Kapitalizmi savunmanın tek yolu her alanda karşı devrimin örgütlenmesi. Çünkü çoktan çürüdü düzenleri. Halka hizmet eden tabipleri de çürütmek istiyorlar o yüzden. Çürütmekten başka yol bulamıyorlar. Son çırpınışlarıdır!

Devletin MHP’si Halkın Hekimlerine karşı

Polis 17 Temmuz 1968 akşamı 6. Filo eylemlerinin ardından öğrenci liderlerinin kaldığı Gümüşsuyu’ndaki Teknik Üniversite Öğrenci Yurdunu kuşattı. Eylemlerde başı çeken Vedat Demircioğlu adlı öğrenci yurda yapılan baskın sırasında yurdun ikinci katından aşağı atıldı, kaldırıldığı hastanede öldü. Polis, cenazesini gizlice memleketine, Konya’nın Taşkent bucağına gönderdi. Cenazenin kaçırıldığını öğrenen arkadaşları ayaklandı. Sokak çatışmaları çıktı, yirmi beş polis yaralandı, çok sayıda öğrenci gözaltına alındı, kırkı aşkın öğrenci tutuklandı. 6. Filo’yu protesto gösterisinin artçı sarsıntısıydı.

Zaten 6. Filoyu protesto yürüyüşü de ağır bir saldırıya uğramıştı. 16 Şubat 1969’da 76 kitle örgütü “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü” yapıyordu. Polisin desteklediği dinci-milliyetçi sağ örgütler yürüyen kitleye saldırdı. Kalabalığın üzerine bomba attılar, kaçanlardan yakaladıklarını bıçakladılar. Duran Erdoğan ve Turgut Aytaç o saldırılarda öldü, yüzlerce kişi yaralandı. Gazetelerde yayımlanan fotoğraflarda, bir polis memuru, Turgut Aytaç’ın öldürülüşünü izlerken görülüyordu. Fotoğraflarda elinde bıçakla görülen kişinin Belediye Zabıta Memuru Seyit Atmaca olduğu açıklandı. Başkaca bir fail bulunamayınca “Kanlı Pazar” dosyası kapatıldı. Dinciler ve milliyetçiler ABD askerinin ülkeye girişini protesto edenleri düşman bellemişti. Bugünün yönetici kadrosu o gün göstericileri saldıranlar arasından çıkmıştır.

Kanlı Pazar bir provaydı. 1969 Eylül’ünde, Milliyetçi Hareket Partisi güdümündeki, kendilerine “komandolar” adını veren, “Ülkü Ocakları” içerisinde örgütlenmiş sağcı grup, Beşiktaş’taki Işık Mimarlık ve Mühendislik Yüksek Okulu’nu bastı. Öğrencilere ateş açtı. Mehmet Cantekin açılan ateşte öldü, yedi öğrenci yaralandı. Aynı grup Aralık’ta Yıldız Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi öğrencisi Mehmet Büyüksevinç ile Battal Mehetoğlu’nu da öldürdü. 

Dinci ve milliyetçilerin yetişemediği noktada polis boşluğu dolduruyordu. Polisin İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği genel kurulu nedeniyle Beyazıt’ta, Marmara Öğrenci Lokali çevresinde toplanan kimi öğrencileri gözaltına almak üzere harekete geçmesi sırasında kaçmak isteyen Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Taylan Özgür polis tarafından öldürüldü. Öğrenciler katil polisin etrafını sardılar. Araya toplum polisi girdi, polisi öğrencilerin elinden aldı. Yargılamalar sonucunda Taylan Özgür’ü öldüren polisin kimliği saptanamadı. ”Şahane 60’lı yıllara” düzenin topyekün cevabıdır.

***

Haliyle 70’li yılların başında artık toz dumana karışmış, kimin kimi niçin vurduğu anlaşılmaz hale gelmişti. 1970 Mart’ında, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki çatışmada, sağcı gruptan Süleyman Özen öldü. 12 Nisan’da on iki silahlı “Komando” Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bastı. Doktor Asteğmen Necdet Güçlü’yü vurarak öldürdüler. Daha sonra Türk Ocağı binasındaki Ülkü Ocakları Merkezi polis tarafından basıldı ve Güçlü’yü öldüren İbrahim Doğan silahıyla birlikte yakalandı. 30 Nisan’da Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni basan Komandolarla fakülte öğrencileri arasında çatışma çıktı. Yaşar Serpin adlı öğrenci, sonradan sivil polis olduğu öne sürülen kişi tarafından tabancayla vurularak öldürüldü. 

