Özerklik röportaj dizisi -5 / Şerafettin Halis: Üçüncü bir güç varlık göstermeli

soL’un “özerklik” röportaj dizisinin bugünkü konuğu eski BDP milletvekili Şerafettin Halis.

Selin Asker

Özerklik tartışmalarında bugün görüşlerine yer verdiğimiz isim eski BDP milletvekili Şerafettin Halis. Halis’le özerklik gündeminin başkanlık ve Ortadoğu’daki gelişmelerle ilintisi, AKP’nin bölgede yürüttüğü savaşta tarafların tutumu ve çokça dile getirilen “çözüm” meselesi başlıklarını konuştuk.

“Küresel sermaye/sömürü güçleri için en verimli alanlar dünyanın ve bölgelerin en geri kalmış, kalkınma ve paraya en çok ihtiyaç duyan alanlarıdır. Türkiye’nin batısıyla kıyaslanan Kürdistan, sömürü güçlerinin iştahını kabartan koşullarla doludur” diyen Halis, şu vurguyu yapıyor:

“Öncelikle ve elzem olan sorundan kaynaklı ölümlerin bir an önce durdurulması, savaşan tarafların dışında üçüncü bir gücün varlık göstermesidir.”

Nasıl yorumluyorsunuz özerklik tartışmalarını? Öncelikle buradan başlayalım isterseniz...

Özerklik tartışmalarında kişilerin bulundukları yere göre değerlendirme yapmaları siyasi duruş açısından daha doğru olur diye düşünüyorum. Özerkliği kendilerine bir hak gören Kürtler içerik, kapsam ve niteliği tartışırken, bu hakkın verilmesini isteyen siyasi çevreler, bu isteme karşılık vermeyen/vermek istemeyen iktidar direncini tartışmalıdır.

Öncelik ve konum açısından durum böyle olmakla beraber, söz konusu çevrelerin özerkliğin içeriği ve kapsamı üzerine hiç tartışamayacakları anlamına gelmez. Kürtlerin 40 yıllık zorlu mücadelesi toplumsal varlık inkarını, toplumsal varlık kabulüne vardırdı. Ancak, toplumsal varlığın kabulü arkasından toplumsal hakların inkarını getirdi.

Bugün AKP-Erdoğan cephesinin Kürtlerin tüm haklarını verdiğini iddia ederek “Kürt sorunu yoktur/kalmamıştır” yaklaşımı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürtler kendi kimlikleriyle gurur duymalıdır” söylemine rağmen istenilen özerkliğe karşı oluşları, dünkü devlet aklıyla, bugünkü  devlet aklının Kürtlere bakışında  temel bir değişiklik olmadığını gösteriyor.  

Özerklik başlığında Kürt siyasetinden ve liberallerden çeşitli açıklamalar geliyor. Özerklik talebinin temel argümanlarını "yerelliklerin güçlendirilmesi", "demokratik bir tarz", "halkın karar süreçlerine dahil olması" ve "özgürlük" gibi kavramlar oluşturuyor. Günümüz bağlamında değerlendirildiğinde özerk bir yönetimin tüm bunları sağlama olasılığı nedir sizce?

Özerkliğin bir yönetim modeli olmasının demokrasiyi ne kadar kapsayacağı insan haklarına ne kadar cevap olacağı tartışılabilir. Salt “özerklik” kavramından yola çıkılarak yönetimin demokratik olup olmadığının sonucuna varmak olanaklı değildir. Özerkliğin ana karakteri beslendiği ana kaynaktan bağımsız düşünülemez. Ana kaynak merkezi yapının anayasası olacağına göre, özerkliği Türkiye ve Kürdistan somutunda değerlendirmek gerekir. Bu noktada “Kürt sorunu çözülürse Türkiye’ye demokrasi gelir” “Türkiye demokratikleşirse Kürt sorunu çözülür” değerlendirmeleri bir sarmal oluşturmak durumundadır. Senkronize bir gelişim esastır burada.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da "Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekinceleri kaldıracağız" açıklamasında bulunmuştu. Hatta AKP'nin de programında yer alıyor benzer bir öneri. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Milliyetçi Türk cephesini bir kenara koyuyorum. Türkiye topluluklarının ana gövdesini temsil eden AKP ve CHP’nin “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı programlarına ve dönem dönem gündemlerine almalarına rağmen, bu şartın öngördüğü ekonomik özerkliğin siyasal özerkliğe kapı aralayacağına inanmış olacaklar ki pratik yaşama geçirmeye dair bir adım atmadılar.

