Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov: ABD Ortadoğu'da tehlikeli bir oyun oynuyor

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 'ABD’nin kendini insanlığın geleceğini belirleyen ülke olarak konumlandırma çabaları iyi sonuçlanmayacak. ABD Ortadoğu'da tehlikeli bir oyun oynuyor' açıklamasında bulundu.

Haber Merkezi

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Sputnik’e açıklamalar yaptı. Lavrov, ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) son zamanlar sıkça başvurduğu yaptırımları, Rusya’nın Aleksey Navalnıy olayındaki duruşunu ve Belarus’ta yaşananları değerlendirdi.

Lavrov "seçimlerin ABD’nin dış politikası, müttefikleri ve ortaklarıyla ilişkileri ve Rusya ile ilişkileri üzerindeki etkisi ne kadar güçlü olduğu" sorusuna "Bu konuda muhtemelen herkes artık kendileri için bir sonuç çıkarmıştır. ABD’deki iç siyasi mücadeleyi yakından ve profesyonel olarak takip edenleri kastediyorum. İç siyasi mücadele her zaman Cumhuriyetçiler ve Demokratlar için sergiledikleri duruşun sebebi olmuştur. Şimdi gözlemlediklerimiz de istisna değil" yanıtını verdi. Lavrov şunları söyledi: 

'Bizimle ültimatom diliyle konuşmak anlamsız'

"Önemli olan enformasyon, söylem, polemik alanında rakiplerinizi alt etmeye yarayacak olabildiğince çok argüman toplamak. Çok yakında Demokratik ve Cumhuriyetçi partilerin başkan adayları arasında tartışma programları düzenlenecek. Rusya konusu, artık klişe haline gelen Rusya’nın ABD’nin iç meselelerine müdahale iddiaları artık hâkim yerlerden birini işgal ediyor. Gerçi son haftalarda, hatta birkaç aydır, yerimizi Çin almış durumda. Bu, mevcut idarenin değil, Obama idaresi döneminde başladı. Rusya yönetiminin bilinçli olarak Moskova-Washington ilişkilerini bozmaya yönelik politika uyguladığını ileri süren Obama’ydı. Obama ayrıca Rusya’nın 2016 seçimlerine müdahale ettiğini dile getirmiş, bu bahaneyle emsali görülmemiş yaptırımlar getirmişti. Buna, ABD’deki Rusya malvarlığının gasp edilmesi, onlarca diplomatımızın aileleriyle birlikte sınır dışı edilmesi ve birçok başka eylem de dahil. ABD’nin seçkin olması, Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin, ABD’deki tüm politik akımların aynı derecede katıldığı bir tez.

Bir ülkenin kendini tüm insanlığın geleceğini belirleme hakkına sahip, kesinlikle hiçbir günahı olmayan ve tarihi herkesten daha iyi bilen ve anlayan ülke olarak konumlandırmasının iyi sonuçlanmayacağını defalarca dile getirdik. Bu nedenle, her bir ülke ve her bir iç siyasi sürece yönelik olan yaklaşımımızda olduğu gibi bunun ABD’nin iç meselesi olduğunu tekrar teyit ediyoruz. Kendi iç meselelerine, aslında uluslararası arenadaki gerçek durumu yansıtmayan çok fazla söylem karıştırmaları üzücü.

Avrupa Birliği de giderek daha fazla yaptırım sopasına başvuruyor. Bu nedenle vardığım sonuç çok basit, her bir ülkede seçimle yönetime gelen her bir hükümetle çalışmaya hazırız, bu ABD için de geçerli. Ama ABD ile, onları ilgilendiren konuları, sadece ve sadece eşit haklar, karşılıklı çıkarlar, çıkar dengesi arayışı temelinde konuşacağız. Bizimle ültimatom diliyle konuşmak anlamsız ve faydasız. Bunu anlamayan varsa hiçbir işe yaramayan politikacılardır."

