Özerklik röportaj dizisi -1 / Hüseyin Aygün: Kürt siyasi hareketinde ciddi bir Erdoğan sevicilik var

Son dönemde "Yeni Anayasa" ve "Başkanlık"la birlikte Türkiye'nin en önemli tartışma başlıklarından biri de özerklik meselesi. soL bu başlığı 1 hafta sürecek dizisinde hukukçu, yazar, akademisyen ve siyasetçilerle masaya yatıracak. İlk konuğumuz, eski Dersim milletvekili Hüseyin Aygün.

Ali Ufuk Arikan

CHP eski Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün söze "özerklik ilanlarını" eleştirerek başlıyor. "Erdoğan ve AKP'nin yanı sıra, Saray diktatörlüğünün karanlık provokasyonlarına adeta can simidi olup, şehirlerde silahlı mücadele başlatan ve hâlâ sürdüren PKK ve Kandil liderleri de özerklik tartışmasının tükenişinin müsebbibidir" diyen Aygün Kürt hareketinden gelen "başkanlık sistemi" önerilerine de tepki göstererek "Kürt siyasi hareketinde bence ciddi bir 'Erdoğan sevicilik' var" ifadelerini kullanıyor.

Hüseyin Aygün'ün sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

-Özerklik tartışmalarına ilişkin neler düşünüyorsunuz, öncelikle buradan başlayalım isterseniz?

Özerklik tartışması, birkaç ay evvel, önceleri cılız bir şiddet sarmalında ve belli bir ilgi de toplayarak başladı. Ancak yükselen şiddetle beraber kısa bir zamanda tüm cazibesini yitirdi. Zira, artan şehitler ve çocuk, genç, kadınlar dahil yoğun sivil ölümleri "söz"ün tüm etkisini sıfırladı. Şu ortamda hiç kimse özerklik lafını duymak istemiyor. Şiddet ve ölüm öyle bir etki yaratmıştır ki, bırakalım özerkliği, parlamento bile tarihinin belki en "güçsüz" ve "anlamsız" dönemini yaşamaktadır. Öte yandan bu tartışma, kâh HDP ve DTK gibi sınırlı ellerde, kâh yol kesen PKK militanlarının adeta araç içinde seyahat eden yolcuları dahi korkutan, "Burada özerklik ilân edilmiştir" beyanlarında görüldüğü gibi silahlı bir örgüt liderliğinde, en baştan yanlış başladı. Bazı HDP'li belediye başkanlarının özerklik ilân ediş şekli mesela çok hatalıydı. Şöyle "ilânlar" gördük: "Devlet kurumlarının bu şehirde bir yetki ve nüfuzu kalmamıştır." Oysa böyle bir "özerklik" ilânı yoktur, bu "Bağımsız Devlet" ilânıdır. Özerlik, merkezi devletin varlığının ve yetkilerinin tamamen reddi değil, bazı yetkilerin yerele devri, yerel ve merkez ilişkisinin yeniden düzenlenmesidir. Bu tür tavırlar, özellikle Türkiye'nin batısında özerklik isteğinin bir "hak ve özgürlük" talebi değil, "ayrılık" veya "ayrılığın bir basamağı" olduğu gibi bir algıya yol açtı. Erdoğan ve AKP'nin yanı sıra, Saray diktatörlüğünün karanlık provokasyonlarına adeta can simidi olup, şehirlerde silahlı mücadele başlatan ve hâlâ sürdüren PKK ve Kandil liderleri de özerklik tartışmasının tükenişinin müsebbibidir.  

-Peki özerklikle ilgili diğer iddialara gelecek olursak, mesela özerklik talebinin temel argümanlarını "yerelliklerin güçlendirilmesi", "demokratik bir tarz", "halkın karar süreçlerine dahil olması" ve "özgürlük" gibi kavramların oluşturduğunu görüyoruz. Günümüz bağlamında değerlendirildiğinde "özerklik" tartışmasının tüm bunları sağlama olasılığı nedir sizce?

