ye açtıkları kredi portföylerini daraltma çabalarını ve gerekçelerini ayrıntılarla açıklıyor: Nick Corbishley, Wolf Street, 15 Ağustos 2020…

İkincisi, Saray’ı fazlasıyla sinirlendiren Moody’s’in 11 Eylül tarihli Türkiye notu. Bu belgeye göre, kamu borçlarının bileşimindeki bozulma ve artan dış kırılganlıklar bir ödemeler dengesi krizi olasılığını artırmıştır. Bunları birleştiren bir etkeni bu yazıda açıkladım: Kamu sektörünün artan dış borçlanması…

Dolar biraz daha yükselse; belki de Batı’nın sıcak para spekülatörleri, “Türkiye yeterince ucuzladı” diyerek geri gelirler. Ama, dış kredilerin de ayrıca canlanması gerekecek.

Hepsinin bir ön koşulu var: Saray’ın inadından vazgeçmesi; TCMB’nin politika faizini iki yıl önceki gibi yeniden sıçratması… Yeteceği şüphelidir; galiba bunun için dahi gecikilmiştir.