'Bizi cezalandırmak istiyorlar'

(AB'nin yaptırım politikaları üzerine) "Henüz bu politikanın değişeceğine dair hiçbir işaret görmüyoruz. Maalesef bu yaptırım kaşıntısı giderek artıyor. Son örneklerden, Belarus’ta yaşananlardan dolayı bizi cezalandırmak istiyorlar. Ayrıca Navalnıy olayından dolayı da bizi cezalandırmak istiyorlar, oysa Avrupa Adli Yardım Konvansiyonu kapsamındaki yükümlülükleri yerine getirerek Rusya Başsavcılığı’nın resmi başvurusuna karşılık vermeyi kesinlikle reddediyorlar. Bahaneler de tamamen uyduruk. Almanya, 'Size hiçbir şey söyleyemeyiz, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’ne (OPCW) gidin' diyor. Oraya birkaç kez gittik, onlar da 'Berlin’e gidin' diyorlar. Şöyle bir atasözü vardır, 'İvan Pyotr’ı işaret ediyor, Pyotr İvan’ı'. Batılı partnerler de hukuki yaklaşımlarımıza bu tarzda karşılık veriyor ve yüksek sesle, 'zehirlenme tespit edildi, Rusya dışında bunu kimse yapamazdı, itiraf edin' diyor.

Aynısını daha önce Skripaller olayında yaşadık. Ve şundan eminim ki, Navalnıy olayı olmasaydı, başka bir şey uydururlardı. Şu aşamada her şey, Rusya-AB ilişkilerini mümkün olduğunca zayıflatma amacı etrafında dönüyor. Avrupa Birliği’nde, bunu anlayan ülkeler var, ama konsensüs, sözde dayanışma ilkesi uygulanmaya devam ediyor. Rus karşıtı agresif azınlığı temsil eden ülkeler bu ilkeyi kaba bir şekilde istismar ediyor. Halihazırda, AB Komisyonu Başkanı’nın raporundan anladığım kadarıyla, AB bazı kararları konsensüs değil, oylama temelinde alma olasılığını görüşüyor. Bu ilginç olacak, çünkü hangi ülkelerin uluslararası hukuku kötüye kullandığını, hangi ülkelerin de pragmatizm ve gerçekçiliğe dayalı düşünceli, ölçülü, dengeli politika uyguladığını göreceğiz. Taliban’a, ABD askerlerine saldırmaları için para teklif ettiğimiz iddialarına gelince, Taliban kesinlikle sadece kendi çıkarları ve kendi inançlarına göre hareket ediyor ve bizi, bu tür şeyler yapmakla suçlamak tamamen haydutça. Bunun ABD’li yetkililer için bile yakışıksız olduğunu düşünüyorum. Bu arada, Pentagon bu uydurmaları doğrulayacak hiçbir delil bulmadığından bu iddiayı reddetti. Taliban da bunun kesinlikle yalan olduğunu açıkladı. Biz, Amerikalılara ve İngilizlere defalarca şunu söyledik: 'Eğer bir şikayetiniz varsa lütfen gelin gerçeklere dayanan profesyonel diplomatik diyalog gerçekleştirelim'.