Yerel akla gelse de özerklik aslında yerellikten daha geniş bir kavramdır. Siyasal özerklikten bizim anladığımız kendini yönetme, kendi yasasını yapma güç ve yetkisidir. Her yerelin ise demokratik olamayacağı bilinmektedir. Yani bir yönetim tarzının sadece yerelde varlık kazanması, orada her zaman demokrasi olduğu anlamına gelmez. Yerelin demokrasiyi gerçekleştirmesinin şartı yetkiyi kullanan organların niteliğidir. Eğer yoksul ve emekçi sınıflar yerele damgasını vuruyorsa, orada demokratik bir işleyiş ve mekanizma söz konusu olabilir. Ancak sömürücü sınıflar, üst sınıflar egemen ise orada halkın geniş yığınları dışlanır ve demokrasi olmaz. Her yerel yönetimin "özgürlük" sağlayacağı da doğru değildir. Bir yönetim "yerel" olabilir, ama aynı zamanda baskıcı olabilir, geniş emekçi sınıflara refah ve özgürlük getirmeyebilir. Bu bir "çelişki" değildir. Son çeyrek yüzyılda Bosna Hersek'ten Katalonya'ya oradan Bask'a bakılırsa bu tablo anlaşılabilir. 

-Bu konuda tartışmaya dahil olan aktörlere baktığımızda, mesela “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı kabul eden kuruluşlar olarak Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın adı geçiyor. Özerklik tartışmalarında Avrupa Konseyi'nin "Yerel Yönetimler Özerklik Şartı"na sıkça atıf yapılıyor. Bu kurum ve kuruluşlarda “merkeziyetçiliğin atıllığına karşı yerelleşmenin sermayenin hareket kabiliyetini artıracağı”na dönük bir beklenti var. Bölgedeki emekçiler açısından “böyle bir yerelleşmenin” sizce ne gibi sonuçları olur?

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı 30 yılı geride bıraktı. Bu şart, belediyelere mali özerklik yetkileri getiriyor, siyasal açıdan yerele bir şey katmıyor. Kürt siyasal hareketinin talep ettiği özerklik statüsü, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı aşan bir taleptir. Ancak Türkiye'de Avrupalı kapitalist yöneticilerin onayını almış, esasen ekonomik temelli ve amaçlı olan bu şart'ın tartışılmasına bile "bölücülük" olarak bakılıyor. Oysa bu belge, sermaye hareketlerini kolaylaştıran, sermaye gruplarının merkezi ve yerel uyumunu amaçlayan bir niteliğe sahiptir. Söz konusu şart'ın yasallaşmamasının sebebi partilerin siyasal kaygıları, taviz vermeme anlayışları, Kürt sorununda bir çözüme yol açmayacağını düşünmeleri vd. sebepler olabilir. 

-Özerklik tartışmalarında göz ardı edilen önemli bir husus da devletin kamusal hizmetlerinin ne tür bir sistematikle sürdürüleceği. Burada eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi başlıklar akla geliyor. Bu kurumların hizmetlerinin de bölgesel standartlara göre değişmesi muhtemel görünüyor. Hatırlarsınız Kürt illeri için asgari ücretin daha düşük olmasından söz edilmişti geçtiğimiz yıllarda. Bu tür bir farklılaşmanın (bir çeşit bölünme de denilebilir) toplumsal sonuçları nasıl olur sizce?

Türkiye'deki patronlar sınıfı, sermaye ve burjuvazi, asgari ücret üzerinden hep şiddetli bir tartışma yürütmüştür. CHP baskısıyla asgari ücreti artırmayı vaat eden AKP'nin 1 Kasım'dan sonra sözünü tutmamak için bin dereden su getirdiği de biliniyor. Kürt çalışanlar için asgari ücretin düşük tutulması tartışmaları da eskidir. Bu Türkiye patronlarının işçiler arasında ayrım yapmak, milliyetçiliği kullanmak ve sınıf kardeşleri arasına "etnik" bir dinamit yerleştirmek istemelerine dayanıyor. Özerklik modelinde bütün bunların düşünülmesi zorunludur. Ancak Kürt sorunundaki özerklik tartışmalarında bu alanlar pek düşünülmemiştir veya zayıftır. Hakim paradigma, liberaldir çünkü.

-Yine özerklik başlığına eşlik eden bir diğer başlık ise başkanlık sistemi. Bu konuda HDP'den çeşitli model önerileri de geldi. Örneğin Hatip Dicle Amerikan modeli başkanlık sistemi, Dengir Mir Mehmet Fırat ise Meksika modeli önerdi. Buna ilişkin neler söylemek istersiniz? Bu iki tartışma arasında bir bağ kurmak mümkün mü?