Artık Komandoların adı hemen her olayda duyulacaktı. Olayları onların yaptığı belliydi, ama tek tek kim oldukları belirlenemiyordu. Katillerin toplu halde koruyucu bir şemsiye altına alındığı ilk defa o yıllarda duyulmaya başlandı. Şemsiyenin adı Kontrgerillaydı.

“Komandolar” yarı askeri bir güç olarak örgütlenmişti. Örgütleyicisi bir sivil siyasi hareket gibi görünüyordu ancak CKMP ve ardılı MHP’nin kuruluşunun da sivil bir siyasi hareket olmaktan çok yarı askeri olduğu yönünde iddialar vardı. Komandolara silahlı eğitim vermek üzere İstanbul, Ankara ve İzmir yakınlarında kamplar açılmıştı. CKMP’nin yarı resmi organı Milli Hareket dergisine göre, kampların günlük programı şöyleydi: Dua, iki saat beden eğitim (judo, güreş ve boks dâhil), kahvaltı, okuma, öğle yemeği, iki saat beden eğitimi (yukarıdaki gibi, ayrıca ipte yürüme ve duvara tırmanma), dua, uzun yürüyüşler ve spor, dua, akşam yemeği ve ders (örneğin, Komünizm karşısında milliyetçilik ruhu). Buna karşın, gençlerin ateşli silahlarla eğitildiği yolunda söylentiler yaygındı. Parti, bunları yalanlıyordu. 

İlhamlarını “Nasyonal Sosyalizm”den aldıkları başlangıçta daha belirgindi. Ancak, faşizme duyulan yaygın tepki yüzünden, kullanılan kavramlar giderek faşist literatürden uzaklaşmaya başladı. Başlangıçta “Komando” sözcüğünü benimseyen militanlar, partinin de isteğiyle “Milliyetçi Toplumcular” adını aldılar. Ardından “Bozkurtlar”, bir süre sonra da “Ülkücüler” diye anıldılar.

Esası antikomünizmdi tabii. CKMP (sonra MHP) lideri Alparslan Türkeş, “Bozkurtlar’ı Türkiye’yi komünizme karşı korumada partiye yardımcı olmak için kurduğunu” söylüyordu misal. Ülkücülük, dincilik, geriye kalan ne varsa bu mücadelenin dolgularıdır.

***

Komandolardan sonra, dinci gerici oluşumlar içinde de benzer örgütlenmelerin kurulması gecikmedi. 18 Kasım 1967’de üç imamla bir Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi tarafından kurulan “Mücadele Birliği”nin perde arkasındaki fikir babası Aykut Edibali’ydi. Bu kuruluş, 1969 Şubat’ında “Huzur ve Asayiş Komitesi” adı altında bir vurucu güç oluşturdu. İstanbul’da, Büyükçekmece’ye 4 kilometre uzaklıktaki Gürpınar köyünde militan kadroya judo, ateşli silah ve bomba eğitimi verdi. Birtakım olaylara karışan ve kimi mitingler düzenleyen örgüt, “Yeniden Milli Mücadele” adlı bir dergi çıkarıyordu.  

Bu dönemde birbiri ardına kurulan “anti-komünist” örgütler ülkenin sokulmak istendiği karanlık tünelin birer işaretiydi. Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti, Türkiye Kuran Kursları Kurma Koruma ve İdame Ettirme Dernekleri, Milliyetçi Kültür Birlikleri, Türkiye Yüksek Öğretim Huzur ve Dayanışma Cemiyeti, Anadolu Milliyetçiler Derneği, Genç Kuvayı Milliye Derneği, Aydınlar Kulübü, Türkiye Din Adamları Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu, Konya Mücadele Birliği ve Sancakları, sonradan adını Türkiye Milliyetçiler Birliği olarak değiştiren Türkçüler Birliği, CKMP’li İ. Hakkı Yılanlıoğlu’nun yönetimindeki Vatansever Türk Teşkilatı bunlar arasındaydı.