Rex Tillerson, ABD Dışişleri Bakanı iken, ellerinde Rusya’nın Amerikan seçimlerine karıştığına dair reddedilemez delillerin olduğunu açıklamıştı. Ben üşenmedin ve ona şunu sordum: “Eğer reddedilemez delilleriniz varsa bizimle paylaşır mısınız? Biz kendimiz de bunu çözmekle ilgileniyoruz, zira bize iftiranın atılması kesinlikle çıkarımıza değil”. Bana ne dedi, biliyor musunuz? Bana, “Sergey, sana hiçbir şey vermem. Tüm bunları organize eden gizli servisleriniz her şeyi çok iyi biliyor. Onlara sorun, onlar sana her şey anlatır”. İşte ülkelerimiz arasındaki ilişkilerde neredeyse ana konu haline gelen bir konuda yapılan sohbet. Bir gün gelecek bu konuda, Navalnıy ile ilgili durumda, Salisbury’deki zehirlenme olayında, somut soruları cevaplamak, delilleri sunmak zorunda olacaklar. Salisbury’ye gelince, bu olayın başladığı ve bize Noviçok maddesinin tek üreticisi yaftası yapıştırıldığı 2 yıl önce, açık erişimde olan gerekçeli deliller sunduk. Bu deliller, birkaç Batı ülkesinin Noviçok grubundan maddeler geliştirdiğini gösteriyor. ABD’de de bu maddelerin patenti alınmıştı, bu gruptan askeri amaçlı maddeler için onlarca patent verilmişti. Bu türden çalışmaların yapıldığı ülkeler arasında İsveç’i de andık. İki yıl önce bize şunu söylediler: 'Bu ne cüret, bizi bu ülkeler arasında anamazsınız, biz hiçbir zaman Noviçok ile ilgili çalışmalarda bulunmadık”. Oysa şimdi bildiğiniz gibi Almanlar, vardıkları sonuçları doğrulamaları için Fransa’nın yanında İsveç’e başvurdu. İsveç de Almanya Savunma Bakanlığı laboratuvarının bu maddenin Noviçok olduğu yönündeki sonucu doğruladığını açıkladı. 2 yıl önce İsveç’in, bunun Noviçok olup olmadığını belirleme yetkinliği yokken, 2 yıl sonra bu yetkinlik ortaya çıktıysa demek ki bir şeyler oldu. Ve İsveç’e Noviçok’tan anlama imkanı sunan bir şeyler olduysa buna, potansiyel olarak Kimyasal Silahların Yasaklanması Anlaşması’nın kaba bir şekilde ihlal edilmesi gözüyle bakmalı. Bu cevabının sonunda şunu söylemek istiyorum, biz herkesle konuşmaya hazırız, ama hiçbir delil sunmadan bizi kendimizi savunmaya zorlamasınlar. Somut, net bir şekilde ifade edilen tedirginlikler temelinde biz her zaman profesyonel sohbete hazırız.

'Nazizm’i kahramanlaştırma çabalarına izin veriliyor'

(ABD, 2. Dünya Savaşı ve Sovyetler Birliği’nin bu savaştaki rolüne yönelik girişimler devam ediyor. Sizce tarihi gözden geçirme çabaları ABD ve genel olarak tüm dünya için ne gibi sonuçlar doğurabilir?" sorusuna yanıt olarak) "Kesinlikle haklısınız. Şu anda bu alanda, dünya tarihi ve Avrupa tarihi alanında yaşananlar bizi çok endişelendiriyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler şeklinde oluşan uluslararası hukukun modern temellerini gözden geçirme amacını taşıyan tarihi bir saldırganlık gözlemleniyor. Bu temelleri yıkmaya çalışıyorlar. Her şeyden önce Sovyetler Birliği ile Nazi Almanya’sını, saldırganları ve saldırganları yenenleri, Avrupa’yı köleleştirmeye ve kıtamızın çoğu halklarını köle yapmaya çalışanları yenenleri aynı seviyeye getirme girişimi olan argümanlara başvuruyorlar. 2. Dünya Savaşı’nın başlamasından Hitler Almanya’sından çok Sovyetler Birliği’nin sorumlu olduğunu açık bir şekilde ifade ederek bize hakaret ediyorlar. Bununla birlikte konunun asıl tarafı sessizce halının altına süpürülüyor: 1938’de her şeyin nasıl başladığı, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Batı ülkelerinin nasıl Hitler’i yatıştırma politikası uyguladığı. Bunu uzun konuşmaya gerek yok, her şey artık söylendi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in özet yazısında da belge ve evraklara dayanan tüm anahtar argümanlarımız yer alıyor, 2. Dünya Savaşı’nın sonuçlarını baltalamaya yönelik girişimlerin yararsızlığını, verimsizliğini ve yıkıcı doğasını ikna edici bir şekilde gösteriyor.