Bu bir yana, uluslararası sermaye kurumu ve kuruluşlarının merkezi idareyi aşarak, doğrudan yereller üzerine bir ilişki geliştirme atağından da ürkmüş olabilirler. Kabul etmek gerekir ki, küresel  sermaye/sömürü güçleri için en verimli alanlar dünyanın ve bölgelerin en geri kalmış, kalkınma ve paraya en çok ihtiyaç duyan alanlarıdır. Türkiye’nin batısıyla kıyaslanan Kürdistan, sömürü güçlerinin iştahını kabartan koşullarla doludur.

Yine özerklik tartışmasına eşlik eden bir diğer başlık ise başkanlık sistemi. Bu konuda HDP'den çeşitli model önerileri de geldi. Örneğin Hatip Dicle Amerikan modeli başkanlık sistemi, Dengir Mir Mehmet Fırat ise Meksika modeli önerdi. Bu iki tartışma arasında bir bağ kurmak mümkün mü?

Özerklik ve başkanlık bağlamında tartışmaları izliyorum. HDP her ne kadar 7 Haziran seçimlerinde “seni başkan yaptırmayacağız” şiarını eksen yaptıysa da, sonra art arda gelişen esnemelere tanık olundu. “Başkanlık sistemini tartışabiliriz” denilerek Meksika ve ABD başkanlık sisteminin model önerilerinde bulunuldu. Yani başkanlık sistemi Kürt siyasi iradesinin gündeminden tamamen silinmedi.

Başkanlık sistemi, ülke ve coğrafyaların tarihi, sosyal, siyasal kültürleri esas alınarak tartışılabilir. Her model/sistem arayışının hedefi gelişmiş demokrasi arayışıdır aslında. Ancak, ülke ve bölge gerçekliği üzerinden bakıldığında, Erdoğan/AKP’nin istediği başkanlığın tıkanmış parlamenter sistemin alternatifi olması değil, var haliyle bile sindirilemeyen “demokrasiye” bir alternatif olma arayışıdır. İster geleneksel/inançsal kültürün, ister Osmanlı öncesinden günümüze kadar gelen siyasi kültürün beslediği bir başkanlık sisteminin demokrasi damarının olmayacağı açıktır. Bütün güç ve yetkilerin tek noktada yoğunlaştırıldığı denetimsiz bir irade ülkenin sosyal ve siyasal ikliminde bir despotluğa yol açacaktır.

Dünya başkanlık sistemlerinden örnekler verilirken, gelinip “Türk tipi başkanlık”ta ısrar edilmektedir. İlle de bir Türk tipi başkanlıktan söz edilecekse,  bu somut ifadesini Hakanlık ve Sultanlıkta bulur. Özgür insan ve özgür toplumun olmadığı sultan ve kul ilişkileri üzerinden biatkar bir tebaa oluşur. Başkanlık sisteminde yönetimin ve toplumun öyle bir karakter bulması kesinliğe yakın bir olasılıkken, başkanlığa karşılık özerklik pazarlığı yapılır mı?

Sizce? Özerklik-başkanlık pazarlığı mı yürütülen?

Bunun için siyaset dünyasının, bir sıkıntı içinde olduğunu söylemek durumundayım. Kürt siyasi mücadelesinin önüne koyduğu temel istem ulusal haklardır. Tali kazanımların temel kazanımlara feda edildiğinin siyaset tarihinde bolca örnekleri vardır. Kürt siyasi iradesi bunu yapar mı? İnanmak istemiyorum. Var olan mevcut yapılanması içinde temel isteme (ulusal haklara) demokratik değerleri feda edecek emareler olsa da, ağırlıklı iradenin demokrasiden yana gelişeceğine inanıyorum. Salt başına ulusal hakların demokrasi ve özgürlükler için yeterli olmadığını, Ortadoğu zemininde mücadele veren Kürt siyasi iradesi herkesten çok iyi bilir.

Ortadoğu’da ulusal haklara sahip tüm Arap ülkelerinin özgürlüklerden ve demokratik haklardan ne kadar yoksun olduğunu bilmeyen yoktur. Böyle bir feda olursa ne olur? Böyle bir kaygının varlığı bile üzücü ve ürkütücüdür. Özerkliğin içeriğinin ve niteliğinin tartışılmasını elzem hale getirir. Biliyoruz ki, özerkliğin inşası tek taraflı deklarasyonla olanaklı değildir. Bu inşa iki güce dayanır. Doğa, sosyal yaşam ve siyaset dünyasında kuralları güçlü olanlar koyar.

Bir tarafta özerklik isteyen yerel, diğer tarafta merkezi yapı vardır. Yani özerklik bu iki taraf arasında müzakereler sonucu var olan uzlaşmayla merkezi anayasanın güvencesi altına alınan bir yönetim halidir. Dolayısıyla özerkliğin, içerik ve niteliğinin merkezi iradenin anayasasının verebildiği/verdiği sınırlar içinde olur. Özerk yönetim, merkezi yönetimin büyük oranda karakterini taşır.