Bu hazırlıkların tamamlanması ve örgüt yapılarının oturması ile birlikte sola karşı yönelen faili meçhul saldırılar ve cinayetler 12 Mart’a kadar artarak sürdü. Darbeye doğru Türkiye, yeni ve farklı bir örgütün adını da telaffuz etmeye başlamıştı. Bu askeri örgütü siviller ilk defa 12 Mart yönetiminin oluşturduğu Ziverbey İşkencehanelerinde duyacaktı: Kontrgerilla…

***

70’li yılların ikinci yarısı faşist-gerici saldırılarda büyük bir ileri sıçramaya tanıklık etti. Bireysel saldırılar Kahramanmaraş Katliamı gibi kitlesel saldırılara dönüştü. Ardından seçilmiş hedeflere yönelik, büyük suikastlar başladı. Milliyet Başyazarı Abdi İpekçi, SBF Dekan Yardımcısı Prof. Ümit Yaşar Doğanay, İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Cavit Orhan Tütengil, TRT yapımcısı Ümit Kaftancıoğlu, MC döneminin bakanlarından MHP’li Gün Sazak, Maden İş Genel Başkanı Kemal Türkler ve 12 Mart’ın Başbakanı Nihat Erim birbiri peşi sıra öldürüldü. 1978-80 arasındaki o üç yıl içinde Türkiye’nin kaderi değişti. 1978’e Ecevit hükümetinin barış ve değişim sloganlarıyla giren Türkiye 3 yılda faili meçhul cinayetler, vahşi saldırılar ve gözü kara suikastlarla bir askeri darbenin eşiğine getirilmişti.

Bütün bu olaylarda aynı isimlerin geçmesi bir örgüte ve onun tetikçilik için eğitilmiş hücresine işaret ediyordu. Ülkücü katil Ali Yurtarslan itiraflarında, MHP içindeki hücrelerin kuruluşunu şöyle anlatıyor: “Şevkat Çetin, teşkilat başkanlarının aradan çıkmasını ve hücreler kurulmasını önerdi. Böylece ETKO, TİT gibi örgütler ortaya çıktı. Şevkat Çetin ayrıca şöyle diyordu: ‘Tek bir mermiyi boşa atmayalım. Artık bunların beyin takımını hedef alalım. Bir semtte devrimcilerin ele başı kimse o hedef alınmalıdır. Bu, onların kolunu kanadını kırıyor. Emir verenleri yönlendirenleri vuralım. Sıradan devrimcileri vurunca onları militanlaştırıyoruz.’ Bu konuşmalardan sonra devrimcilerin önderleri hedef alınmaya başlandı.” 

***

Burada anlatılanlar laik cumhuriyetten vazgeçmiş bir egemen sınıfın kurtuluşu Türk-İslam Sentezinde arayışının tarihidir. Katilleri kucaklarında beslediler, büyüttüler, halkın üzerine saldılar. Yetersiz kaldıkları yerde devlet imdada yetişti, 12 Eylül Cuntası geldi, tanklarıyla alanı temizledi. İslamcı AKP ile Türkçü MHP’nin kodları o iç savaşın ortasında yazılmıştır. Esası devletin derinliklerinde peydahlanmış Türk-İslam Sentezidir. 

Arada Komandolara ihtiyaç kalmadı. İktidarda onlar var artık. Baroları hallettikten sonra tabipleri koydular hedefe. MHP Genel Başkanı “kapatılsın” buyurdu. Yardımcısı “Bu Marksist yuvasının dağıtılmasının, en azından tekelinin kırılmasının zamanı geldi” diye homurdandı. Yakındır AKP gereğinin yapılması için atar adımı. 

Karşı devrim sürüyor yani. Kapitalizmi savunmanın tek yolu her alanda karşı devrimin örgütlenmesi. Çünkü çoktan çürüdü düzenleri. Halka hizmet eden tabipleri de çürütmek istiyorlar o yüzden. Çürütmekten başka yol bulamıyorlar. Son çırpınışlarıdır!