Bu arada, dünya topluluğunun ezici bir bölümü bizi destekliyor. Her yıl BM Genel Kurulu toplantısında, Nazizm’in kahramanlaştırılmasının kabul edilemez olduğu yönünde tasarı sunuyoruz. Bu tasarıya sadece 2 ülke, ABD ve Ukrayna karşı çıkıyor, Avrupa Birliği ise maalesef çekimser oy kullanıyor. Avrupa ülkelerinin bize anlattığına göre, öncelikle Baltık ülkeleri bu tasarıya destek verilmemesini talep ettiği için çekimser oy kullanılıyor. Ama suçlu, davranışlarıyla kendini açığa çıkarır. Bu tasarıda hiçbir ülkenin, hiçbir hükümetin adı geçmiyor, sadece tüm dünya topluluğuna Nazizm’i kahramanlaştırma çabalarına, anıtlarla mücadeleye izin verilmemesi çağrısı yapılıyor. Ama demek ki, AB’den bu ikinci dibi olmayan, tamamen açık ve net tasarıya destek vermemesini talep eden ülkeler bu ilkelere katılamayacaklarını hissediyor. Gerçekten de öyle, bu ülkelerde Nazi yürüyüşleri görüyoruz, anıtları yıktıklarını görüyoruz, bunda öncelikle Polonyalı komşularımız çok aktif.

Bir de Çekya’da benzer süreçler yaşandı. Bu kabul edilemez. Tüm bunlar BM Anlaşması’nda belirtilen 2. Dünya Savaşı sonuçlarını bozmanın yanı sıra, asker mezarlarının ve anıtların korunması ve bakımıyla ilgili bu ve diğer ülkelerle olan ikili anlaşmaları da kaba bir şekilde ihlal ediyor. Bu anıtlar, 2. Dünya Savaşı kurbanlarının ve bu ülkeleri kurtaran kahramanları anısına yapıldı. Bu yüzden çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Şu noktaya dikkat çekmenin önemli olduğunu düşünüyorum, Nazizm’i kahramanlaştırmanın önlenmesine yönelik politikamıza karşı çıkanlar insan haklarını bahane ediyor. Fikir ve ifade özgürlüğüymüş. ABD ve Avrupa’da var olan bu özgürlükler sansüre maruz kalamazmış. Eğer bu fikir ve ifade özgürlüğü Nazizm’i kahramanlaştırmanın önlenmesiyle kısıtlanacaksa mevcut yasaları ihlal edilecekmiş. Ama gelin dürüst olalım, şu anda ABD’de gözlemlediklerimizin, muhtemelen 2. Dünya Savaşı’nın sonuçlarını gözden geçirmenin kabul edilemezliği ile ilgili söylediklerimizle bir ilgisi var. ABD’de ırkçılık zirve yapmış durumda ve bu ırkçılık "eğilimlerini körükleyerek çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışan politik güçler var. Bunu neredeyse her gün görüyoruz."

'Taraflar, Suriye'nin geleceğine yönelik yaklaşımlar üzerinde mutabakata başlıyor'

("Yalnızca Suriye'yi değil, Şam'ın en yakın ortaklarını da vuran ABD’nin ‘Sezar Planını’ nasıl değerlendiriyorsunuz? Ağır ekonomik koşullar nedeniyle ülkedeki insani durumun iyileştirilmesi için yeni çözüm olarak hangi adımlar atılabilir?" sorusuna) Bu plana, sizin de söylediğiniz gibi, ‘Sezar Yasası’ diyorlar. Plan, genel olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin yönetimine karşı boğucu bir araç olarak görmek istedikleri yaptırımların uygulanmasını öngörüyor. Aslında bu yaptırımlar, hem ABD’nin, hem de AB'nin ve Washington'un diğer bazı müttefiklerinin çok sayıda uyguladığı önceki yaptırım paketlerinde de olduğu gibi, elbette her şeyden önce sıradan insanlara, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin vatandaşlarına zarar veriyor. Daha dün New York'ta Güvenlik Konseyi, Suriye'deki insani durumun nasıl geliştiği konusunu ele aldı ve Batılı meslektaşlarımız, yaptırımların yalnızca bürokratların ve onların ifadesiyle ‘rejim temsilcilerinin’ eylemlerini ve yeteneklerini kısıtlamayı amaçladığını ve sıradan insanların zarar görmediğini, çünkü yaptırım kararlarının ilaç, yiyecek ve diğer temel malzemelerin tedariki için insani istisnalar sağladığını söyleyerek, çok gayretli ve havalı bir şekilde haklılıklarını savundular.