Kürt siyasi hareketinde bence ciddi bir "Erdoğan sevicilik" var. Yıllar süren "müzakere" içinde oluşmadı bu. Kürt İslamcılar Kürt hareketi saflarında her zaman etkiliydiler. Demirtaş zaten bunu açıkça söylemişti. Dengir Fırat'tan Altan Tan'a bu kuşak HDP'de, hem de güçlü şekilde temsil olmaya devam oluyor, hem de kendi politik varlık ve ideolojileriyle. Diyarbakır yanarken Altan Tan mesela, "Meclsi kadın kuaföründe hâlâ neden erkek çalışıyor" diye bir soru önergesi vermiştir. HDP'nin özerklik tartışmalarına uzak duran bu kesimlerin Başkanlık karşısındaki konumları da kanımca açıktır. Başkanlık'a dair Öcalan'ın bile çok erken bir tarihte, "Tayyip Beyin Başkanlığını destekleriz" dediğini not edelim. "Erdoğan'ı 10 yıldır iktidarda tutan benim", "Tayyip Erdoğan'ı idamdan ben kurtardım" sözleri de Öcalan'a aittir. Öcalan, sözümona "statükoyu sorguluyor" diye daha '90'larda Özal için bile, "Bizi en iyi o anladı" demişti. PKK içinde bu sağ/İslamcı damar hep vardı. Hatip Dicle'nin açıklamaları da bu eksende ele alınabilir.  

-Bir de ülke sınırları konusu var. AKP bir yandan yürüttüğü savaşı ülkenin bütünlüğü, bölünmezliği gibi söylemlere dayandırıyor, diğer taraftan Irak içinde adeta bir iç ülke haline gelmiş olan Barzani yönetimi ile sıkı ilişkiler kuruyor. Buradaki çelişki ortada. Diğer taraftan İmralı görüşmelerinden de gördüğümüz üzere müzakere masasında Türkiye dışındaki Kürt bölgelerinin ve burada yönetimi fiilen elinde tutan güçlerin Türkiye ilişkisi konusunda da (Suriye ve Irak içindekiler) çeşitli pazarlıklar yürütüldüğünü öğreniyoruz. Ne kastedildiği çok tartışmalı olmakla birlikte Öcalan'ın, Kürtlerle işbirliğinin Türkiye'yi Ortadoğu'da güçlendireceğine yönelik söylemleri var. Siz böyle bir pazarlığa nasıl bakıyorsunuz? Bölgesel sınırların fiilen ortadan kalktığı (kaldırıldığı) ve her aktörün kafasına göre bunlara dair planlar yaptığı bir Ortadoğu'nun hali ortadayken...

Irak'taki Kürt bölgesi artık bir tür "ön-devlet", "devlet olmaya doğru-devlet" pozisyonunda, Suriye'deki Rojava bölgesindeki Kürtler ise Suriye hükümetiyle ilişkili olarak özerkliğe benzeyen "kantonlar" yönetiminde ilerliyor. Barzani, izlediği uluslararası siyasetle ABD ve AKP yanlısı bir çizgide duruyor. AKP ve Erdoğan Barzani'den şu an için memnun görünüyor. Rojava'ya düşmanlık ise daha çok Kürtlerin IŞİD karşıtlığı ve Suriye emellerine engel olma planları ürünü. Herkesin bir Kürdistan'ı ve "özerklik"i var. Eğer isteyeceklerse "emekçilerin özerkliği", tüm halklarla dayanışan, sömürü ve baskıya karşı duran, milliyetçi ideolojileri aşan bir çerçevede olmak zorunda. İşçi sınıfı, yoksul kent emekçileri, kırın yoksul sınıfları, Ortadoğu çapında halkların kardeşliğini esas alan ve emperyalizme karşı bir çizgide yürümek zorunda. Cenevre'yi, Brüksel'i dinlemek değil, bölge genelinde halkların dayanışmasını örmek durumunda. Bu, "özerklik" formunda da olabilir, "Demokratik Emekçi Cumhuriyeti" formunda da mümkün.