Ondandır ki, demokrasi ve hak isteyenler daha güçlü olmak zorundadırlar. Özerk yönetimin demokratik olması demokrasi güçlerinin de devreye sokularak demokratik bir anayasanın yapılmasına ve bu anayasaya sadık merkezi bir yönetime bağlıdır. Kapitalizm içi çözüm, kapitalizm dışı çözüm tartışmaları mutlaka olacaktır. Buna rağmen bu aşamada talep sahipleri yalnız bırakılmamalıdır.

Bir de ülke sınırları konusu var. AKP bir yandan bölgede yürüttüğü savaşı ülkenin bütünlüğü, bölünmezliği gibi milliyetçi söylemlere dayandırıyor, diğer taraftan Irak içinde adeta bir iç ülke haline gelmiş olan Barzani yönetimi ile sıkı ilişkiler kuruyor. Diğer taraftan İmralı tutanaklarına yansıyan, "Türkiye dışındaki Kürt bölgelerinin ve burada yönetimi fiilen elinde tutan güçlerin Türkiye ilişkisi" konusunda çeşitli pazarlıklar mevcut. Ne kastedildiği çok tartışmalı olmakla birlikte Öcalan'ın, Kürtlerle işbirliğinin Türkiye’yi Ortadoğu'da güçlendireceğine yönelik söylemleri var. Siz böyle bir pazarlığa nasıl bakıyorsunuz? Bölgesel sınırların fiilen ortadan kalktığı (kaldırıldığı) ve her aktörün kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği bir Ortadoğu'nun hali ortadayken...

Dört devlet tarafından parçalanan Kürdistan’ın/Kürtler’in her bir parçası, içinde bulundukları devlet için birer tehlike potansiyelidir. Her devlet kendi Kürtlerini bölünmez bütünlüğü için bir tehlike sayar. Kürtler üzerinden siyaset yürütürlerken küresel güçlerden bağımsız kalamazlar. Küresel güçlerin çıkarlarıyla, bölge devletlerinin çıkar ve çelişkilerine göre ilişki ve çelişkiler gelişir. Bundandır ki, farklı bölgelerde olan Kürtler, hak ve özgürlük mücadelesi için hiçbir zaman ortak bir hedef ve stratejide buluşamadılar.

Ortadoğu’nun sosyal ve siyasal düzleminde bir Kürt merkezleşmesinden söz etmek olanaklı değildir. Devletleşme hedefiyle devlet olma olanakları yaratan Barzani hareketiyle, devletleşmeyi reddedip demokratik cumhuriyet esprisi içinde özerkliği hedefleyen PKK iki ayrı güç merkezi olarak durmaktadır. Bugün çok da varlık gösteremeyen İran Kürtleri dışında Suriye Kürtlerini kısmen PKK kapsamında değerlendirmek gerekebilir.

Küresel güçlerin müdahale ve yönlendirmeleri olmasa bile, iki ayrı güç odağının, iki ayrı hedef belirlemiş olması birleşmeleri önünde en büyük engeldir. Bu durum küresel güçlerden önce, Kürtler’in bulunduğu devletlerin işine yarar.  AKP’nin Barzani ile ilişkisi bu bağlamda değerlendirilebilinir. PKK’nin önüne özerkliği hedef koymakla birlikte, Türkiye dışındaki Kürtler’e yönelik ilişki arayışı ve müdahalesi, bu süreçte çok dillendirilmese de konfederalizm hedefli bir girişim olarak değerlendirilebilir.

Kürtler’in demokrasi hedefinin AB normlarında ve dolayısıyla kapitalizm içi bir çözüm olduğu biliniyor. Abdullah Öcalan’ın Kürdistan için; AB hukuku, üniter devlet (TC.) hukuku ve konfederal hukuku önermesini daha duygusal ve bağlayıcı bir ifadeyle, “mezarımda üç bayrak olabilir. Üniter (Türk bayrağı), Avrupa Birliği bayrağı ve konfederalizm bayrağı” değerlendirmesi çözüm ve demokrasi hedefini belirleyen temel mesaj olarak algılanmalıdır.

Son olarak söylemek istedikleriniz...

Aslında söylenecek çok şey var. Ancak öncelikle ve elzem olan sorundan kaynaklı ölümlerin bir an önce durdurulması, savaşan tarafların dışında üçüncü bir gücün varlık göstermesidir. Böyle bir potansiyel var. Ancak, doğru dinamize edilmeli. 

YARIN: Komünist Parti MK üyesi Kemal Okuyan'ın sorularımıza verdiği yanıtlar yarın soL'da...