Tüm bunlar doğru değil, zira Suriye'ye, belki de bazı çok küçük teslimatların dışında, sözde istisnalı olarak yaptırım ilan eden ülkelerden bu tür ürünler hiçbir şekilde teslim edilmiyor. Suriye genelde Rusya, İran, Çin ve bazı Arap ülkeleriyle ticaret yapıyor, bu arada Suriye Arap Cumhuriyeti ile mevcut anormal durumun üstesinden gelme ve ilişkileri yeniden kurma ihtiyacını anlayan ülkelerin sayısı giderek artıyor. Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere gittikçe daha fazla ülke, Suriye Arap Cumhuriyeti'ndeki büyükelçiliklerinin faaliyetlerini yeniden başlatma kararı alıyor ve giderek daha fazla ülke, bu boğucu yaptırımları sürdürmenin insan hakları açısından kesinlikle kabul edilemez bir hal aldığını fark ediyor. Yaptırımlar tek taraflı ilan edilmiş olup, meşru değildir. Ve daha dün ya da önceki gün, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, gelişmekte olan şu ya da bu ülkeye karşı tek taraflı yaptırım ilan eden ülkelere, en azından pandemiyle mücadele dönemi için bu yaptırımların askıya alınması için daha altı ay önce yaptığı çağrısını yineledi. Birleşmiş Milletler üyesi olan devletlerinin ezici çoğunluğu bu çağrıları desteklemiş olmasına rağmen Batı, bu çağrılara kulak vermemeye devam ediyor.

Genel olarak Suriye çözümü konusunda, elbette Astana formatı çerçevesinde Türk ve İranlı ortaklarımızla yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Bu yakınlarda Rusya Başbakan Yardımcısı Yuriy Borisov ile Şam’ı ziyaret ettik. Orada Devlet Başkanı (Beşar) Esad ve bakanları, Astana üçlüsü huzurunda hükümet ile muhalefet arasında varılan anlaşmaların uygulanmasına olan bağlılıklarını teyit ettiler. Cenevre'de Anayasa Komitesi çalışmalarına yeniden başladı, yazı işleri komisyonu toplandı. Taraflar, Suriye'nin geleceğine yönelik yaklaşımlar üzerinde mutabakata başlıyor ve bu da anayasal reform üzerinde çalışmaya başlamalarına zemin oluşturacak. Sahada da, özellikle de İdlib'deki gerilimi azaltma bölgesinde teröristlerin kontrol ettiği alan giderek daralıyor. Hükümetle diyaloğa açık normal muhalifleri Güvenlik Konseyi tarafından tanınan teröristlerden ayırma gerekliliğini de içeren Rusya-Türkiye anlaşmaları, istediğimiz kadar hızlı olmasa da aşamalı olarak yerine getiriliyor. Fakat Türk meslektaşlarımız bu anlaşmalara bağlı ve onlarla yoğun işbirliği yapıyoruz."

'Amerikalılar'ın ayrılıkçılık eğilimleri bölge felaket olabilir'

"Fırat'ın doğusundaki durum endişe verici, orada yasadışı olarak konuşlanmış Amerikalı askerler maalesef, aslında Kürtleri hükümete karşı kışkırtarak, Kürtlerin hükümetle diyalog başlatma konusundaki doğal arzularını bastırarak Kürtlerin ayrılıkçı eğilimlerini açıkça teşvik ediyor. Ve elbette, hem Suriye’nin toprak bütünlüğü açısından hem de ABD’nin bu tür eylemlerinin Kürt sorunu konusunda yol açtığı patlama riski açısından endişelere yol açıyor. Bildiğiniz gibi bu sorun sadece Suriye değil, Irak, İran ve Türkiye için de güncelliğini koruyor. Elbette, bu bölgede böyle oyunlar çok tehlikeli. Amerikalılar artık alışkanlıktan, yönetilebilir olacağını umuduyla, kaosu yaratmaya yönelik bu tür eylemleri gerçekleştiriyor. Onlar uzaktalar, bu onları pek kaygılandırmıyor, ama bu ayrılıkçılık eğilimleri ilerletmeye devam ederlerse bölge için sonuçlar felaket olabilir.

Son zamanlarda, Suriye’nin doğusundaki bu yasadışı ABD grubunun Kürt yöneticileriyle imzaladığı ve Amerikan petrol şirketine bağımsız Suriye topraklarında petrol üretme izni veren anlaşma, akla gelebilecek tüm uluslararası hukuk ilkelerinin ağır ihlali. Dolayısıyla Suriye’de pek çok sorun var, yeterince var. Bununla birlikte, durum birkaç yıl öncesine kıyasla önemli ölçüde istikrar kazandı ve Astana formatının faaliyeti, hayata geçirilen girişimlerimiz elbette bu süreçte belirleyici rol oynadı. Şimdi gündemde, acil insani sorunların çözümü ve savaşın yıktığı ekonominin onarımı konuları yer alıyor. Bu yönlerde başta Çin, İran, Hindistan, Arap ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerle aktif olarak diyalog içindeyiz. Öncelikli adım olarak, Suriye’ye insani yardımı seferber etmeyi amaçlayan faaliyetlere BM kuruluşlarını ve sistemlerini dahil etmenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bir sonraki aşamada da, savaşın tahrip ettiği ekonomi ve altyapıyı yeniden inşa etmek için uluslararası yardımı seferber etmek. Çok iş var ama en azından hangi yönde hareket etmemiz gerektiği açık."

'Libya krizini çözecek uzlaşmacı bir çözüm üzerinde çalışıyoruz'

("Rusya’nın Libya Büyükelçiliği henüz birkaç hafta önce yeniden faaliyete geçti. Libya Ulusal Ordusu ile Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında bir diyalog platformu haline gelebilecek mi?" sorusuna) Büyükelçiliğimiz halen Tunus’tan çalışıyor. Umarım yakında Trablus’a döner, orada temel güvenlik sağlanır sağlanmaz. Orada birkaç ülkenin büyükelçilikleri var ve çalışmalarına devam ediyorlar, ama güvenlik son derece kırılgan, bu yüzden şimdilik diplomatlarımızın Tunus’tan çalışacağına karar verildi. Libya Ulusal Ordusu ve Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında arabuluculuğa gelince, elbette büyükelçiliğimiz Libya’da tüm taraflarla iletişim içinde, ama sorun çok daha geniş, bu yüzden çatışan taraflar arasında köprü kurma çabalarının içinde direk Moskova da yer alıyor. Bakanlığımız, Savunma Bakanlığı, Libya krizini çözecek uzlaşmacı bir çözüm üzerinde anlaşmaya varmak için pratik adımları kolaylaştırmaya çalışıyoruz.

Libya’nın şu anda yaşadığı tüm sorunların, NATO’nun BM Güvenlik Konseyi’ne rağmen, kararlarını açıkça ihlal ederek Muammer Kaddafi rejimini devirmek için Libya’ya doğrudan askeri saldırıda bulunduğu 2011’de başladığını hatırlatmama izin verin. Muammer Kaddafi, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın sevinç eşliğinde vahşice öldürülmüştü ve bu bir gurur kaynağıymış gibi canlı yayında gösterilmişti. Ürkütücüydü. O günden beri biz ve Libya’nın komşuları, NATO tarafından yıkılan Libya’yı bir devlet olarak onarmak isteyen herkes, bir tür uluslararası süreç başlatmaya çalışıyoruz. Birçok deneme oldu, Paris, Palermo, Abu Dabi’de konferanslar yapıldı. 2015’te Süheyrat anlaşması yapıldı. Birçok şey oldu. Uzun bir süre boyunca, çoğu dış aktör, seçtikleri tek bir siyasi güçle işbirliği yapmaya çalıştı. Biz en baştan bu yaklaşımı reddettik ve mevcut bağlantılarımızı ve geçmiş bağlarımızı dikkate alarak, Devlet Başkanlığı Konseyi ve Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin bulunduğu Trablus olsun, Temsilciler Meclisi’nin bulunduğu Tobruk olsun, Libya'da istisnasız tüm siyasi güçlerle çalışmaya başladık.

Çeşitli grupların tüm liderleri defalarca Rusya’ya geldi. Libya Ulusal Ordusu komutanı Hafter ve Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Serrac arasında ikili görüşme organize etmeye çalıştık, onlar bu yılın başında Berlin konferansı öncesinde Moskova’ya geldi. Büyük ölçüde Türk mevkidaşlarımızla, Mısır ve BAE’li meslektaşlarımızla yaptığımız bu çabalar sayesinde, Berlin konferansının başarısını büyük ölçüde sağlayan teklifler hazırladık. Alman meslektaşlarımız da bu konferans için birkaç ay hazırlık yaptı. Konferansta önemli bir beyanname kabul edildi, bu beyanname daha sonra BM Güvenlik Konseyi tarafından onaylandı. Ne yazık ki, o aşamada, uluslararası toplum tarafından geliştirilen fikirlerin Libyalı gruplar tarafından onaylanması konusuna çok az önem verildi. Bazı partnerlerimiz, Berlin Konferansı ve Güvenlik Konseyi tarafından temsil edilen uluslararası topluluk bir karar alır almaz sadece Libyalı taraflara bunu kabul ettirme işi kalacağını düşündü, buna göre hareket etti. Şimdiki durum, böyle bir yaklaşımın yanlış olduğu konusunda uyardığımızda haklı olduğumuzu kanıtlıyor, çünkü her şey, Berlin’de kabul edilen bu anlaşmaların Libyalı gruplar tarafından sonuna kadar işlenmediği gerçeğine takıldı."

'Libya ile ilgili umut verici bir sona yaklaştığımızı düşünüyorum'

Nitekim Berlin iyi bir temel oluşturdu, ancak detayları yeni yeni tamamlama durumu söz konusu. Bu noktada oldukça olumlu ilerlemeler görüyoruz. Tobruk merkezli parlamentonun başkanı Sayın Saleh, Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Serrac ile birlikte kalıcı ateşkes ve bu bağlamda, askeri sorunların çözümüne yönelik 5+5 formatındaki çalışmaları ve öncelikle Libya’nın doğal kaynaklarının adil bir şekilde kullanılması olmak üzere ekonomik meselelerle ilgili görüşmeleri yeniden başlatma çağrısı yaptı. Sayın Saleh, bu bağlamda sadece Trablusgarp ve Sirenayka değil, önceki görüşmelerde neredeyse hiç anılmayan ülkenin güneyindeki Fizan’ın da çıkarlarının dikkate alınması gerektiği yönünde çok önemli girişimde bulundu. Tüm bu fikirler şimdiden masada, taraflar arasındaki görüşmelerde gündeme geldi ve değerlendirildi. Fas’ta düzenlenen toplantı da iyi bir rol oynadı. Şimdi meslektaşlarımızla birlikte bu ortak çabaya katkıda bulunmaya devam ediyoruz. Geçen günlerde, Ankara’da Türk meslektaşlarımızla görüşmelerimiz oldu. Mısır ve Fas’taki meslektaşlarımızla da görüşüyoruz. Fas ve Mısır dışişleri bakanları ile telefonda görüştüm. Bu yakınlarda İtalya Dışişleri Bakanı ile konuştum. O da bilinen sebeplerden dolayı Libya çözümüne katkıda bulunmakla oldukça ilgileniyor.

Şimdi çok umut verici bir sona yaklaştığımızı düşünüyorum, bu süreci aktif olarak desteklemeye ve çözüme katkıda bulunmaya çalışacağız. BM Genel Sekreteri’nin Libya Özel Temsilcisi’nin atanmasıyla ilgili 6 aydan fazla süredir devam eden molanın bir an önce bitmesinin kesinlikle önemli olduğunu düşünüyoruz. Önceli temsilci Şubatta istifa etti ve Antonio Guterres nedense yeni temsilci atama sorununu çözüme kavuşturamıyor. Bazı Batı ülkelerinin kendi adaylarını ilerletmeye çalıştığı yönünde şüpheler var, ama bu konudaki tutumumuz net, BM’nin Libya temsilcisinin ismi Afrika Birliği’nin de onayını almalı. Bu çok açık, Libya Afrika Birliği’nin aktif bir üyesi ve bu sorunun çözülmesine yardımcı olma konusunda Afrika Birliği’nin çıkarı var. Size şu anki durumu oldukça detaylı anlattım. Tedbirli iyimserlik için bir neden var."